İlk mi yoksa ikinci sırada mı bilemiyorum ama, 80 Darbesi Türkiye'nin başına gelen en talihsiz olaylardan biri. Ülkenin 30 yıl geriye gitmesine neden olan bu faşist zihniyet sonucu güçlenmekte olan sol düşünce yok edildi, ülkeye pervasız bir kapitalizm yerleşti, halk kitap okumayı bırakıp televizyon seyretmeye başladı ve düşünce tembeli bir millet olduk.
Zira o dönemlerde bir çok insan okudukları, yazdıkları ya da düşündükleri yüzünden mahkum oluyordu; kitap bir suç aletiydi.
Bu zihniyet bir de anayasa yaptı ve halkın yüzde 92'si tarafından onay aldı. Birçok aydın ve sanatçı medyada Kenan Evren ve arkadaşlarına methiyeler düzerken, hiç bir ulusal yayın organı darbede içeri alınan veya ölenlerin arkasında kalanların neler yaptığını anlatmadı. Bugün herkesin lanetlediği bu darbeyle hesaplaşmalar ve yüzleşmeler farklı şekillerde devam ediyor.
Delikanlı kardeşler
Sosyoloji ve iletişim eğitimi almış 1976 doğumlu Eylem ve 1979 doğumlu Özlem Delikanlı kardeşler babaları hapishanedeyken büyümüş. Hapis bir babanın çocukları olmanın farkındalığıyla 12 Eylül'ün getirdiği birçok zorluğu yaşamış bu iki kardeş, o günlerde sadece bir şeyi fark etmemiş: Annelerinin de hapis cezası aldığını.
Olaydan 25 yıl sonra anlatmış anneleri, kendisinin de hapis yattığını. Olgun kadınlar olarak öğrendikleri bu gerçek bu iki kızkardeşe o günlerin bu ve buna benzer hikayelerini kitaplaştırmaları gerektiğini düşündürtmüş. Yani, bu kitabın yazılmasına vesile anne Şenay Delikanlı olmuş. İlhan Erdost'un kızı Alaz da kendi hikayesinde söylediği bir söz ile kitabın isim annesi: "Keşke bir öpüp koklasaydım."
Benzer tecrübeler paylaştıkları kişilerle yaptıkları söyleşileri derledikleri bu kitapta, Eylem ve Özlem Delikanlı'nın hikayelerini kendi ağızlarından değil; babaları hapse girdiğinde henüz doğmamış olan küçük kardeşleri Özgür ve anneleri Şenay Hanım'ın ağzından öğreniyoruz.
Darbeden 33 yıl sonra geride kalan 33 çocuk, eş, kardeş ve anne babanın en samimi cümlelerle anlattıkları bu kitapta, onların 12 Eylül'ü nasıl yaşadıklarını, sonrasında nasıl var olma ve normalleşme savaşı verdiklerini ve bugün geri baktıklarında neler düşündüklerini okuyarak " toplumsal belleğimizi" uyandırmaya çalışıcağız.
Geride kalan çocuklar
Kitabın ilk bölümünde darbe zamanı anne babaları tutklanan ya da öldürülen, o zamanın doğmuş ya da henüz doğmamış çocuklarının hikayelerini öğreniyoruz: Olayı nasıl algılamışlar, aile kavramını nasıl kurmuşlar, kendilerini nasıl geliştirmişler, bugünkü felsefi ve politik görüşleri nasıl şekillenmiş....
Bu kitap aslında, fotoğraf albümleri her daim eksik, babasıyla doğumundan yıllar sonra tanışmış, "görülmüştür" damgalı mektupların yolunu gözlemiş, hafta sonu ve bayram faaliyeti olarak cezaevlerine yolculuk yapmış, ailesi hakkında konuşmaması tembihlenmiş, farklı olduklarını bildikleri halde inatla normalleşmeye çalışan ve zamanından önce büyümek zorunda kalan çocukları anlatıyor.
Anne babaları fiziksel, kendileriyse psikolojik işkence çekerken, sorumlularının her gün ekranlarda nutuk atmalarını seyretmek zorunda kalan, ve ülkenin geri kalanının hiç birşey olamamış gibi davranmasını anlayamayan, anne babalarının mücadeleci hayatlarıyla gurur duyan ama bir yandan da daha kötü durumdakileri görüp kendi üzüntülerinden utanır hale gelen çocukları.
Maddi manevi hiç şımarmamış bu çocuklar, belki de bu yüzden, bugün sağlıklı, hayata karşı dimdik duran, adalet kavramını hiç yaşamadığı halde diğerlerinden daha iyi öğrenen, kin gütmeyen ve hala umutlu yetişkinler olmuşlar.
