Türkiye'nin iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkeler arasında olması bekleniyor. Geçtiğimiz aylarda ilk kez ortaya çıkan hortumlar, bunun yanında yaşanan kuraklık iklim değişikliğinin etkileri olarak görülüyor.
Bu yıl sonunda Paris'te yapılacak İklim Zirvesi'nde 2020 sonrası için yeni hedefler ilan edilecek. Yani Kyoto'nun ardından yeni bir iklim rejimi kurulacak. Türkiye'nin bu zirvede nasıl bir pozisyon alacağı ise merak konusu.
Yıllardır iklim değişikliği üzerine çalışan Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi'nden Dr. Ümit Şahin, yeni çıkan kitabı "Türkiye'nin İklim Politikalarında Aktör Haritası"nda hem bu sorulara hem de iklim değişikliği politikalarında aktörlerin durumuna bakıyor.
Ümit Şahin, bianet'in sorularını yanıtladı.
Herkes azaltım yapsa da 4 derece ısınacak
Sadece hortumlar çıkınca iklim değişikliği aklımıza geliyor.
İklim değişikliği aslında bildiğimiz dünyanın sonu. Uygarlığın ve yaşam biçimimizin dayandığı temellerin ortadan kalkmaya başlaması anlamına geliyor. En başta su kaynaklarının bozulması, tükenmesi ve yeterince tarımsal üretim yapılamaması demek. Artık başa çıkamayacağımız miktarda fırtınalar, seller, hortumlar gibi iklim felaketleriyle karşılaşacağız.
Tabii gıda kıtlığının, açlığın yaratacağı siyasal sonuçları da görmek lazım. İstikrarsızlık, çatışmalar vs. Asıl kritik olan bunun eskiden sanıldığı gibi 100 yıllık bir zamanının olmaması. 2030'larda falan iklim değişikliği ciddi bir üst aşamaya geçecek. Bugün zaten Sandy kasırgası, Türkiye'de yaşanan hotumlar, kuraklık vb. hep bunların göstergesi.
Süre daha da mı daraldı yani?
Evet. Bu sera gazlarının beklenenden daha hızlı bir şekilde hala artıyor olmasıyla ilgili. Atmosferdeki karbon dioksit miktarı 400 ppm'i geçti. Bundan 10 sene önce 400 ppm bir sınır olarak görülürdü. Son yapılan modeller, 2 derecelik kritik sınırın 2030'larda aşılacağını gösteriyor, ki şu anda 1 derecelik ısınma var.
2 dereceden sonra iklim değişikliğinin durdurulamayacağı öngörüsü vardı. O yüzden Kyoto'da 2 dereceden önce durdurmalıyız diye karar alındı. Şimdi dünya bunu hızla kaybediyor. 10 sene sonra 3 derecede sınırlama diye karar alacak dünya. Bu şaka değil yani. Bu böyle gidiyor. Şu anki gidişatta ABD, AB, Çin gibi ülkelerin aldığı azaltım kararları uygulansa bile 4 derece garanti ısınacak. Bundan çok daha radikal çok daha hızlı azaltım yapılması gerekli.
Hemen şimdi.
Şöyle anlatayım, bu atmosferdeki sera gazı şöyledir. Arabanıza bindiniz, kontağı çalıştırdınız, egzozdan dışarı bir karbondioksit çıkıyor ve o çıktığı anda havada kalma süresi 100 yıl. Yani bu temizlenen bir şey değil, yağmurla aşağı akmıyor. Dolayısıyla bu diğer çevre kirliliklerine benzemiyor.
İklim değişikliği havuzun dolmasıyla anlatılır hep. Çünkü o havuz boşalmıyor kolay kolay. Yani işte küçük bir musluk var boşaltmak için, ormanlar okyanuslar falan ama çok yavaş. İşte ısınma 2 derece artınca havuz taşacak.
Bakan olsam ilk iş santralleri kapardım
Yarın iklim değişikliğinden sorumlu çevre bakanı olsanız ilk ne yapardınız?
İlk olarak bütün termik santral projelerini durdururdum. Ardından da mevcut termik santrallerini yavaş yavaş ama 30 yılda değil 10 yılda tamamen kapatırdım. Onun yerine yenilebilir enerji ve enerji verimliliğine geçerdim. Çünkü Türkiye'nin sera gazı salımlarını arttıran en önemli şey kömürlü termik santraller.
