"Bu insanın bütünlüğüyle, bütünlük hakkıyla doğrudan bağlantılı. Çünkü ruh sağlığı, insanın bütünlüğünü sağlayan temel şey. Ruh sağlığı olmazsa parçalanmışsınızdır. Dolayısıyla ruh sağlığınıza yönelik her türlü tehdit, aynı zamanda beden sağlığınıza, insan olarak bütünlüğünüze yönelik bir tehdittir."
Göregenli'yle, insanların birey olarak da toplum olarak da ruh sağlığını en çok etkileyen etmenlerden biri, yoksulluk üzerine konuştuk.
Yoksulluğun ilk yarattığı duygu: Sürekli engellenme
Göregenli, yoksulluğun ve işsizliğin, her şeyden önce kişinin barınma, beslenme, eğitim, kültürel etkinlikler, kendini gerçekleştirme gibi temel gereksinimlerini karşılamasına engel olduğuna dikkat çekiyor.
"Bunun sonucu sürekli bir 'engellenme' duygusu. Bu gerçeklikle sürekli olarak yaşamak ve baş etmeye çalışmak zorunda kalıyor insanlar. Temel soruyu soruyorlar: 'Ben ne yapıyorum da karnımı doyuracak temel imkanlara sahip olamıyorum?' Ama, insan olarak hak ettiği gibi yaşayamamanın yarattığı engellenmeyle, insanlar barışçı bir biçimde başa çıkamaz."
Göregenli, bunun sonucunda adalet duygusunun yok olabildiğine değiniyor. "Kişi haksızlığı içinde yaşadığımız sistemle, hukukla, sosyal devletle gideremiyorsa bireysel çözümlere yöneliyor. Durumu böylece meşrulaştırabiliyor. Sonuçta, rüşvet de böyle meşrulaşıyor."
Ama bireyler bu engellenme duygusunu meşrulaştıramaz, rasyonalize demezlerse, içe dönük çözümsüzlük, depresyondan çok ağır psikozlara, davranış bozukluklarına neden olabilecek birt zemini doğuruyor. Göregenli, birçok psikosomatik hastalığın kökeninde de bu eşitsizliğin yattığına dikkat çekiyor ve kadınları örnek veriyor:
"Kadınların erkeklere göre çok daha fazla migren, sırt ağrıları gibi psikosomatik hastalıklara yakalanmalarının altında biraz da bu yatıyor. Cinsiyet ideolojisi açısından zaten dezavantajlılar; engellenme hissini daha fazla yaşıyorlar. Buna karşı bir şey de yapamayınca -çünkü sokaktan da mahrum kalabiliyorlar- bu sonuçlar ortaya çıkıyor."
"Yoksulların gruplar üzerindeki etkisi engellenme duygusunun katmerlenmesi"
Yoksulluğun en çok kimleri vurduğunu, hedef aldığını anlamak içinse toplumdaki gruplar hiyerarşisine bakmak gerektiğini söylüyor Göregenli.
"Yoksulsanız, işsiz olmasanız da, toplumdaki bütün diğer hiyerarşilerin en altında yer alıyorsunuz. Sadece bireysel olarak değil, grup olarak da engelleniyorsunuz; yaşadığınız engellenme duygusu katmerleniyor."
Çünkü yoksulluk yalnızca ekonomik yoksulluk anlamına gelmiyor; total bir yoksunluk anlamına geliyor yaşamda. Göregenli, etnik köken, coğrafya ve göçe dayalı ayrımcılığın boyutlarından biri olarak gösteriyor yoksulluğu.
"Örneğin Kürtler Türklerden daha dezavantajlı. İşsizlik ve yoksulluktan daha çok etkilendiğini görüyorsunuz. Sadece etnik kökene göre değil, coğrafyaya göre bir ayrımcılıktan da söz edebiliriz. Kürtlerin yaşadığı bölgeler daha yoksul, eğitimsiz. Temel ihtiyaçların giderilmesinin oranı, grup düzeyinde daha da düşüyor. İnsanlar 'Ben Kürt olduğum için bunlar başıma geliyor' diye düşünüyor. Bu da grup düzeyinde de tepkiselliği artırıyor."
Göregenli bunu anlayabilmek için bir taraftar örneğinden yaralanıyor. " Bir futbol maçında, diyelim Fenerbahçe taraftarının takımın hak ettiğini düşündükleri penaltıyı hakem vermediğinde öfkesi nasıl 'Bu Fenerbahçelilere yapılıyor' algısına dönüşüyorsa, grup olarak engellenme hissiyatı da öyle şiddete öfkeye dönüşebiliyor."
Göç edenler için de durum benzer. "Göç edenler yoksulluktan ve işsizlikten daha çok etkileniyorlar. Medyadaki 'kötülükler göç edenlerden kaynaklanıyor' söylemi de cabası."
"Barışçıl yöntemler rafa kalkıyor"
Göregenli bu durumun en temel sonucunun gruplar arası çatışmaları konuşarak, anlaşarak, şiddete dayanmayan yöntemlerle çözemez hale gelmemiz olduğunu söylüyor.
"Dezavantajlı gruplara dahil olanlar asla kendilerini bu toplumda birey ya da grup olarak eşit olarak algılamıyorlar. İktidarların söylemleri de bunu pekiştiriyor. Ruh sağlığı yaralı birinden, üstelik bunun nedeni kendi iradi faktörleri de değilken, yasalara saygılı olmasını, komşusunu sevmesini, 'uygar insan' gibi davranmasını bekleyemezsiniz."
Linç girişimlerinin, intiharların da bu durumla bağlantılı olduğunu söylüyor Göregenli. "İntihar çok bireysel bir süreç gibi görünüyor. Ama Türkiye'de belli bölgelerde ortaya çıkan intiharların çok sosyal nedenleri var. İntihar sözünü ettiğimiz sürecin son aşaması olabiliyor. Sisyphos'un çabasının artık anlamı kalmıyor."
Ama en vahimi, neoliberal söylemin "yoksulluğu yoksulların kabahati" olarak dayatması. "Maddi ve manevi temel ihtiyaçları giderilen insanlar, davranış bozukluğu göstermez. Davranış bozukluğu insanların doğasında yok. Hepimiz aynı arka planla doğuyoruz. İnsanlar kötü doğmuyor. Neoliberalizmin dili, bu anlamda psikolojik harekat. Yoksullar 'kaynaklara ulaşmada eşit imkanlar' iddiasının geçerli olmadığını biliyor."
"İktidarların gerçek tedbirler alması gerek"
Göregenli, bu nedenle iktidarların iki şey yapması gerektiğini düşünüyor.
"Birincisi, yoksulluğu ve işsizliği gerçekten kaldırmaya niyetli olduğunu, samimi bir şekilde anlatmaları ve insanları ikna etmeleri gerekiyor. İnsanların varsayıldıklarına, 'siz de vatandaşsınız' diye düşünüldüklerine inanması gerekiyor. Yoksulluğu ve yoksulları toplumdaki kötülüklerle özdeşleştiren bir dil kurmamak gerekiyor. İkincisi, gerçekten tedbirlerin alınması. Çünkü iyi bir dil, bu sorunu gidermeye tek başına yetmez." (TK)