Kişisel parantez
Yetişkinlerin suçlarının cezasını, faşist düşüncelerin ceremesini hep çocuklar çekiyor: Kendilerine sormadan dünyaya getirdiğimiz ama güzel bir hayat vaatedemediğimiz çocuklar.
12 Eylül'den geriye kalanlardan başka mağdur çocuklar var bence: 12 Eylül'ün, faili belli meçhul cinayetlerin mesullerinin çocukları. Ya da Gezi Direnişi'nde gençlerin ölmelerine, yaralanmalarına sebebiyet verenlerin, Nazlıcan ve Yağmur'u babasız büyümek zorunda bırakan ortamı hazırlayanların çocukları.
Adolf Hitler’in ailesi 50 yıldan fazla sahte isimle saklanarak yaşadı ve kendi aralarında soylarını devam ettirmeme kararı aldı; yani Hitler ailesine mensup hiçbir çocuk utanç yaşamayacak. Kenan Evren'in torunu var mı bilmem ama ailesinin hiçbir ferdinden pek bir iz yok artık.
Düşünüyorum da; Türkiye'de faşist anlayışın devam etmesini isteyen, medyada hergün göz önünde olan, soyadalarını ve secerelerini ezbere bildiğimiz insanların hiçbirşeyden habersiz büyüyen çocukları gelecekte nasıl yaşayacak, ve acaba onlar 12 Eylül mağduru çocuklar kadar güçlü olabilecekler mi?
Geride kalanlar bugüne nasıl bakıyorlar?
Kolay yönetilebilir, düşünmeyen ve sorgulamayan bir toplum yaratmak için bedel ödetilen bu aileler belki de 33 yıl sonra ilk defa yaşadıklarını paylaşmış bu kitapla. Bir çoğu pek bir şey beklemese de 12 Eylül davasını takip ediyor, her yazılanı çizileni okuyor. Normal hayatlarına da devam ediyor lakin "o defteri" kapatabilmiş değiller.
Mesela, 105 yaşındaki Berfo Ana tekerlekli sandalyede bile olsa her mahkemeye gelebilmişken, 7-8 yıl öncesine kadar Marmaris'te resim yapan ve davetlerde, cenazelerde, konserlerde boy gösteren kişinin neden hastanede tutulduğunu anlayamıyorlar.
Bugün darbe yapmaya teşebbüs suçuyla yargılananlar ömür boyu hapse çarptırılırken, 12 Eylül Darbesi'ni gerçekleştirenlerin neden hiç ceza almadığını kabul edemiyorlar.
Çözüm ölmek üzere olan "iki generale" verilecek sembolik cezadan değil de, o ortamı hazırlayan ve başka şekillerde hala var olan faşist zihniyetle yüzleşmekten geçtiğine inananan "geride kalanlar", bugün de hala ülkemizdeki bu zihniyetin değişmesi için savaş veriyor.
80 öncesi gençliğinin asil ruhu Gezi ile geri dönüyor
Bence Haziran ayında ağaçlar sökülmesin diye çadır kurup nöbet tutan gençler, 80 öncesi haklarını arama savaşı veren Türkiye gençliğinin küreselleşme sonucu evrimleşmiş halidir. Gezi Direnişi bir silkinme, 80 Darbesi yüzünden yapılamamış o devrimin tekrarlanmasıdır.
Direnişin başladığı hafta tamamlanmış bu kitap, önsöz hariç Gezi'ye dair hiçbirşey söylemiyor ama, aslında Gezi Direnişi'ne daha da çok anlam katıyor. Bilmeden Gezi Ruhu ile yazılmış bu kitap, daha önce yazılanlardan daha çarpıcı ve anlaşılır olacaktır.
Çünkü bilmek özgürleştirir!
Ateş düştüğü yeri yakar. Çoğumuzun tuzu kuru, bugünün gençleri "darbe"nin kelime anlamını bile bilmiyor.
“Keşke Bir Öpüp Koklasaydım”, hala kabuk bağlamamış yaramız, 33 yıldır atlatamadığımız travmamız 12 Eylül ile yüzleşebilmemizi sağlayacak. Belki de kendimize şöyle dönüp bakacak, önce kendimizle hesaplaşacak ve şımarıklığımızdan utanacağız. İşte o zaman daha özgür bireyler olacağız.
Anlattıklarının dışında, sadece ismi ve kapak fotoğrafıyla bile insanın kalbine dokunan "Keşke bir öpüp koklasaydım", 80 Darbesi üzerine yazılmış en samimi, en gerçekçi ve empati kurmanın ne kadar önemli olduğunu anladığımız şu günlerde en okunası kitaplardan biri. Elinize sağlık "Delikanlı" kardeşler. (DAH/AS)