Spordaki şiddet ve milliyetçi sokaklar
Ardından bu linç girişimine tepki göstermek isteyen TAYAD'lı aileler yine aynı kentte, benzer bir tepkiyle karşılaştı. Toplumun ilerlemeye çalıştığı yol kimse fark etmeden yokuşa sarıyor. Fark etmesi gerekenler susuyor, müsekkin olması icap edenler, saldırgan kitleleri temize çıkarmak için onlara hitaben "tahriklere kapılmayın" diyor. Tahrik edenle, tahrik olan arasındaki fark birbirine karışınca aradaki ince çizgiden kan damlıyor.
Geçen hafta bianet.org'da Erol Önderoğlu'nun Trabzon'daki yerel basınla görüşerek hazırladığı haber aslında son derece çarpıcı bir gerçeğe işaret ediyordu. Bir yerel gazeteci Önderoğlu'nun sorusunu yanıtlarken "gözden kaçırıyorsunuz" diyordu, "Trabzon'da Diyarbakır'dakinden daha fazla işsiz var".
Türkiye'de neler oluyor?
İşsizlik, açlık, fakirlik... Bir yandan da bu memlekette yıllardır sağcı, milliyetçi bir siyaset çizgisi hakim. Bizatihi açlık çekenin, fukaranın, kendisini aç bırakan hükümetlere biat etmek üzere ülkü ocaklarında yetiştirilmesi, bir kutsiyet atfettiği devletini bireyden yüce görmeye alışması, "toplumsal öfkenin milliyetçi kanadı"nı, zaten ortaya çıkarmaya ihtiyaç duyduğu reaksiyonel kimliği ile karşımıza çıkarıyor.
Ancak bu görünüm, az önce de söylediğim gibi yabancı olduğumuz bir durum değil. Yıllardır elinde döner bıçağı, cebinde sokak kavgalarının vazgeçilmez yaralama ve öldürme amaçlı silahı kelebek, o alemin ağzıyla söylersek esrardan "kafası bir milyon" olmuş futbol izleyicisinin çıkardığı kavgayı, döktüğü kanı görmek bizi pek fazla şaşırtmıyordu. Salt üzerindeki kıyafetin hakim renkleri siyah ve beyaz diye tesadüfen stadyumun çevresinden geçerken, ezeli rekabetin döner bıçağı ile hayatını kaybeden genç insan neyin kurbanıydı?
Statlardan sokaklara: Holiganizm
Tribünler, yıllarca yapacak işi olmayan, eğitimsiz kalmış; bu nedenle aşırı bir aidiyet hissiyatı içinde devletine, "ocak ve dergah"ına koşulsuz boyun eğmiş, kişiliğini liderinin kimliğinde eritip teslim olmuş faşizan kitlelerin, ele geçirmek istedikleri hakimiyetin manevra alanı oldu. İşine gelene itiraz eden, yanlışlığını bilse de patronunun yaptıklarına sesini çıkaramayan zihniyetin ürününe biz stadyum koşullarında holiganizm demiyor muyuz? Aslında bu adamlara İngilizceden devşirip "maganda" yerine "holigan" diyerek işi sportif şiddete yükleyip, "vurdu kırdı"nın faşizan kökenlerini unutup gidiyoruz.
Ponpon kızlar yerine şiddet
Son zamanlarda spor salonlarında izlediklerimiz, aslında farklı bir izleyici profiline sahip olduğu varsayılan basketbol oyununun da aynı tepkisel kızgınlığın hakimiyetine girdiğini göstermesi açısından önem taşıyor. Salonlarda ponpon kızların gösteri yaptığı, kadın ve çocukların tribünde tereddütsüz yerini aldığı, küçük orkestraların molalarda müzik icra ettiği günler geride kaldı. Artık sahaya fırlatılan yabancı cisimler, tribünden beline kadar sarkan taraftarların sporculara yönelik tacizleri, küfürler, bir tribünden ötekine sıçrayan kavgalar... Hasılı "salon şiddeti" varlığını olanca garipliğiyle hissettiriyor.
Tribün öfkeleniyor, sokaklarda şuursuz kitleler milliyetçi hezeyanlarını kontrolsüz zor kullanımı olarak yansıtıyor, futboldaki şiddet salonlara da yansıyor.
Spor ve yönetim kültürü
Memlekette zaten sadece futbol ve basketbol izleniyor. Ekonomik çıkar alanı olan bu iki spor dalı dışında kalanlar için spor kültürümüz yeterli değil. Uluslararası müsabakalar hariç -o da iki bin kişiyi aşmayan seyirci kitlesiyle- voleybol, Türkiyeliler için plajda deniz topuyla oynanan bir oyun özelliğinin ötesine geçemiyor.
Geçenlerde bulunduğum eski Sovyet Cumhuriyetlerinden birinde bir voleybol maçında 20 bin kişinin takımlarını desteklemek için salonda bir araya geldiğini, seyircilerdeki coşkuyu, karşı takımın taraftarının centilmen tavırlarını gördüğümde, spor eğitimi ve dahi yönetiminin ne kadar önemli olduğunu idrak ettim.
Demokratik yönetim başlı başına bir kültürdür. Söz konusu kültüre sahip olmayan Türkiyeli idareci, geçmişten devralacağı bir mirası da olmadığı için nevi şahsına münhasır bir tarz tutturur, altından kalkamadığı işlerdeki kabahatini başkalarına devrediverir. Böylece aslında sokaktaki antidemokratik, faşizan gürültünün suçunu, Mersin'de ailesi göçe zorlanmış iki küçük çocuğun üzerine yıkmakta ona göre beis yoktur. Ona göre basın da zaten doğuştan suçludur.
Şiddet her alanda
Daha önce spor yönetiminde, "Piramitin tepesinden düşen taşlar"ın kafamıza ne şiddetle yağdığını anlatmak gayreti içinde olmuştum. Sporda gördüğümüz bu yönetişimsizlik, toplumsal hayatın her alanında kendisini gösterince, hakim olunamayan güruhlar statlardan sokaklara taşıp, milliyetçi bir silah oluverdiler. Yani yüzde 9'la "büyüme rekoru" kıran Türkiye'de işsizlik sona ermeyince, eğitim düzeyi haşa yükselmeyince, ülkücü grupçukların sokak hakimiyeti arttıkça; sokakta da, tribünde de, evde de şiddet eğilimi hiç şüphesiz kendisini göstermeye devam edecek. Kısacası başta Tayyip Erdoğan olmak üzere hükümet edenlerin basiretsizliği, muhalefetin beceriksizliği Türkiye'yi holiganların sardığı kocaman bir stadyuma çeviriyor.