Bilgi teknolojilerini kullanan bireyler olarak, işin getirdiği avantajları görmemiz ve bunları, sonuna kadar kullanma kararı vermemiz çok önemli. 2000 yılında öğrencilerimin sorduğu soruyu hatırlatacağım: "Hocam, İnternet öncesi gazeteciler, nasıl gazetecilik yapıyordu?". Bu soru, 2003 sonrasında devre dışı kaldı, kimse sormuyor bile, zira İnternet olmadan gazetecilik düşünülmüyor bile!
Türkiye'nin genç nüfusu, İnternet'le buluşmuş durumda, ister "sohbet" sayfalarında olsun, isterse oyun amaçlı olarak. Bu konu, başka yazılara konu olabilecek kadar geniş, ama bu yazının kapsamı dışına çıkıyor.
Gene de kısaca değineceğim, 1985 yılında İletişim Yayınları'nın yayınladığı "Bilgisayar Ansiklopedisi", İletişim Yayınları'nın "batmaya doğru giden çizgisini" düzeltmişti.
Bu ansiklopediyi yayınlamaktaki amaçlardan biri, yayınevini finansal olarak destekleyen sermaye grubunda giriştiğimiz "Commodore 64" macerasıydı. Commodore projesine başlarken bir grup düşünür, (listeyi saymayacağım) bir araya gelip, böyle bir ticaretin ülke gençliğine olası (oyun amaçlı olmaları nedeniyle) zararlarını da tartışmıştık.
Öyle ya, "oyun" amaçlı bilgisayarlar, ülkemizin gençliğini "boş amaçlarla" meşgul edebilirdi. Tartışmanın sonunda şöyle bir karar çıktı: "Biz nasıl karar verirsek verelim, birileri bu işi yapacaktır. Biz bu işe girelim ve en azından projenin eğitim amaçlı olmasını sağlayalım".
Böylece işe giriştik, eğitim amaçlı yazılımın da geliştirilmesine destek olduk ve Bilgisayar Ansiklopedisi'ni, bu hedefler arasına koyduk. Her iki proje de ticari olarak başarıya ulaştı. Şimdi, saygın bir kitap yayınevi (700 üzerinde kitap) olarak bilinen İletişim Yayınevi'ni kurtaran bu çizgi, aslında 1946 yılının 14 Şubat tarihine endeksli.
"ENIAC" adlı ilk elektronik bilgisayar, gidip de "Sevgililer Günü" denilen tarihte devreye girmeyi seçmişti! Biz de, o tarihlerde, ve de o zamanlarda bilmeden ilk fasikülü, 14 Şubat 1985'te piyasaya vermiştik! Hayat, hoş sürprizlerle dolu!
İlk paragraftaki kötümserliğe dönersek, İnternet harika bir ortam. Burada milyonlarca kişi ve kurum, serbestçe haberleşiyor. Öyle mi acaba? Dünyada varolan bütün istihbarat teşkilatları, İnternet'i kontrol etmek için projeler atağında.
CIA, Mossad ve KGB ve benim adını bile duymadığım başka kurumların İnternet'i izlememesi mümkün mü? Ama burada ciddi bir sorun var: Veriler çok ve bu verileri analiz edecek personel sayısı yetersiz. Çözüm: Analiz yazılımları! Bu noktada Türkçe mesajlar açısından ilginç olan bir şey, "ğ", "ş" ve "ı" harflerimiz nedeniyle analiz dışı kalıyor olabileceğimiz.
Yani, "Deniz Gezmiş" ile ilgili bir mesajımızın NSA'deki bilgisayarlarda "unrecognized character" olarak tanımlanması. Asla iyimser olmanın da anlamı yok, tabii ki o adamlar, bu kodu da ekler!
Geçenlerde Galatasaray Üniversitesi'nin düzenlediği bir etkinlik olan "Tekil 2 - Teknoloji ve İletişim Günleri" içinde düzenlenen "İnternet ve Özgürlükler" panelinde konuşmacı olan Uğur Dolgun'u dinlemeye gelen iki genç misafir, panelin başlamasından sonra girmeleri nedeniyle, "özür dileyen" bakışlarla salona girip, geldiler ve tam da önüme oturdular.
Görevli olduğum panel esnasında dışarı çıkıp gene görevli olan araştırma görevlisi arkadaşımızla konuşurken, bu gençlerin "Nobese" tiyatrocuları olduğu bilgisini aldım. Ve salona hızla döndüm!
Panel sonuçlandı ve soru*cevap bölümüne geçildi. İlk soru, önümde oturan gençlerden birinden geldi. Uğur Dolgun'a sorduğu soruyu, izleyicinin de anlayabilmesi amacıyla zarif jestlerle destekleyen genç, konuyu "Foucault" tarafından ortaya konulan "panoptican" analizi ile destekleyerek yönlendirdi.
