Şemdinli filmlerden bildiğimiz, gerçekliğine inanmanın zor olduğu yoksullukta, yüksek ama çok yüksek dağların arasında kalmış küçük bir kasaba.
Kentin meydanı denilebilecek yer on beş adımda bitiyor, her yer birbirine yakın, iç içe. Bizi Hakkâri'den Şemdinli'ye götüren otobüsün muavini kasaba meydanında otobüsten inerken kulağıma eğildi, "ne iyi oldu da geldiniz" dedi.
20 yayıncıdan kitap
Şemdinli girişinde, yüksek dağların eteklerinde ellerinde "Aydının şavkı vurur Şemdinli'ye" yazılı pankartlarla bizi karşılayanlar 9 Kasım günü patlayan bir bombayla sarsılan Umut Kitapevi'ne kitaplarımızı götürürken de bize eşlik ettiler.
İstanbul'dan yaklaşık 20yayınevinin desteğiyle götürdüğümüz 30 koli kitabı rafları, camları, her yeri darmadağın olmuş Umut Kitapevi'ne götürdük, kitapevi sahibi Sefer Yılmaz'a teslim ettik, yeniden kurabilsin diye.
Yerlerde patlamanın şiddetiyle parçalanan kitaplar hala duruyordu, pek çoğumuzun İstanbul'daki kitapevlerinden aşina olduğu çok satan kitaplar...
Lojmanlar boşaltılmış!
Umut Kitapevi'nden sonra bu kez 1 Kasım'da bombanın patladığı meydandayız. Askeri bir bölgenin hemen önünde, dükkanları belediye tarafından kiraya verilen, ikinci katları ise polis ve asker tarafından lojman olarak kullanılan binaların ortasında patlayan resmi kayıtlara göre 100 kiloya yakın patlayıcı meydanı da, evleri de tanınmaz hale getirmiş.
Başbakanın tanıklık yapamazlar dediği Şemdinli halkı patlama olduğu sırada evlerin tamamen boşaltılmış olduğunu söylüyor, patlama alanında kimsenin hayatını kaybetmemiş olması da aslında iddiayı doğruluyor kanımca. Zira binaların yarısı yok olmuş, tamamen yerle bir olmuş bir sokak söz ettiğimiz.
Şemdinli'de göreceklerimizi gördükten sonra bu kez dinlemek için kasabanın hemen dışındaki çim sahaya gittik.
"Gelişiniz çok önemli!"
Küçük bir alanda yaklaşık iki saat boyunca Şemdinlililerin tanıklıklarını dinledik. Önce bombalanan Umut Kitapevi'nin sahibi Sefer Yılmaz anlattı.
"9 Kasım öğle saatleriydi, dükkânımı gördünüz pasajın sonlarında. Öğle yemeği için hazırlık yaparken camdan içeri bir şey atıldı, birkaç salise içinde bunun bir el bombası olduğunu fark ettim."
Yılmaz uzun uzun gazetelerde okuduklarımızı anlattı aslında. Ardından da düşündüklerini söyledi.
"Bu sadece Şemdinli'de patlayan bir bomba değil. Aydınların yaz aylarında yaptıkları çağrıyı çok önemsiyoruz. Buraya gelişiniz, bizi dinlemeniz çok önemli, gözlemlerinizi aktaracağınızı düşünüyoruz, çünkü bazı basın kuruluşları burada yaşananları saptırdı. Masabaşında olayları saptırmakla olayları çözmek mümkün olmaz."
"Başbakan başsağlığı dileseydi..."
Yılmaz'ın ardından söz alanların hepsi Şemdinli'de Kasım başından beri yaşanan gerginlikleri anlattılar, kendilerince çözüm önerileri getirdiler.
Ama içlerinden biri, kardeşini patlamalardan birinde kaybeden adam aslında bütün bölge halkının söylemek istediklerini dili getirdi.
"Ben kardeşimi kaybettim, benim kardeşim bir bombanın patlaması sonucu öldü, benim kardeşim terörist değildi ama terörist dendi ona. Benim kardeşim bir hiç için öldü.
"30 yaşındaydı, iki çocuğu vardı, öldü. Başbakan buraya geldiğinde, anneme gelseydi, elini öpüp, başsağlığı dileseydi, çok mu zordu? Buraya kadar gelmişken benim oğlunu kaybetmiş yaşlı anneme başsağlığı dilemek çok mu zordu?"
Sabaha karşı evlerinden alınan insanlar
İlk kez gitmedim oralara ama ilk kez bu kadar uzun saatler boyunca insanları dinleme şansım oldu. İlk kez insanların korkmadan, çekinmeden istedikleri her şeyi söylemelerine şahit oldum.
Ve fark ettim ki Şemdinli'de 17 bombanın patladığı son aylarda her ne olduysa, çok fena olmuş. Sokaklardaki kadınlar sabaha karşı evlerden alınan insanlardan söz ediyorlardı, halk Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milletvekili Esat Canan ve Şemdinli savcısının 1 Kasım'da olay yerini incelemeleri anında, üzerlerine ateş açılmasını anlatıyordu.
İnsanların öldüğü, savcıların soruşturma bile aç(a)madığı bir yerden söz ediyoruz. Bombaların patladığı, olayların ört bas edilmeye çalışıldığı, binalarının kurşun deliklerinden geçilmediği, devlet görevlililerinin sindiği ama her şeye rağmen çocuklarının gözlerinde umudun tükenmediği bir yerden söz ediyoruz.
Davayı takip etmek
Bütün bunların yanında Umut Kitapevi'ne atılan bombanın ardından failleri kıskıvrak yakalayan ve adalete teslim eden, sırf da bu yüzden adalet isteyen küçük bir kasabanın insanlarından söz ediyoruz.
Yanımızda götürdüğümüz "Barış ve Adalet, Her yerde, Herkese" rozetlerini takan, çıkartmalarla bütün kenti donatan ve sadece adalet isteyen insanlardan söz ediyoruz.
Şimdi belli ki yapılması gereken ne zaman başlayacağı bilinmeyen ancak Van Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüleceği kesinleşen davayı takip etmek, unutmamak, unutturmamak.
Van mahkemelerinin bu yılını da düşününce (bkz: Hamit Bayram, bkz: Yücel Aşkın) sanırım bu şart... (ÇM/BA)
Yarın: Yüksekova'da kadınlar anlatıyor