Türkiye göç hikâyeleriyle ilk olarak 1961 yılında imzalanan Almanya-Türkiye işçi göçü anlaşmasıyla tanıştı. Umudu mendile sarıp yola çıkanların bu hikâyeleri günümüzde hâlâ trajedi ya da başarı dolu anılarla hatırlanan, kimi aileler için kurtuluş kimi aileler için dağılmışlığın simgesi karmaşık yıllar olarak anımsanıyor.
Anadolu'nun ve büyük kentlerin birçoğunda çikolata ile özdeşleşen amcalar beklenirken Türkiye'nin güneyinde bambaşka bir göç treni 100 yıldır hikâyesini yazmaya devam ediyor.
Almanca öğrenmek zorunda kalmamak için Avrupa'yı değil, anadilleri Arapça'yı konuştukları için çok daha zor bir coğrafya olan Arap yarımadasını tercih ettiler.
İş imkânının çok az olduğu, sanayinin çok gelişkin olmadığı Antakya'da neredeyse her ailenin yurt dışında çalışan bir ferdi var. Kimisi çocuklarına bakabilmek, kimisi düğün parası biriktirebilmek, kimisi ev alabilmek için yıllardır Katar'ın, Riyad'ın yollarına düştü, hâlâ da düşüyor. Gelin hep beraber bu yolcuların hikâyelerini dinleyelim.
Baba, kardeş, eş... Bedia hep birilerini bekledi
Bedia Atakan, üç çocuğu ile Hatay'ın Defne ilçesi Çekmece Mahallesi'nde oturuyor. Atakan'ın eşi erkek kuaförü. Hatay'da ailesini geçindirebileceği bir ücrette iş bulamadığı için Suudi Arabistan'a gitmek zorunda kaldı, hem de daha 6 aylık evli iken.
10 yıla yakın yurtdışında kalan Atakan'ın eşi sadece senede bir ya da iki defa gelebildi.10 yılın ardından Antakya'ya dönüş yapan Bedia Atakan'ın eşi şu an tekrar yurtdışına çalışmaya gitti. Bedia için birilerini beklemek eşiyle birlikte de başlamadı. "Çocukken babam yurtdışına çalışmaya gitti, babam geldi abim gitti sonra evlendim eşim gitti. Hayatımda birileri hep yurt dışına gidip geldi" diyen Atakan, ömrünün hep iyi bir yaşamı beklemeyle geçtiğini söylüyor.
"Evli deseniz evli değiliz, bekar deseniz bekar değiliz"
Eşi yurtdışına gittiğinde 4 aylık hamile olan Bedia'nın eşi, üç çocuğunun doğumunda dahi yanında değildi, ilk çocuğunu ise doğduktan yedi ay sonra ancak kucağına alabildi. Bedia'nın en küçük oğlu 8 yaşındaki Ahmet toplamda bir sene babasıyla zaman geçirebilmiş. Bu gidiş gelişlerin çocukları çok olumsuz etkilediğini belirten Bedia Atakan, şöyle diyor:
"Ahmet hiç görmedi ama diğer çocuklarım da babayla çok vakit geçirmedi. Bir de şöyle bir şey var; çocuk babasız bir hayata alışıyor, arada telefonda konuştuğu bir baba var. Sonra baba geliyor onunla zaman geçiriyor tam adapte oluyor, baba yine gidiyor. 'Babam var mı yok mu' ikileminde kalıyor. Birbirlerini tanımadıkları için iki yabancı oluyorlar."
Bedia, abisiyle yengesi 25 küsur yıldır evli olduğu halde toplamda 10 yıl bile beraber yaşamamış. Bedia eşi uzakta olan kadınların hislerini şöyle anlatıyor:
"Evli deseniz evli değiliz, bekâr deseniz bekâr değiliz. Hayat akıyor, dünya değişiyor ama eşiniz en yakınınız yanınızda değil. Bizim her şey içimizde ukde kalıyor. Bir pazar günü hep beraber gezmeye hasret kalıyorsunuz. Ya da mutlu olduğunuz, hüzünlü olduğunuz bir an oluyor ama yalnızsınız. Bu çok zor. Burada kalsa para yok, orada olsa hasret. Yani bizim hayallerimiz hep meçhule erteleniyor."
Arap ülkelerine çalışmaya gitmek de kalanların durumu kadar zor. Tanımadıkları insanlarla aynı evde kalarak, 13-14 saat çalışmak zorunda kalıyorlar. Bedia, eskiden Arap ülkelerine gidenlerin ailelerinin lüks hayatları olduğunu, gittiklerine değdiğini şu süreçte ise gidenlerin geçinmek için gittiğini söylüyor.
"14 yaşında Antakya'ya gideceğim diye evlendim"
Hatay Samandağlı Emel Yüksek çocuk yaşta evlendirilmiş. 14 yaşında evlendirilen Emel Yüksek'in ailesi, "Seninle evlenmek isteyen biri var, evlenir misin?" diye sormuş, o dönem ailesiyle Samandağ'da oturan Emel, "Antakya'ya gideceğim" diye düşünerek, evlenmeyi kabul etmiş. Evliliğin ne olduğunu dahi anlamadan anne olan Yüksek'in eşi Arabistan'ın Cidde şehrine inşaat ustası olarak çalışmaya gitmiş.
