Siyasetten uzak, devletten değil
Ona göre, en büyük hata siyasetçilerin üniversiteleri yönetmeye kalkışması: İktidarlar üniversiteler ile ancak işbirliği yapabilir. İktidarlar için üniversiteleri hizaya sokmaya çalışmak, kafayı taş duvara vurmakla eşanlamlı.
Bu konuşmanın özel deneyim kısmına gelince Eski Cumhurbaşkanı gene kendisinden bir örnek veriyor: Görev süresi sona ermek üzere olan rektörü kendisinin atadığını ve bunun ne kadar isabetli bir seçim olduğunun zaman içinde görüldüğünü belirtiyor.
Böylece Eski Cumhurbaşkanı kendi özerklik anlayışının tarifini yapmış oluyor: Siyasetten özerk, ama devletten değil. Üniversiteler iktidardan özerk olmalılar -ama devletin halkı yoğurma işlevine hizmet ettikleri için- devletten özerk olmamalılar. Çünkü üniversitelerin milli eğitim sisteminin bir parçası olarak ülkenin geleceği açısından çok önemli görevleri ve sorumlulukları var.
Kimin adına üniversitelerin özerkliği?
Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkanı ve beraberindeki rektörler Kara Kuvvetleri Komutanını ziyaret etmesinin ardından gelen Genelkurmay Başkanlığı açıklaması da devletin konuya duyarlılığını göstermişti.
Üniversiteler konusu Türkiyede kamu alanının neredeyse türdeş iki alana bölünmesine, siyaset ile devlet kurumları arasında paylaşılmasına belki de en tipik örnek.
Üniversitelerin özerkliği kavramı her kurum için değişiklik gösteriyor: YÖK adına talep edildi mi başka, üniversiteler adına edildi mi başka, TSK adına dile getirildi mi bambaşka...
Üniversitelerin özerkliği sanki verili bir durum değil, üniversitelerin dışındaki bazı devlet kurumlarının üniversiteler adına gözetmeleri gereken bir durum.
YÖK Başkanı ve bazı rektörler sorunu TSKya taşıyarak özerklik sorununun üniversitelerin kendi varoluş nedenlerinden biri olduğunu değil, nereye kadar uzanabileceğini göstermiş oldular. Sanırım bu son gelişmelerle bakarak şimdi üniversitelerin özerkliği konusuna gerçekten bir sorun olarak bakabilme fırsatı oluştu.
Siyaset-üniversite ilişkisinde kavram kargaşası
Üniversiteler eğer halka karşı sorumlu ise, halka nasıl hizmet eder ve bir kamu işlevi olarak halkın talepleri doğrultusunda nasıl yönetilir? Siyaset aracılığıyla mı? Eğer üniversiteler siyaset aracılığıyla yönetilirse üniversite olabilirler mi? Elbette ki hayır.
Eski Cumhurbaşkanı Demirelin de belirttiği gibi üniversiteler siyaset aracılığıyla yönetilemezler. Eğer üniversiteler YÖK gibi devletin bürokratik kurumları tarafından yönlendirilirlerse, bu da üniversitelerin özerkliği ve temsili bir işlevi olmayan bu kurumların hukuksal varlığı ile çelişir.
Diğer taraftan üniversitelerin tıpkı bir sivil toplum kesimi, bir çıkar grubu olarak bilim adı altında kendilerini temsil etmeleri de mümkün değildir.
Peki geriye ne kaldı? Bu sorunun cevabını üniversitelerin dışında aramak beyhude bir çaba olur:
Üniversiteler ne siyasal erkin, ne piyasanın, ne de bürokrasinin denetimi ile yönetilemezler. Üniversiteler kamu kuruluşları olsalar da, resmi kuruluşlar değildirler. Bu nedenle üniversitelerin bir sivil toplum kesimi olarak kendileri de dahil olmak üzere- her türlü temsili işlevden bağımsız olmaları, başka bir deyişle gayrıresmi bir işlev görmeleri gerekir.
Üniversitelerin bağımsız olması, halktan bağımsız olması demek değildir. Üniversiteler kamu fikrinin kavramsallaşmasını sağlayarak, başka bir deyişle uzmanlıklara dayalı olan planlama, projelendirme gibi kamu ürün ve hizmetlerinin kurgulama aşamasını sorunsallaştırarak kamu fikrinin özelleşmesini engellerler.
