Ancak şehirde birkaç tur attıktan ve ortalıkta dolaşan arabaları mali değerini fark ettikten sonra bugüne kadar kentle ilgili dinlediğiniz o çete hikayelerinin gerçek olduğunu bir de kendi gözünüzle görmüş oluyorsunuz aslında.
Kardeşini kaybetti
Yüksekova'nın adı nedendir bilinmez Oslo olan tek oteline yerleştikten sonra belediyenin binasına gittik, bizi bekleyen, yaşadıklarını anlatmak isteyenleri dinlemeye.
Yüksekova'da Şemdinli olayları sonrasında yaşananlar iki gencin ölümüne neden olmuş. Ölenlerden biri eve gitmek için yoldan geçmekte olan bir lise öğrencisi. Abisi kardeşinin kaybını anlatırken hepimizi vuran o lafı etti: "Bir suçu da yoktu, olsaydı neyse diyecektik..."
Bu sözleri duyduğum anda nerede olduğumu bir kez daha fark ettim aslında. İnsanların ölümü suçun cezası olarak gördükleri, sokağa, eyleme çıkan birinin ölümünü sıradan karşıladıkları küçük bir kasaba söz ettiğimiz.
Oğlunu kaybetti
Ardından aynı olaylarda oğlunu kaybeden bir baba aldı sözü, "üç çocuğum daha var" dedi, "eğer barışı getirecekse üçünün de ölmesine razıyım."
Bir babanın ağzından bu sözleri duymak, insanların kendi çocuklarını feda etmek için bir dakika durmadıklarını fark etmek vurdu beni elbette.
Nefes almak için dışarı çıktım, küçük bir salonda bu kez konuşmaların yapıldığı salonda kendilerini ifade etme şansını çok da fazla bulamayan kadınları gördüm.
Buralarda kadın olmak
4-5 Yüksekovalı kadın vardı etrafta, ikisi bizimle konuşmaya başladı. Gençlerdi, çok da kolay geçmeyen zamanlar yaşadıkları gözlerinden okunuyordu. Anlatmaya başladılar.
"Kadın olmak zordur buralarda, hoş insan olmak da zordur, ama kadın olmak daha zordur. Kadınlar, anneler buralarda yıllardır çocuklarını bekliyorlar. Aynı evden bir çocuk askerde, bir çocuk dağda, ellerinden bir şey gelmiyor, sadece bekliyorlar."
Genelde orta yaşı geçmiş kadınların yaşadıklarını anlatıyorlardı, sıra bize geldiğinde sordum "peki siz ne yaşıyorsunuz" diye.
Aslında görünen köy kılavuz istemiyordu, belliydi.
Varolmanın yolu politika
"Burada kadınlar var olmanın yolunun politikadan geçtiğini anladılar, kendilerini ifade etmenin tek yolu aslında politika. Aynı zaman da sosyal hayata katılımımız için de bir bahane. Ama ne kadar politikanın içinde olursak olalım bu şiddeti aştığımız, şiddet görmediğimiz anlamına gelmiyor."
Şiddet uzun yıllardır yaşamın o kadar ayrılmaz bir parçası olmuş ki, kadınlar konuşurken de saklamıyorlar.
"Biz çok kadın biliyoruz, gündüz kocasıyla yan yana eyleme giden, akşam evde o kocadan dayak yiyen."
Hakkari'de sadece iki kadın
Hayatın zor koşulları, iklim, savaş kadına en korkunç şekliyle dönüyor belli ki, şiddetle. Konuştuğumuz kadınlar, dedim ya, bir şekilde politikaya bulaşmış kadınlardı, "zaten bulaşmamış olsaydık şu anda burada sizinle konuşuyor olamazdık" diyorlar.
Bu tespit doğru elbette, zira biz Şemdinli ve Hakkari'de geçirdiğimiz iki gün boyunca sadece iki kadınla konuşabildik, biri Hakkari'de insanüstü bir gayretle mayınlar üzerine, insan hakları üzerine çalışan genç avukat Rojbin Tugan, diğeri ise Şemdinli'de tanıştığımız bir partinin kadın kollarında çalışan bir kadın.
En çok çocuklar için...
Kadınlar en çok çocuklarından korkuyorlar, her yerde olduğu gibi.
"Çocuklarımızı okula göndermekten korkuyoruz, dönüşte başına bir iş gelir mi diye. Biraz daha büyük olanlardan korkuyoruz, yaşadıklarına isyan edip dağa çıkar mı diye, bizden daha yaşlı olanlar, annelerimiz, teyzelerimiz zaten dağa çıkmış çocukları için korkuyor, geri dönemez mi diye. Hayatımızı korku sarıyor, belirliyor, yönlendiriyor."
Kıza kuma gelmesin diye
Yüksekovalı kadınların en büyük sorunlarından biri de kuma.
"Ben siyasete atılmış, üstelik de kocasıyla severek evlenmiş bir kadın olarak bile korkuyorum, acaba akşam eve bir kuma gelir mi diye. Kadınların gözünü altınla boyuyorlar, gördünüz burayı, burası diğer yerler gibi değil doğudaki, burada para var" diye anlatıyor Latife.
16 yaşında evlenmiş, ilk çocuğunu 17 yaşında almış kucağına, şimdi 29 yaşında, üç çocuğu var, biri boyu kadar.
"16 yaşında evlendim, dayak yoktu ama kaynana baskısı vardı. Buna rağmen mücadele ediyorum. En azından benim çocuklarım özgürleşsin, kendim için olmasa bile kızım için uğraşıyorum, en azından ona kuma gelmesin, o dayak yemesin diye"
Kısırlaştırma ve uyuşturucu
Kadınlar sağlık sorunlarıyla da boğuşuyor Yüksekova'da, tıpkı diğer yerlerde olduğu gibi. Ama Yüksekova'da başka yerlerde olmayan öyküler anlatılıyor, sezeryan için hastaneye giden, döndüğünde kısırlaştırıldığını anlayan kadınları anlatıyorlar.
Doktora gitmekten korkan, dinen sakıncalı diye doğum kontrolü yapmayan kadınları anlatıyorlar.
14 yaşındaki kızların 60 yaşındaki adamlarla evlendirilmesini anlatıyorlar "bu resmen tecavüz" diyerek.
Uyuşturucunun ilkokullara kadar girdiğini anlatıyorlar, annelerin her akşam eve gelen çocuklarını kontrol ettiğini anlatıyorlar.
Tam vakti gitmenin
Yüksekovalı kadınlar daha çok şey anlattı, pek çoğu "hadi canım, bu kadar da olur mu" diyeceğiniz hikayeler.
Üç günlük gezimizden sonra aramızdan birinin dediği gibi, "ben artık eski ben değilim, bütün ezberim bozuldu". Evet, bütün ezberimiz bozuldu.
İşte tam da bu yüzden, ezberlerimiz bozulsun diye belki, şimdi tam vakti, tatil mekanı değil oralar, ama destek olmak için ya da en azından neler olduğunu anlayabilmek için oralara, o çok uzaklara, hani hep anlatılan ama hiç gidilmeyen "bizim köylerimize" gitme vakti. Adalet yerini bulsun diye...(ÇM/BA)