Sunumu sırasında "pesimist" bir bakış açısını yakalamak için son derecede "ciddi" bir yüz ifadesi taşıyan Uğur Dolgun'un yüzünden bir gülümseme dalgası geçti ve emin olmak için bir soru sordu. Uzun boylu ve uzun kolları olan genç, gene izleyiciye anlatımı kolaylaştırmak için jestlerle sorusunu açtı: İnternet'te gözetim sorunu, gözetim konusunda diğer mekanizmalarla nasıl bağlantılandırılabilir ve bundan kurtuluş için neler yapılabilir?
Uğur Dolgun, soruyu kimin sorduğunun farkında olmadan bir cevap verdi ve akıllı bir soru yöneltti: Bu konularda sizin de ciddi çalışmalar yaptığınızı çağrıştıran sorular sordunuz, biz de sizi tanıyabilir miyiz? Gençler, bu soru üzerine kimliklerini açıkladı ve Uğur Dolgun'un yüzü, artık sadece "gülümseme" diyemeyeceğim hoş bir ifadeye büründü: "Evde olduğunu hissetme duygusu". Gençler "Nobese" üyesi idi.
Panel sonrası, Uğur Dolgun'u ve bu gençleri, üniversitenin öğretim üyeleri lokaline davet ettim ve çok güzel bir sohbete tanık oldum. Bu arada "Nobese" etkinlikleri hakkında ciddi birinci el bilgi aldım.
Nobese'ci gençler, Mobese kameralarının halk tarafından algılanması için hoş tiyatro girişimlerinde bulunan bir ekip. Yaptıklarında yasal olmayan bir şey yok, ya da Mobese'nin avukatları herhangi bir suç duyurusunda bulunabilecek bir şey bulmuş değil.
Onları tanımam sonrasında Cumhuriyet Gazetesi ve Danıştay saldırılarını yaşadık ve "gözetim" kameralarının başka işlevlerini yaşadık. Ben, gene de gençlerin tezlerine daha yakınım ve bu kameraların olmasının dahi, "big brother" duygusuna katkıda bulunduğunu düşünüyorum!
Bu arada gençlerin söylediği bir notu da aktarmam gerek: Kameraları, halkın anlayacağı gözetim araçları olarak belirlemişler ama, başka gözetim tekniklerine karşı duyarlılıklarının olmadığı anlamında düşünmemeliymişiz!
Yard. Doç. Dr. Uğur Dolgun, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi'nde genç bir öğretim üyesi. Google'da ismini aradığımda 795 sonuç çıkıyor ve önerilen ilk sayfa, http://izleniyoruz.50webs.com/panoptikon.html.
Bu paragrafı, Sayın Uğur Dolgun için yazıyorum, kendisiyle sohbetimiz esnasında da konuştuk. 7 milyar insan, bunların en az 1 milyarı elektronik ağa girdiğinde incelenmesi gereken veri miktarı, birkaç trilyon. 100 milyar sayfa ve günde 60 milyar mektubu kontrol etmek olası olsa bile çok pahalı! Araştırma tekniklerinden "rastgele araştırma" bile, çok önemli istatistik bilgi sağlayamaz.
Kaldı ki herkes, gönderdikleri her iletinin altına "Not: Bin Ladin" sözcüklerini eklese, gözetim sistemleri çöker. Bu arada bu yazı, İnternet'te yayınlanacağı için, gözetim sistemlerinin ilgi alanına girmiş oldu bir önceki cümleyle. Ama bütün söylediğim engelleme tekniklerine rağmen Uğur Dolgun'un dikkat çektiği noktalar kritik.
Uğur Dolgun, doktora tezini kitaplaştırmayı başarmış ve "Enformasyon Toplumundan Gözetim Toplumuna" adıyla yayınlamış. Ama daha ilgi çekici olan kitabı, daha sonra yayınladığı "İşte Büyük Birader". Doktora tezindeki görüşleri, daha popüler bir bakış açısıyla ele aldığı kitap, tüyler ürperten bir "Aldous Huxley" ve "1984" ortamını irdeliyor.
Gözetim sistemlerini çökertmek için her mektubumuzda kullanabileceğimiz bir sözcükler listesi önermek istiyorum:
Islam, Terror, Taliban, Bin Ladin, WTC, Lenin, Stalin, Communism, Anarchism, Soviet, Castro, Chavez.
Liste uzatılabilir ama her mektubunuzda bu sözcüklerden birini kullanmanız halinde, NSA veya CIA tarafından kullanılan süper bilgisayarlarından birinde ciddi bir çökmeye katkıda bulunabilirsiniz. Ya da...
Bunu, uluslararası bir etkinlik olarak planlamaya hazırlanıyorum! Dünyamızın bir "big brother" tarafından yönetilmesine karşı İnternet ortamında ciddi etkinliklere gerek var ve hepimiz, bu etkinliğe, basit elektronik mektuplarla engel olabiliriz.
Bizi bu tehlikeye karşı uyarma görevini, her ne kadar "antipatik" mesajlarla olsa da gerçekleştiren Uğur Dolgun'a alkışlar! (VÇ/KÖ)