Çünkü kamu ürünleri marketlerde satılan ketçap, deterjan gibi kullanıcıların karşısına bitmiş ürünler olarak çıkamazlar. Kamu ürün ve hizmetlerinin kamusal nitelik kazanması zorunludur.
Oysa bugün üniversitelerin hayata yakın olmak adına kendi asli işlevlerini terk etmeleri, profesyonel ve sivil aktörlerle haksız rekabet koşulları yaratacak bir biçimde rakipleşmeleri, üniversitelerin bu asli işlevinin ortadan kalkmasını ve iktidarlara bağımlı hale gelmesine yol açar.
Eğer üniversitelerin özerkliğini önemsiyorsak, ilk önce siyasetle ilişkisinin bu tür bağımlı bir ilişki ve iktidar biçimi halini almasını sorgulamamız gerekir.
Üniversite kavramı tartışılmalı
Üniversiteler halka hizmet etmek için kendi konumunun farkında olan ayrıcalıklı birey, yani uzman yetiştirirler. Uzmanın uzman, üniversitenin üniversite olabilmesi için her türlü resmiyetin yarattığı ayrıcalık kelimesinin üniversiteler tarafından paranteze alınmasına bağlı.
Üniversitelerin işlevi halkı yoğurmak denen bir eğitim işlevi üstlenmesinden öte bir şey. Oysa bugün Türkiyede üniversite kavramının bile henüz anlaşılamadığı görülüyor. Bizim üniversitelerimizin hala tepeden inmeci yarı cahil bürokrat, ayrıcalık elde etmiş uzman ve kendi konumunun farkında olmayan bir öğretim kadrosu yetiştirdiği varsayılıyor.
Bu anlayışa göre Türkiyede üniversite eğitimi alan kişilerin diploma sahibi olur, bu nedenle daha rahat koşullarda çalışır, daha çok para kazanır, daha iyi yaşar. Örneğin mimar, mühendis, işletmeci büroda çalışır, proje çizer, hesap kitap yapar, yönetici olur, daha çok maaş alır.
Üniversiteye giremeyen ve diploması olmayan kişiler ise taş taşır, beton döker, demir büker, uzmanların çizdiklerini yapar. Daha zor koşullarda çalışır, daha az maaş alır.
Bu nedenle üniversitelerin görevinin ayrımcılık yapmak, üniversitenin işlevinin bir tür sınıf ayrımı yaratmak olduğu düşünülür. Bu yaklaşıma göre üniversiteler eşitsizlik üretir, anayasaların kamu adına tanımladıkları vatandaşlık haklarındaki eşitlik ilkesinin tersine çalışır.
Toplumun bireylerinden bir bölümünü yetkilendirerek birbirinden ayırt eder, ayrıcalık üretir. Oysa üniversitelerin üniversite olabilmesi en başta bu ayrıcalık yaratma işlevinin sorgulanmasına bağlı.
Bugün hangi toplumsal adalet anlayışı bir kamu işlevinin toplumun bireyleri arasında ayrımcılık yapmasına izin verebilir? Üniversiteler böyle bir ayrımcılığı sorgulamadan nasıl varolabilir? Hangi kamu işlevi toplumda sınıf ayrımı yapmak için düzenlenebilir? Üniversiteler sınıf ayrımı yapan ve toplumsal rantı denetleyen iktidar kurumları olarak işlev gördükleri takdirde de üniversite olabilirler mi?
Şimdi tekrar soralım: Üniversitelerin ayrımcılık yapmasına karşı kim direnir? Her tarafta üniversite açarak ayrımcılığa karşı üniversiteleri sıradanlaştıran ve özerkliğe karşı olan popülist hükümetler mi? Elbette ki hayır.
Siyasal popülizmin baskısı altında hükümetlerin her tarafta üniversiteler açarak ayrımcılığı engellemesi de, üniversitelerin bir kamu işlevi olarak halk adına iktidarlar tarafından yönlendirmesi de mümkün değil.
