"DİRENÇ: Batı Balkanlar ve Türkiye'de nefret propagandası ve bilgi kirliliğinin önlenmesi, medya özgürlüğünün yeniden tesisi için sivil toplum hareketi"
Görsel çalışma: Yağmur Karagöz
Haberin İngilizcesi için tıklayın
"Hak örgütleri sosyal medyada yayılan nefret söylemi ve dezenformasyona karşı özdenetim mekanizmaları geliştirmeli.
"Gönüllü gruplar bir araya gelmeli, dezenformasyona karşı doğruluk kontrolü yapan bağımsız platformlara katkı sunmalı ve birlikte mücadele için mekanizmalar geliştirmeli.
"Çevrimiçi medya izleme girişimleri bağımsız yayın ve yayıncılık yaptığını söyleyen online medya hesapları ve Twitter hesaplarını da kapsamalı,
Bu çağrılar, “Direnç” (Resilience) Projesi kapsamında gerçekleştirdiğimiz “Türkiye’de Çevrimiçi Medya Ortamında Nefret ve Dezenformasyon Anlatıları” başlıklı çalışmada yer alıyor.
Direnç nedir?
“DİRENÇ: Batı Balkanlar ve Türkiye’de nefret propagandası ve bilgi kirliliğinin önlenmesi, medya özgürlüğünün yeniden tesisi için sivil toplum hareketi” isimli üç yıllık proje Güney Doğu Avrupa Medyanın Profesyonelleşmesi Ağı (SEENPM) ve Orta ve Güney Doğu Avrupa’daki medya geliştirme örgütleri Arnavutluk Medya Enstitüsü (Tiran), Mediacentar Vakfı (Sarajevo), Kosovo 2.0 (Priştine), Karadağ Medya Enstitüsü (Podgorica), Makedonya Medya Enstitüsü (Üsküp), Novi Sad Gazetecilik Okulu (Novi Sad), Barış Ensitüsü (Ljubljana) ve IPS İletişim Vakfı/ bianet’in (İstanbul) ortaklığında uygulamaya konuluyor.
“Türkiye’de Nefret ve Propaganda Medyası: İlişkiler, Modeller ve Kalıplar” ismiyle yayınlanan ilk raporumuzun devamı niteliğinde olan bu çalışma Ağustos-Ekim 2020 tarihleri arasında yaptığımız araştırmaya dayanıyor. Çalışmaya konu ettiğimiz vakalar ise Haziran 2019 ile Haziran 2020 tarihleri arasındaki dönemden. Bu vakaların analizi için çevrimiçi platformlarda yayınlanan video-haberlere ek olarak her vaka için Twitter’da yer alan yorumları da inceledik.
Nefret, düşmanlık dili ve dezenformasyon
Araştırma kapsamındaki üç temel grup “mülteciler”, “siyasi muhalefet” ve “gazeteciler” olarak belirlenmişti. Dördüncü grup ise ülkeler özelindeydi. Biz bu grubu “kadınlar” olarak belirledik. İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik iddialar ve dezenformasyonun yanı sıra bianet erkek şiddeti çetelesini düşündüğümüzde “kadınlar” kategorisinin Türkiye için uygun bir kategori olacağına emindik ve LGBTI+’lara yönelik nefret diline ilk raporda örneklendirmiştik. Genel anlatılarının küçük bir parçasına değinsek de rapor formatı izin verdiğince bu gruplara yönelik nefret ve düşmanlık dilini ve dezenformasyon anlatılarını örneklendirdik.
Bu çalışma da yalnızca bir bireye veya belirli bir gruba yönelikmiş gibi görünen nefret içeriğinin, tüm “ötekileri” hedef alan (ve daima resmî ideolojiye yaslanan) nefret söylemine doğru genişlediğini örneklendiriyor. Dolayısıyla, düşmanlık dilinin basmakalıp yargılar, önyargılar ve ayrımcı dille birlikte nefret söylemini beslediğine bir kez daha çevrimiçi medya ortamından örnekler seçerek değinmiş olduk.
Suriyeli mülteciler
Türkiye’de Afganistan, Irak ve diğer ülkelerden mülteci ve sığınmacılar yaşıyor olsa da Türkiye medyasında öne çıkan Suriyeli mültecilerin temsili. Bu nedenle ilk grup analizi için “Suriyeli mülteciler”i seçtik. Bu analiz için, Türkiye’nin Kuzey Suriye’ye yönelik gerçekleştirdiği askeri operasyonuna denk düşen dönemde (9-21 Ekim), BBC Türkçe servisinin YouTube kanalında yayınlanan iki video haberin altındaki kullanıcı yorumlarını inceledik. Çevrimiçi ortamda yer alan kullanıcı yorumlarına eşlik eden militarist dil düşmanlık dilini şöyle pekiştiriyordu: “Suriyeliler ülkelerine geri dönmeli ve kendi ülkeleri için savaşmalılar.” Bununla da kalmayıp, özetle şöyle diyordu kullanıcılar: “Suriyeli gençler ülkemde refah içinde sefa sürerken benim askerimin onlar için şehit olmasını istemiyorum!”