Ama her şey kalkınmak üzerine?
Türkiye sürekli daha fazla fosil yakıtlara bağımlı hale geliyor. Bu da olması gerekenin tam tersi. Çünkü önce karbon yoğunluğunuzu düşüreceksinz, sonra gerçek salım miktarını düşüreceksiniz. Türkiye tam tersine karbon yoğunluğunu artırıyor
Kalkınma politikaları tamamen iklim değişikliğini hızlandıracak yönde. 1950'lerden hatta 19. yüzyıldan kalma eski modeler yürütülüyor. En düşük teknoloji ile maden çıkart, HES yap vb. Tamamen doğadan çalarak kalkınma modeli.Bu kolaycılık, risk almak istememek ile açıklanabilir. Uzun vadeli düşünmüyorlar. Günü kurtarma derdinde, kısa vadede büyüme, kendi iktidarlarını sağlamlaşyırmaya bakıyorlar.
Bir de gerçekçi olmayan hedefleri var. 2023 hedeflerini tutturmaları için yüzde 9 büyüme lazım. Buna ulaşamazlar. Bu yüzden de inşaata yükleniyorlar, inşaat da beton, çimento, enerji, orman yok etmek demek. Bu uyuşturucu gibi. Ekonomiyi kilitliyorsunuz. inşaat ve fosile bağımlı bırakıyorsunuz. Bütün ekonomi politikasını değiştirmek gerekiyor. İrrasyonel büyüme hedeflerinden vazgeçmek, büyüme odaklı olmaktan çıkarmak gerekiyor. Büyümek ancak bir sonuç olabilir.
Eylemlere katılın ama araba da kullanmayın
Devede kulak da olsa bireysel olarak da yapacaklarımız olmalı?
İlk yanıtım, sokağa çıkmak ve eylem yapmak. Siyasi mücadele vermediğin sürece istediğin kadar ampulun birini kapat hiçbir şey olamaz. Ama illa ben kişisel olarak bir şey yapayım diyorsan otomobil kullanmamak, mümkün olduğunca az uçağa binmek, toplu taşımayı tercih etmek en başta gelen önlemler. Kişisel salımlar daha çok ulaşımdan gelir. Artı az elektrik harcamak ve genel olarak az tüketmek. Çünkü bütün tüketim mallarının yapımında fosil yakıt kullanılıyor.
Konuştuğunuz kamudaki aktörler ne diyor?
İki poziyon var kabaca. Biri Çevre Bakanlığı gibi iklim değşikliği politikalarının geliştirilmesini istiyor. Diğeri de politika önüne engel koyuyor: Kalkınma ve Enerji Bakanlığı. Kalkınma Bakanlığı, bütün ekonomi ve kalkınma politkalarının gücüne sahip. Enerji de bir numaralı sera gazı kaynağı enerj sekörünü belirliyor. Her ne kadar hükümet politikalarının çok ilerisinde olmasa da Çevre bakanlığının da hiçbir etki gücü kalmıyor.
Sizi şaşırtan ne oldu?
Kamudaki kapasitenin bu kadar yüksek olduğunu bilmiyordum. Yani sivil toplumda hep devlet hiçbir şey bilmiyor ön kabulu vardır. Bu doğru değilmiş. Herkes olmasa da kilit noktalardaki bürokratlar iklim değişikliğini, nedenlerini, Türkiye'nin sorumluluğunu, yapması gerekenleri, uluslararası camiada düşeceği pozisyonu gayet iyi biliyor. Ama bir şey yapamıyorlar. Resmi söylem olarak kalkınma tarafından bakıyorlar. Bilmediklerinden değil, tercih böyle.
Türkiye Paris anlaşmasına taraf olacak ama...
Cumhurbaşkanı Erdoğan İklim Zirvesi'nde konuştu, sizce Paris'te Türkiye'nin pozisyonu ne olacak?
Erdoğan konuşmasında Paris anlaşamasına taraf oalcağını gösterdi. Fakat Türkiye bağlayıcı olmayan esnek ve tamamen ülke tarafından belirlenen, denetime tabi olmayan bir hedef istiyor.
