Suruç katliamından sonra yeniden başlayan savaşta yakınlarını kaybeden insanların çığlıkları ve sevdiklerinin ölümünü sorgulamaları arttıkça bu savaşın toplumsal meşruiyeti de sarsılıyor, eskisi gibi güçlü görünmüyor. Daha doğrusu bu çığlıklar ve sorgulamalar aslında savaşın toplumsal meşruiyetinin ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor. Meşruiyet sorunu sadece Türk tarafında değil Kürt tarafında da gözleniyor.
Savaşın yeniden başlamasıyla birlikte PKK örgütlü olduğu orta ölçekli bazı şehirlerde “özyönetim” veya “demokratik özerklik” ilan etmeye yönelince Kürt gençlerinin ötesinde halkın desteğinin ne olduğu pek belli değil ama iktidarın yanıtı sokağa çıkma yasakları ilan ederek, topyekûn saldırılara girişmek oldu. Cizre, Silvan, Yüksekova, hatta Diyarbakır merkezde ilan edilen sokağa çıkma yasakları akıl almaz boyutlara ulaştı. Cizre’de bir annenin kızının cesedini soğutucuya koyması, ona sarılarak yatması hiçbir zaman unutulmayacaktır.
Bu yöntemlerde ısrar ettiği ölçüde Kürt halkından azalan desteğini daha da yitireceği besbelli olan AKP ne yapmak istiyor olabilir? Bunu düşünmek gerek…
“Çözüm Süreci” yeniden…
Bugünkü koşullarda 1 Kasım’da normal bir seçim olsa AKP oyları ciddi bir şekilde düşer. Demek ki, normal bir seçim olmayacak. Peki, ne olacak? HDP’nin en çok oy aldığı Kürt şehirlerinde sandığa gidilmesinden serbestçe oy kullanımının engellenmesine kadar pek çok şey olacak…
Askeri bölge ilan edilen köylerin, kasabaların sayısı hızla artıyor. “Taşımalı oy” adı altında ne yapılacağı meçhul. Bunun da ötesinde bu şehirlerde oy kullanımı önemli ölçüde engellendiği takdirde hem HDP’nin oylarında bir düşüş hem de oransal olarak AKP’nin oyları artmış olacak. Kolay değil ama bu tür baskı ve hilelerle örneğin HDP’yi barajın altına itse, tek başına hükümet kuracak kadar milletvekili sayısına ulaşsa AKP gerçekten ülkeyi yönetebilir mi? Baskı ve hileyle elinden alınanlara Kürt halkının boyun eğeceği mi sanılıyor? Herhalde bu beklenmiyor; tam tersine bazı kitlesel çatışmaların, belki ayaklanmaların çıkması ve bunun üzerine de ülkeyi yeni bir siyasal rejimin içine doğru çekmek için bu durumdan yararlanma hesaplanıyor herhalde.
Peki, çok zor ama diyelim ki bir tür “tek adam rejimi” kurulması mümkün olsa Kürt sorunu da “Sri Lanka modeli” mi çözülecek? Yani toplu katliam ve imha… İyi ama bu yol 1990’larda ve daha sonra KCK tutuklamaları eşliğinde 2009 sonrasında denendi ve olmayacağı görüldü. Böyle bir seçenek olmadığını anlamak için uluslararası koşullara, bölgeye ve siyasi konjonktüre bakmak yeter.