Dolayısı ile asıl sorun üniversitelerin toplumsal bilimsel pratiklerinin bütün dünyada köklü bir değişim geçirirken bu değişimin Türkiyeye yansımaması. Yenilikçi profesyonel uzmanlık deneyimlerine yol açmaması. Bu durum toplumsal kalkınma, refah karşısında büyük bir engel oluşturuyor, riskleri yüksek yerleşim alanlarının oluşmasına yol açıyor.
Tartışma üniversite kavramından başlamalı
Üniversiteler bir sivil toplum kesimi olarak kendi siyasal tercihleri ile değil -kendi siyasal tercihleri de dahil olmak üzere- başkaları adına verilen kararları sorgulayarak siyaset üzerinde etkili olabilirler.
Siyaset ve iktidar üzerinde etkide bulunmak üniversite olmanın bir gereğidir, siyasetten taraf olmayı anlamak ve siyaseti tercihler düzeyine indirgemek, bir sivil toplum kesimi olarak kendi kamu yararı kavramını savunmak ise üniversite dışındakı her kesimin yapabileceği bir şeydir.
Bunu yapmak için üniversite olmaya gerek yoktur. Üniversite gücünü bir sivil toplum kesimi olarak temsil ettiği görüşlerden değil, üniversite olarak siyasal temsilin sorgulanmasından alır.
Bu açıdan bakıldığında üniversitelerin asıl işlevinin siyasal temsilinin bir yerine geçme faaliyeti haline gelmesini, sivil toplumun bir metafora dönüşmesini engellemek olduğu söylenebilir. Çünkü üniversiteler siyasal temsili sorunsallaştırarak, kamu yönetimlerinin kamu sahasını kurgulamasını uzmanlık işlevleri ile görünür hale gelmesini sağlarlar.
Bu açıdan bakıldığında üniversiteler ve üniversite mensuplarının siyasetle en içli dışlı oldukları anda bile siyasete dokunmadıkları söylenebilir.
Üniversiteler bir sivil toplum kesimi gibi kendi çıkarlarını, kamu yararı kavramlarını savundukları takdirde siyaset karşısında ikincilleşirler. Üniversiteler hem kamu şapkasını, hem de bir sivil toplum kesimi veya bir çıkar grubu şapkasını aynı anda giymeye çalıştıkları takdirde üniversite kavramı ortadan kalkar.
Üniversiteler kendilerini temsil ettikleri takdirde yalnızca kendilerini değil, toplumsal hayatı bütün kurumlarıyla ve kavramlarıyla yenileyecek bir dil oluşturamazlar. Siyasetteki temsil işlevini görünür kılmadıkları için farklı anlayışların temsil edilmesi karşısında da ideolojik bir engel oluştururlar. Sivil toplumu güçlendiremezler. Bu durum kamu işlevlerinin karanlıkta kalmasını, siyasetin rant dağıtma aracı haline gelmesi sağlar.
Meşru olmayan bir özerklik anlayışı, üniversitelerin siyasetten arta kalan ranta talip olması ve siyasetle rakipleşmesinden başka bir anlam taşımaz. Ayrımcılık üniversitelerin üzerindeki siyasal baskıları güçlendirir, toplumsal meşruiyetlerini zayıflatır. İşte bu nedenle üniversitelerin -kendi ayrıcalığı da dahil olmak üzere- her türlü temsili sorgulayan kurumlar olmaları gerekir.
Sonuç olarak: Üniversitelerin özerkliği isteyebilecekleri kendilerinden başka bir kurum yok. Bunu kendilerinden başka hiç bir kurum gerçekleştiremez. Eğer YÖK Başkanı ve bazı rektörler sorunu TSKya taşımasaydı belki biz hala tartışmanın iki resmi taraf, hükümet ile YÖK arasında cereyan ettiğini düşünecektik.
Bu nedenle her şeyden önce YÖK Başkanı ve beraberindeki rektörlere -sorunu anlaşılır kıldıkları için- teşekkür borçluyuz. Bu sorunu açığa çıkardıkları ve anlamamıza yardımcı oldukları için yatıp kalkıp onlara dua edelim. (KG/BB)
* Korhan Gümüş, İnsan Yerleşimleri Derneği