Siyasi muhalefet
“Siyasi muhalefet”e yönelik nefret anlatısını ve kullanıcı yorumlarını analiz etmek için Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) cezaevindeki eski eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın Devran adlı kitabından sahneye uyarlanan oyuna ilişkin haberleri seçtik. Bunun için bağımsız medya platformları Medyascope ve T24’ün YouTube kanallarındaki video haberlerin altındaki yorumlara odaklandık. Bu vakanın genel anlatısında HDP’ye yönelik olan “terör” söylemi CHP’yi de hedefliyordu: “Vay be ne günlere kaldık vah vah vah teröristin tiyatrosunu Atatürk’ün partisi izlemeye gidiyor,” şeklinde bir yorumda bulunmuştu kullanıcılardan biri. Siyasi muhalefete ilişkin analizinin özeti “hükümet karşıtı siyasi muhalefet ülkenin iyiliği için çalışmıyor,” düşüncesiydi.
Gazeteciler
“Gazeteciler” kategorisini “iktidar yanlısı politikaları savunmayan gazeteciler”olarak düşündük. Bu kategoride, Can Dündar’ın “kaçak” mal varlığına ilişkin haberleri odağımıza aldık. Bu haberler daha çok iktidar yanlısı medyada yer bulduğu için haber7.com’da yayınlanan haberi ve altındaki yorumları değerlendirdik. Yorumlardan kimisi şöyleydi: “Ülkeye karşı casusluk... ve mülk sahibi oluyor. Bu sadece Türkiye’de oluyor”, “Hani devlet el koyacaktı vatan hainlerinin mallarına.” Kullanıcılar özetle, “iktidara karşı olan muhalif gazeteciler cezalandırılmayı hak ediyorlar çünkü onlar ulusal bütünlüğü savunmuyorlar,” diyordu.
İstanbul Sözleşmesi ve kadınlar
Son olarak, İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik eleştiri ve iddialar referans alınarak, çeşitli yorumlarla kadınların hedef alındığını örneklendirmek için nefret söylemi listelerinde çoğunlukla ilk sırada yer alan AkitTV’nin YouTube kanalında yayınlanan iki TV programının altındaki kullanıcı yorumlarını inceledik. Böylelikle, “Sözleşmenin kadınlara sağladığı haklarla kadınlar aile kurumunun yıkılmasına sebep olacak” düşüncesi etrafında temellenen dezenformasyona işaret etmiş olduk.
İzleme ve takip mekanizmasının aciliyeti
Birçok medya ve nefret söylemi araştırmasında değinildiği gibi, “Direnç” raporumuz da nefret söyleminin Suriyeli mültecilere karşı küfürlü bir dili; siyasi muhalefete ve iktidar yanlısı politikaları savunmayan gazetecilere yönelik düşmanca dili ve aşağılamaları hatta ölüm tehditlerini içerdiğini not düşüyor. Kadınlara yönelik ayrımcı dile gelince, rapor, kullanıcıların konu hakkında kamuoyu önünde yorum yaparken, İstanbul Sözleşmesi’ni savunanları hedef almak istediklerinde (örneğin) Twitter’da iktidar yetkililerini etiketlediklerine dikkat çekiyor.
Dikkate değer bir diğer sonuç da çevrimiçi medyada yayınlanan içeriklere dair yapılan yorumlar göz önüne alındığında, nefret dili içeren yorumların çoğunlukla doğrudan nefret içeriği üretmeyen medyada yer aldığıydı. Bu doğrultuda, konuya bağlı olarak, içerik üreten bağımsız medyada okur ve/veya izleyici yorumları sekmelerinin kaldırılmasını da bir politika önerisi olarak sunduk.
Raporda, Türkiye’de sosyal medyaya ilişkin yeni düzenlemeler yürürlüğe girse de bu düzenlemenin çevrimiçi medyada ve iletişim platformlarında kullanılan nefret diline ilişkin herhangi bir mevzuatı içermediğine vurgu yaptık. Bu nedenle nefret dolu mesajlar ve çevrimiçi ortamda yayılan dezenformasyonla mücadele etmek için bir özdenetim mekanizmasına ihtiyaç olduğunu bir defa daha not düştük.
Proje hakkında buradan bilgi edinebilirsiniz.
İlk rapora erişmek için tıklayınız.
İkinci raporun Türkçesine erişmek veya indirmek için tıklayınız
İkinci raporun İngilizcesine erişmek veya indirmek için tıklayınız.
RESILIENCE (DİRENÇ) Projesi (Ağustos - Ekim 2020)
Türkiye’de Çevrimiçi Medya Ortamında Nefret ve Dezenformasyon Anlatıları
Yazar: Sinem Aydınlı
Editör: Brankica Petković
Çeviri/Redaksiyon: Sinem Aydınlı
Yayıncı: bianet, İstanbul, SEENPM, Tiran ve Barış Enstitüsü, Ljubljana
(NÖ)