Sonuçta dönüp dolaşıp “Çözüm Süreci” adı verilen yol bir şekilde yeniden açılacak. Dünyada bunun örnekleri çok; İngiltere’deki IRA’dan İspanya’daki ETA’ya, Filipinler’deki Moro İslami Kurtuluş Cephesi’den Kolombiya’daki FARC’a (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) ve M-19’a kadar çeşitli devletlere karşı silaha sarılan hareketler, etnik veya demokratik temelli isyanlar Soğuk Savaş sonrasında farklı biçimler aldı ve belirli bir “çözüm modeli” oluştu. Eğer asiler ayaklandıkları devlete diz çöktürememiş veya tersinden de söz konusu devlet asileri tümden yok edememiş ve bir tür “yenişememe” hali ortaya çıkmışsa uzlaşma arayışına giriliyor. Belli bir noktada asiler taleplerini yumuşatıp sistemin içinde karşılanabilir hale getirirken devletler de esnek davranıyor, demokratikleşme adımları atıyor ve silahların bırakılmasını sağlayabiliyorlar.
Barışçı yol istisna
Böyle bir durumun Türk devleti ve PKK arasında da olduğu, aslında uzun zamandır taraflar arasında görüşmelerin sürdüğü biliniyor. Süleyman Demirel’in “29. Kürt isyanı” dediği isyan onlarca yıl içinde on binlerce insanın ölümüne rağmen bastırılamadı, asiler de bir üstünlük sağlayamadılar ve sonuçta ortaya çıkan “yenişememe hali” önce gizli bir şekilde yürüyen “Oslo Süreci”ni, 2013 yılı başından itibaren ise “Çözüm Süreci” de denilen ve aleniyet kazanan “İmralı Süreci”ni getirirken karşılıklı “tahkim edilmiş bir ateşkes”e dönüştü. Geçen Temmuz ayından beri bu ateşkesin bozulmuş olması yeniden başlamasına engel değildir ve mutlaka yeniden başlayacaktır.
Unutulmamalı ki, ulusal-etnik temelli sorunların barışçı yollardan, demokratik ve siyasi yöntemlerle çözümü çok zordur ve aslında dünyada bunun örnekleri de çok değildir. Yirminci yüzyılın başında İsveç-Norveç ayrılması ve yine bu yüzyılın sonunda Çek-Slovakya ayrılması barışçı yollardan gerçekleşmiş ve bunun dışında hep silahlı mücadeleler, isyanlarla bir yol bulunmuştur. İsyanların bastırılamaması sonucunda görüşmeler, anlaşma ve uzlaşmalarla bir çözüm yolu bulunması aslında Soğuk Savaş sonrasına ait yeni bir görüngüdür. Eğer Türkiye de Kürt sorununu/isyanını konuşarak, görüşmeler yoluyla çözmeyi başaracaksa bunun olağanüstü bir şey olacağını ve benzer örneğin çok olmadığını anlamak gerekir. Ve eğer bu istisnai örnek gerçekleşecekse bütün tarafların uğraşması gerekir, tabii en başta da bu isyana önderlik edenlerin...
PKK ne yapıyor?
7 Haziran’dan sonra AKP saldırıyı başlattı başlatmasına da PKK-KCK bu saldırıya aynı şekilde karşılık vermeye neden karar verdi? Belki de daha önemli olan soru bu. 7 Haziran öncesinde Ağrı’da 15 askerin ölüme terk edildiğini söyleyen ve provakasyona gelmeyeceğini açıklayan PKK şimdi neden Dağlıca’da 16 askeri öldürmekten kaçınmıyor. İki gün sonra Iğdır’da 14 polisi birden öldürmeye ve saldırılarına devam ediyor. Bunun bir açıklaması olmalı…
PKK bu soruya ve eşlik eden ateşkes çağrılarına karşılık kendini savunduğunu ve misillemelerle karşılık vermezse zor durumda kalacağını ileri sürüyor. Ama bu tatmin edici bir cevap olmadığı gibi siyaseten doğru da görünmüyor. Çünkü “toplu ölümler”e varan misillemelere başvurduğunda asıl siyasi olarak ne kadar zor durumda kaldığını göremiyor. Cengiz Çandar’dan Kadri Gürsel’e, Mehmet Altan’dan Baskın Oran'a, Şirin Payzın'dan Ahmet Hakan’a kadar iktidar yanlısı medyanın “PKK destekçisi” diye savcılara ihbarda bulunduğu, aslında HDP’ye dostça yaklaşan veya destekleyen pek çok kişinin Erdoğan’ın ve PKK’nin ortak amacının HDP’yi zayıflatmak ve siyasi itibarını, etkinliğini kırmak olduğunu söylemesi, PKK liderlerinin HDP’nin 7 Haziran’da kazanmış olduğu başarıyı hazmedemediğine inanması ciddi bir sorun değil mi? HDP’nin Batı’ya doğru etki alanının zayıflaması, “Türkiyelileşme” adı verilen projenin tehlikeye girmesi sorun değil mi? Bunları “sorun” olarak görmeyen bir anlayış demokratik-siyasi çözüm için nasıl destek bulacak önümüzdeki süreçte?
