Sadrazam Damat Ferit Paşa imzasıyla şifreli bir telgraf ulaşır Trabzon Valisi'ne; “Bir takım Bolşeviğin sevahili Osmaniye’yi geçerek Anadolu’ya dâhil oldukları anlaşılmaktadır. Dâhili mülkte Bolşevizm ehreminin intişar ve tevessüünün meni…”
Mustafa Suphi Giresun eşrafından bir ailenin 1883 yılında doğmuş, evladıdır. Paris Sorbonne’de Siyasal Bilgiler okumuş, Jean Jaures’in Sosyalist fikirlerinden etkilenmiş: “Yiğitlik gerçeği aramak ve onu haykırmaktır. Katlanmaz yiğit olan yalanın geçici yasasına…”* sözünü kendine ilke edinmiştir. Saltanata ve mucizelere artık yeter, diyenler o devrin kapandığını vaat etseler de, biliyordur ki Mustafa Suphi; önemli olan insandır ve insanlıktır. Bu veçheden hareketle aldığı eğitimin de gereği olarak haykırmaktadır: “Bir medeniyet görevi midir bu, zulüm ve vahşet midir yoksa? Milyonlarca insan evladı çöküntüye mahkûm ediliyor ve nezdine gidilen kavim, çoğunlukla mahvoluyorsa.” Bunları yazdı diye 1914’te sürgüne, sürgünde bir yılı dolmadan da bir Laz takasıyla Sivastopol’e kaçan Mustafa Suphi yedi yıl sonra ülkesine döndüğünde karşılaşmıştır infazıyla.
Arkadaşlarıyla birlikte önce Erzurum’da linç edilmek istenir. Sonra linçten kurtarmak bahanesi ile Trabzon’a götürülürler. Oradan da bir Laz takasıyla ıssız, karanlık ve puslu Karadeniz’e açılırlar. Ardlarından yetişen Barutçuzade Kayıkçılar Kâhyası Yahya Kaptan ve adamları şiş, bıçak ve kurşunlarla Mustafa Suphi ve arkadaşlarını, yani 15’leri Karadeniz’de boğarlar.
Faili bilinen "faili meçhul..."
Ve bu eylem tarihe ilk, yani birinci operasyon olarak geçer. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmelerini, aslında faili de infaz kararı da bilinen, ama kayıtlara “Faili Meçhul” olarak geçen bir eylem olarak tarih not düşer. Belleklere düşülen tarih, 28 Ocak’ı 29’a bağlayan gece ve 1921’dir.
85 yıl sonra 19 Ocak 2007’de infaz edilen adamın söyledikleridir: “ Tıpkı bir güvercin gibiyim... Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım.
Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de süratli.
İşte size bedel!”. “Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama... Tıpkı 1915’teki gibi çıkacaktık yola... Atalarımız gibi... Nereye gideceğimizi bilmeden... Yürüyerek yürüdükleri yollardan... Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı...”. “ Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım. Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet, biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.” Öldürüldüğü gün, gazetesinde “Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği”** başlığını koyduğu yazısında böyle diyor ve yazıyordu Hrant Dink.
19 Ocak 2007 günü işyerinin önünde güpegündüz öldürülen Hrant Dink’in katili O.S. ilk ifadesinde; “Trabzon’da Yasin Hayal gözetiminde atış ve spor talimi yaptım. 15-17 yaş grubunda 10 çocuk arasında iyi silah tuttuğum ve hızlı koştuğum için bu göreve ben seçildim. Cinayet silahını Yasin Hayal verdi, ‘gazan mübarek olsun” diyerek uğurladı… Arkasından yanaştım ve bir metre mesafeden peş peşe ateş ettim. Pişman değilim, bugün yine yaparım.”
Yapanlar ve yaptıranlar ayan beyan ortada olduğu halde Hrant Dink cinayeti, hâlâ esrar perdesini koruyor ve tartışılıyorsa ifade etmek gerekir ki bu operasyonel cinayet 85 yıllık tarihsel sürecin, 1001. operasyonudur.
Yüzleşme Derneği kuruldu
Neden mi durduk yerde bunları yazdım. Bir dernek kuruldu. Örnekleri dünyanın değişik ülkelerinde de olan örgütlenmelerden. “Hafıza-i Beşer Nisyan ile Maluldür” diyenlere inat! Geçmişle Yüzleşmek için, “Toplumsal Olayları Araştırma ve Yüzleşme Derneği” kuruldu. Yakın ya da uzak, geçmişe bakıyorum, o kadar çok geçmişimizle yüzleşeceğimiz yaşanmışlıklar ve halının altına süpürülmüşlükler var ki! Hani şair demiş ya; “Nesini söyleyim canım efendim” diye. Bizimkisi de o minval üzere.
Vazgeçtik “Hepimiz Ermeniyiz”, şimdi de “Hepimiz Kürt’üz” söylem sloganlarından; “Hepimiz insanız” diyebilenler çıksın ortaya ve şu geçmişin kirli esbaplarını bir ortaya dökse! Demişti ya! Meşhur siyasetçi; “Bizden ‘Dağdakiler düz ovaya inip siyaset yapsınlar’ sözünün hesabını soramazsınız. Bizim yurtseverliğimiz ve bu vatan için yaptıklarımız ortada. Birçoğunuz sıcak yataklarınızda yatarken bizler bin operasyon yaptık,” diye.
Şimdi demem o ki; Susurluk da dahil olmak üzere hani o lafı vardı ya Başbakan’ın; “geçmişiyle hesaplaşmayı onuruyla beceren, başaran devlet” dediği! Hah işte tam da ondandır bizim de istediğimiz. O operasyonlar şöyle bir dile gelse. Bu “Bin Opersayon” kimlere ve ne şekilde yapılmış, bir sorulabilse…
Sabahattin Ali’den Ruhi Su’nun bestelediği şarkıda olduğu gibi;
Gelir günler gelir yaram sarılır
Böyle gitmez birgün hesap sorulur... (ŞD/NZ)
* Ataol Behramoğlu, Mustafa Suphi Destanı. Sanat Emeği Yayınları. Ekim 1979
** Hrant Dink, Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği, 19.01.2007, Agos Gazetesi