Yıllarca eşinin ailesinin yanında kalan Emel, o günleri şu sözlerle anlatıyor:
"İlk çocuğumun doğumunda eşim yanımda değildi. Eşimin ailesinin yanında kalıyordum. Çocuk bakımı, yaşlı bakımı, yemek hepsini ben yapıyordum. Yemeği yetiştiremediğim için fiziki şiddete maruz kaldım. Psikolojik şiddet hep vardı. Unutamadığım bir anım var: Eskiden şimdiki gibi akıllı telefon yoktu. Mektup ve kasetle haberleşiyorduk.
"Eşim ailesine ayrı, bana ayrı mektup yazardı. Bir gün ben annemle dışarı çıktığımda mektup gelmiş. Ben annemle çıktım diye kayınvalidem çok kızmıştı. Bu yüzden eşimin bana gönderdiği mektubu vermediler. Mektubu yakmışlar, çok sonra öğrendim. Epey üzülmüştüm."
"40 yıl geçti işsizlik hâlâ çözülmedi"
Emel Yüksek de Bedia gibi hayatının hep ayrı, özlemle, ertelemeyle geçmesine sitemli. Hatay'da issizlik sorununun çözülmeyip, aradan 40 yıl geçmesine rağmen hâlâ gidenlerin olmasına da öfkeli...
Gülay Yüksek, Emel Yüksek'in kızı. Babasının yıllarca gelmemesini, kasetleri, mektupları hatırlıyor. Hem annesi hem de kendisi ve kardeşleri için hasretle geçen yıllar olduğunu söylüyor. Antakya'da işsizliğin çözülmeden yurtdışı işçiliğinin çözülmeyeceğini, insanların aç kalmamak için mecburen gittiğini vurgulayan Gülay Yüksek, pandemi zamanından önce kendisinin de Bahreyn'e çalışmaya gideceğini fakat kapılar kapandığı için gidemediğini söylüyor.
"Eşimin ailesinden izinsiz bakkala bile gidemiyordum"
Neslihan Atahan, Defne ilçesinde oturuyor. Atahan'ın yıllar önce boşandığı eşi uzun yıllar Arabistan'da çalışmış. Neslihan'ın eşi evlendikten 3 ay sonra Arabistan'a oto tamircisi olarak gidince o da uzun yıllar eşinin ailesiyle kalmış. Eşinin ailesinden sözlü, fiziki şiddet gören ve bu yüzden boşanan Atahan, o zamanları şöyle anlatıyor:
"Hatay'da insanlar yurtdışı işçiliğine mecburlar çünkü iş yok. Ben 17 yaşında evlendim. Eşim yurtdışında çalışıyordu izne geldiğinde evlendik. Evlendikten 3 ay sonra gitti. Eşimin ailesiyle ayrı evlerdeydik ama hayatım ayrı değildi. İzinsiz bakkala dahi gidemezdim. Sürekli kontrol ediliyordum.
"Bir dakika boş vaktim olmuyordu. Bahçe işçiliği, temizlik, yemek hepsini yapıyordum. İşlerden dolayı çocuğumla ilgilenemediğim için ağlıyordu, onun için bile bana kızıyorlardı. Eşime söylediğimde 'annem ne derse ne isterse yapacaksın' diyordu. 6 yıl evli kaldım işkencelerine, eziyetlerine dayanamadım. Evimin kilidini değiştirip beni evden attılar. Sonra boşandım. Evliliği yaşamadım zaten."
"15 saat çalışıyorduk"
Konuştuğumuz kişiler hep kalanlardı. Yurt dışında çalışmayı gidenlere de sormak lazım. Antakyalı Murat Seyran, ilk kez 1996 yılında yurtdışına çalışmaya gittiğini ve 6 sene orada kaldığını anlatıyor. İki yılda bir 2 ay izne gelen Seyran, işverenin tuttuğu evde 5-6 kişiyle birlikte kaldığını söylüyor. Arap ülkelerinde şartların ağır olduğu için genç işçilerin tercih edildiğini aktaran Murat Seyran şöyle devam ediyor:
"Günde 14-15 saat çalışıyorduk, işverenin tuttuğu bekâr evlerinde kalıyorduk. Çok alışılacak bir coğrafya değildi. Benim gibi gidenlerin hiçbiri alışamıyorduk, buna gerek de duymuyorduk. Belli bir kazanç elde edip geri geliyorduk" dedi.
Yabancı işçiler, ırkçılığa maruz kalmasa da ötekileştirici muameleye maruz kalmış. Seyran, "Onlara hizmete geldiğimiz sürekli hissettiriliyordu" diyor. Gidenlerin bazılarının gittikleri ülkelerde evlenerek, hayat kurduğunu, yurtdışı işçiliğinin Hatay'da aile yapısını bozduğunu belirtiyor.
"Mesut hayatını Arabistan'a verdi"
Hataylı sanatçı Nihat Çay'ın, Hatay'dan Arap ülkelerine gidenler için bestelediği "Mes'ud bil Suud" (Mesud Arabistan'da) parçası, bir dönem Arabistan'a giden işçilerin en çok sevdiği parça olur. Hataylılar şarkının bu kadar sevilmesini "Bizi anlatıyor" diye açıklıyor.
"Mes'ud bil Suud" parçasından sözler:
Çok eski kadim zamanlarda Hamza amca vardı.
Bahçesine meyve ekerdi.
Onun bir oğlu vardı, mazlum sakin iyi bir oğul; Adı mesut.
Mesut çalışmak için Nur şirketiyle Arabistan'a gitti.
Mesut hayatını Arabistan'a verdi.
Mesut hiç dinlenemedi çünkü Arabistan'da oturmak yoktu...
(BÖG/AÖ)