Yönetmen, senarist ve görüntü yönetmeni Cem Demirer’in ilk uzun metrajlı filmi “Mendirek”, Bozcaada’da sıkışıp kalmış iki balıkçı kuzenin arasında giderek tırmanan gerilimi odağına alıyor.
Dünya prömiyerini 46. Atlanta Film Festivali’nde yapan, 29. Adana Altın Koza Film Festivali’nde “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ve “Film Yönetmenleri Derneği En İyi Yönetmen” ödüllerini kazanan film, MUBI’de gösterimde.
Kurgusunu Julien Testa’nın yaptığı, başrollerini Barış Yılmaz Gündüz ve Alihan Kaya’nın paylaştığı filmin görüntü yönetmenliğini Sebastian Lojo, yapımcılığını ise Eda Çarıkçı ve Remi İtani üstleniyor.
Yalnızlık, paranoya ve sıkışmışlık üzerinden ilerleyen film ile ilgili olarak yönetmen, senaryonun çıkış noktasının tamamen Bozcaada olduğunu söylüyor.
"Karakterlerin hem psikolojik olarak hem de fiziksel olarak tecrübe ettiği çıkışsızlık, psikolojik gerilim için güzel bir zemin oluşturuyor Ada" diyen Cem Demirer, filmiyle ilgili soruları yanıtladı.
"Herkes bir bakıma kendini oynadı"
Mendirek’te iki oyuncunun dışında tamamen ada halkı mı rol aldı? İlk uzun metrajlı filminizde bu durum sizi ne kadar zorladı ya da ne kadar rahatlattı?
Evet. Yılmaz (Barış Yılmaz Gündüz) ve Aslan (Alihan Kaya) dışındaki bütün oyuncular ada halkıydı ve Bozcaada'da aktif olarak balıkçılık yapan kişilerdi. Kendilerini önceden de tanıdığım için iletişimimiz çok rahattı. Aslında senaryoyu yazarken hangi rolün kime verileceğini bilerek yazdım. Sonuç olarak, herkes bir bakıma kendini oynadı ve farklı bir karaktere girmelerine gerek olmadığı için bir süre sonra ne yapmaları gerektiğini kavradılar ve iyi bir performans sergilediler. Daha önce herhangi bir kamera deneyimleri olmadığından, kamera karşısındaki utangaçlıklarını yenmek biraz zaman aldı. Bunun çözümü: Çok tekrar. Zaten bir süre sonra sıkılmaya ve yorulmaya başlıyorlar. Ve çekimin erken bitmesi için utangaçlık refleksleri de ortadan kalkıyor. En doğru performansı orada elde ediyorsunuz.
"Fikir, bir tembihten doğdu"
Filme ismini de veren mendirek, denizin ve dalgaların etkisini azaltmak için yapılır. Her sahnede gerilimin daha da arttığı filmin fikri nasıl doğdu? Aklınızda ilk kurguladığınız zaman da uzun metraj olarak mı düşünmüştünüz?
Mendirek filminin fikri, duyduğum bir tembih etrafında gelişti. Istakoz yuvalarının ne kadar değerli olduğu ve eğer bir yuva bulursan bu sırrı en yakınınla bile paylaşmaman gerektiği üzerineydi. Sırlar, konuşulmayan durumlar, adanın izole yapısının oluşturduğu insanların iç içe yaşama zorunluluğu ile birleşince; bu durumun iyi bir psikolojik gerilim yaratacağına inandım. Sorunlar, Yılmaz karakterinin üzerine dalga dalga gelirken, Yılmaz'ın hiçbir şey yapamama durumu, filme "Mendirek" ismini koymama neden oldu. Evet, aklımda ilk kurguladığım zaman da uzun metraj olarak düşünmüştüm.
Erkek dünyasını, gerilimini bir paranoya üzerinden irdeliyorsunuz filmde. İki kadın karakteri çok az görüyoruz filmde. Senaryonun her aşamasında böyle miydi? Bununla ilgili neler söylemek istersiniz…
Evet, filmde sadece iki tane kadın karakter var. Biri Aslan’ın annesi (Serap Kaya) ve diğeri ise Yılmaz’ı terk etmiş olan karısı Melek (Cansu Şimşek). Filmin büyük bir kısmı denizde geçtiği ve balıkçılar etrafında şekillendiği için kadın karakterler fazla göz önüne çıkmadı. Çünkü Bozcaada'da balıkçılık genellikle erkekler tarafından yapılıyor. Bu durum senaryonun her aşamasında böyleydi. Melek karakterinin ulaşılamazlığı, Yılmaz karakterini daha takıntılı bir hale getiriyor. Bu nedenle Melek’i ulaşılmaz biri gibi tasvir etmek, Yılmaz’ın paranoyak durumunu daha etkili kılıyor. Bence, Melek karakterini göstermemek, onu göstermekten daha etkili.
Kalıplaşmış beklentiler
Adayı seçme nedeniniz filmde işlenen çıkışsızlık halini perçinliyor. Mekân olarak Bozcaada’ya nasıl karar verdiniz? Bildiğiniz bir coğrafya mı Çanakkale, Bozcaada?
Senaryonun çıkış noktası tamamen Bozcaada’dan başlıyor açıkçası. Küçüklüğümden beri yaz aylarının büyük bir bölümünü Bozcaada’da geçiririm. Bu süreç içinde Ada’yı ve dinamikleri gözlemleme ve birçok balıkçı tanıma fırsatım oldu. Bunun sonucu olarak da balıkçılık dünyası ile ilgili birçok hikâyeye kulak misafiri oldum. Ufak ve dışarıya bağlantısı olmayan yerlerde doğmuş ve büyümüş insanların karakter özellikleri daha bir üstlerine yapışmış gibi gelir. Bu durumun oluşmasında adaların izole yapısı ve bunun oluşturduğu fazla yakın insan ilişkilerinin etkisi kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Oluşan bu yakın ilişkiler üzerindeki kalıplaşmış beklentiler daha sert ve delmesi güç olabiliyor. Bu yüzden, sizin de dediğiniz gibi karakterlerin hem psikolojik olarak hem de fiziksel olarak tecrübe ettiği çıkışsızlık, psikolojik gerilim için güzel bir zemin oluşturuyor.
Denize, deniz dünyasına aşina mısınız? Su altı sahneleri nasıl çekildi?
Aşinayım diyebilirim. Fakat su altı sahneleri benim için de yeni bir macera oldu. Filmin su altı çekimleri “Balıkgözü Sualtı Prodüksiyon” ile yapıldı ve dört gün sürdü. Bu sahneleri çekmek için Barış ile birlikte su altı dersleri ve teorik dersler aldık. Şu an ikimizin de bir yıldız dalıcı belgesi bulunuyor. 18 metreye kadar dalış yapabiliyoruz. İnanılmaz keyifli bir olay. Fakat çekimler o kadar da keyifli olmadı. Çok zorlayıcı ve yavaştı. Birçok etkeni hesaba katmanız gerekiyor. Su altında kalış süresi, akıntı, rüzgar, aktörün ve su altı ekibinin enerjisi, vücut ısıları vs. Ve neredeyse günde en fazla 2-3 tane kadraj çekebiliyorsunuz. Son derece disiplin gerektiren bir iş.(AÖ)