Sorun Batı’daki Türkler
Kürt halkı ne kadar örgütlü ve güçlü olduğunu 7 Haziran öncesinde de sonrasında da ortaya koydu; her şehir, her kasaba, her mahalle örgütlü ancak sorunun çözümü için bu yetmiyor. Onlarca yıldır görüldü ki, Batı’daki Türkler bu savaşı televizyonlarından seyretmeye devam ettikçe Kürt sorununun demokratik-siyasi çözümü mümkün olmayacaktır. Eğer sorun barışçı yollardan ve demokratik bir şekilde çözülecekse Türklerin önemlice bir kesiminin “Kürt sorunu” denilen şeyin aynı zamanda ve bugün artık çok daha fazla bir “Türk sorunu” olduğunu anlamaları gerekiyor. Bu olabildiği ölçüde bir eşik atlanacak ve tıkanan yollar açılabilecektir. HDP tam da bu hakikati anlatma olanaklarına ve yeteneğine sahip bir siyasi örgütlenme olarak ortaya çıktı ve 7 Haziran seçimlerinde aldığı sonuçla bir siyasal deprem yarattı. Şimdi bu yoldan ilerlemek ve HDP’nin etkisini, nüfuzunu Batı’da daha da yaygınlaştırmak için gerekenleri yapmak varken yeniden silaha sarılmak elbette kafaların karışmasına yol açmaktadır.
AKP’den CHP ve MHP’ye kadar Türk tarafının siyasi partilerinin ve kadim Türk devletinin Kürt sorununun artık çok daha fazla “Türk sorunu” olduğu gerçeğini anlaması beklenemez. Bunu büyük ve itibarlı bir siyasi güç anlatabilir ve o da HDP’dir.
1 Kasım seçimlerinin yapılabilmesi ve HDP’nin en azından 7 Haziran’dan geriye düşmemesi için PKK derhal ateşkes yapmalıdır. Daha önce dokuz defa ateşkes yapan bir örgütün şu günlerde onuncu defa ateşkes ilan etmesinden kaybedeceği ne olabilir?
Ateşkesle birlikte “Çözüm Süreci” denilen uzun ve dolambaçlı sürecin “Oslo Süreci” aşamasının da, 2012 yılı sonlarında başlayan ve karşılıklı ateşkes koşullarının egemen olduğu “İmralı Süreci” aşamasının da tutanakları, mutabakatları, belgeleri açıklanmalıdır. Bu konuda tarafların birbirine ne dediği, ne vaat ettiği bilinmelidir ki, nereden ve nasıl tekrar başlanacağını da herkes görsün ve bundan sonraki süreç de şeffaf bir şekilde yürüyebilsin. Bu belgeler şimdi açıklanmayacaksa ne zaman açıklanacak?
1 Kasım öncesinde acilen bu iki adım atılırsa HDP yeniden inisiyatif kazanır ve seçim tartışmalarının merkezi haline gelir. Bu ise 1 Kasım ve sonrası için yeni umutlar demektir… (SÖ/HK)
* Görsel: 7 Haziran 2015 seçimi ilçe bazında seçim sonuçları haritası.