Maalesef Lima'daki zirvede çıkan ara anlaşma da buna doğru gidiyor. Paris'teki anlaşmada muhtemelen bütün ülkelere kendi başlarına istedikleri hedefi alıp, tutturamadıklarında yaptırım uygulanmayacak. Bu Türkiye için kötü olacak. Zaten AB sürecindeki duraklama nedeniyle üzerindeki o baskı da kalktı. Yani Türkiye bu konuda fazla bağımsız.
Türkiye muhtemelen sera gazı salımlarını artıştan azalım hedefi koyacak. Yani mesela "2030'da şu kadar sera gazı salımı hedefleniyordu ama bundan azaltım yapacağım" diyecek.
Ama Türkiye zaten bu hedefi o kadar yüksek tutuyor ki hiçbir şey yapmasa da zaten azaltmış gibi görünecek. Ancak yüzde 20'nin üzerinde azaltım hedefi koyarsa bunun bir anlamı olur. O zaman ekonomisini ona göre ayarlamak zorunda kalır. Mesela termik santrallere teşvik primi, lisans veremez vb.
Avrupa'nın en çok kirleten ülkesi olacağız
Türkiye'nin şu anki karnesi nedir?
1990'dan 2012'ye kadarki dönemde sera gazı salımlarında yüzde 133 artış var. Gelişmiş ülkeler arasında 1.sıradayız, bütün dünya içinde 3. sıradayız. Avrupa ülkeleri 2030'a kadar sera gazı salımlarını yüzde 40 azaltma kararı aldı. Onlar düşerken Türkiye arttığı için bir süre sonra Avrupa'nın en çok sera gazı salan ülkesi haline geleceğiz.
Muhalefetin duruma bakışı nedir?
"Kyoto'yu imzala" kampanyaları döneminde TMMOB buna karşı çıktı. Sol kesim de öyle. "İklim değişikliği Amerikan tezgahı, Türkiye'nin gelişmesini, kalkınmasını engellemek için yapılıyor" vs. dendi. 2007'de de anlamadım hala anlayamıyorum. Bu bakış açısı maalesef devam ediyor. CHP ve HDP de henüz iklim siyasetinin farkında değil.
Yerel ekoloji hareketi Türkiye'de güçlüdür. Ama o mücadelede de iklim değişikliği mücadelesi yeterince anlaşılamıyor. Oysa dünyada güney ülkelerinde yerli halkın toprağına el konmasına karşı yürüttüğü mücadele iklim değişikliği mücadelesiyle iç içe geçmiştir. Ama Türkiye'de her ne kadar halkın yüzde 60'ı iklim değişikliğinin farkında olsa da mücadelede iklim bağlantısı kurulamıyor. Onun da sorumlusu gene biziz aslında.
Evime sormadan rüzgar türbini koyarsan karşı çıkarım
Türkiye yenilebilir enerjiye geçişte de sorunlar yaşıyor. HES'ere karşı olan mücadeleden sonra şimdi de RES'lere karşı mücadele başladı.
Kömür ve rüzgarı eş değer tutmak cehalettir. Ama tabii ki ne yaparsan yap, halka sormak zorundasın. Marmariç'te olduğu gibi haber vermeden bir gece insanların köylerine "ben geldim direk diyorum" diyemezsin.
Çevresel etki değerlendirmesi (ÇED)Türkiye'deki en büyük problemlerden bir tanesi. Rüzgar santrallerinin bir bölümü çevreci diye ÇED'den muaf. Bu söz konusu olamaz. Her şeyi kuralına göre yaparsan sorun yok.
Birçok türbin de yapabilrsin ama nereye yaptığın önemli. Köyün dibine 30 tane rüzgar türbini dikemezsin. Amerika'da çöle dev rüzgar santralleri yapılıyor mesela, bunda bir sorun yok.
Bu Türkiye'deki aynı kalkınma politikasının devamı. HES'lerde de aynısını yaptılar. Düzgün yaparsan küçük HES'ler çevreci olabilr ama Türkiye'de bir tane düzgün HES yok. Hepsi vadileri, dereleri köyleri mahvetti. Hepsi kar odaklı şirketlere peşkeş çekiliyor. İnsanların topraklarını kamulaştırmayla alırsan, ne yapsan karşı çıkar tabii ki. Benim evimin üstüne de bana sormadan rüzgar türbini koyarsan ben de karşı çıkarım. (NV)