Sevdiğim insanlarla sohbet etmek yerine, kendi kendime daha çok konuşmaya başladığım için bir şeylerin ters gittiğini düşünmeye başlamıştım. Çiya[1] henüz iki aylıkken babasının kucağında onlar Mihemed Şêxo dinleyip, şarkıya eşlik ederken, boş beşiği salladığımda da bir şeylerin ters gittiğini düşünüyordum. Bu durum o zaman komik geliyordu.
Şimdi ise ters gittiğini düşündüğüm şeyler komik gelmiyor. Öyle bir zaman değil, çünkü çok büyük tutarsızlıklar yaşandı. Yine de başımıza gelen onca tutarsızlığın bir sonuç alarak payıma düşürdüğü onca sorumluluğun arasında, tam şu dakikalarda (Çiya’nın uyuyarak bana ara verdiği dakikalarda) Çiya’yla geçirdiğim son bir yılıma bir kitap, bir film ve bir şarkıyla bi’ bakayım istedim. Malum önümüz “anneler günü”.
Çiya 13 aylık. Hayatının son dört ayını bakım emeğinde yoldaşım olan babasından ayrı geçirdi. İbni Haldun’un dillere pelesenk lafını kullanmadan, doğduğu coğrafya her şeye gebe malum, deyip geçeyim (Kahrolsun “bağzı” şeyler). Zira şu an konumuz bu değil.
Konumuz kısa kısa da olsa “Yakınlıklar”; “Petite Maman (Küçük Anne)”; “Sar Oomad Zemestoon (Kış bitti)”
Yakınlıklar
Bir kitaba sahici demeyeli epey olmuş. Sahici bulduğum şeyler, yaşamı sorgulatan şeyler biraz. Yaşamı sorgulatan her şey gibi, sahici olan biraz da sarsıcı olana denk düşüyor benim için. Yakınlıklar da öyle. Sahici ve sarsıcı. Sarsarken ama “yalnız değilsin” hissi veren. Bu nedenle iyi ki var, iyi ki yazılmış.
"Yakınlıklar". Çağdaş İrlanda edebiyatının öne çıkan isimlerinden Lucy Caldwell’in bu yıl Siren yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırılan kitabı. Kitaptaki 11 hikâyeden 10’u anneler ve bebekler ve/veya çocuklarıyla ilgili.
Kendini ve dolayısıyla “yaptıklarını” sorgulayan hamile kadınların, lohusa kadınların, bebekleri/çocuklarıyla sosyal hayata karışabilmiş kadınların, zaman zaman bu dünyaya sığamayan kadınların, döllenmiş yumurtalarını istemeyen kadınların ve ihtimallere ihtimal verebilen kadınların deneyimlerine odaklanıyor. Ağlatıyor, güldürüyor, güçlendiriyor ve en önemlisi başka ihtimallerin her zaman tam da orada olduğunu hatırlatıyor.
Korku, yorgunluk, neşe ve kimi ihtimallerin yarattığı kafa karışılıklığı hali de “anne” olma haline dahil diyor Yakınlıklar. Çiyalı hayatıma tam da böyle bir yerden denk düşüyor ve anlatılan günün sonunda yine bizim hikayemiz oluyor. Çiya sorgulamalarımın kaynağı olmaktan çıkıp, her ihtimali birlikte karşıladığım bir yol arkadaşına dönüşüyor.
Küçük Anne: “Üzüntümün sebebi sen değilsin”
"Küçük Anne", yas gibi zor bir duyguyu anlamlandırmaya çalışan bir çocuk (Nelly) ve annesinin (Marion) hikayesini anlatıyor bize. Canımız Céline Sciamma’nın 2021 yılı yapımı filmi. Annesinin hüznünü görüp ona yardım edememe haliyle ne yapacağını bilemeyen bir çocuğun filmi olmasının yanı sıra veda edememe duygusunu nereye koyacağını bilememenin ağırlığını da izleyiciye geçirebilen bir film.
Annesinin yasını taşımak zorunda kalan, anlamlandıramadığı duygularla baş etme yöntemi olarak kendini bu duygulardan sorumlu tutan çocukların filmi "Küçük Anne". Ortak duyguları kesiştiriyor, izlerken büyütüyor, sarsıyor ve iyi ki dedirtiyor[2].
Nelly’nin anneannesinin ölümüyle, bu kaybın çıktığı ev, bir mekan olarak kalmıyor sadece, evin zamanı, zamansızlığa dönüşüyor çünkü yas var. Nelly’nin annesi, çocuk Marion, bir çocukluk arkadaşı olarak Nelly’nin hayatına giriyor. Büyüsü olan gerçekçi bir atmosfer hayal edin ama.
Nelly ve küçük Marion, Nelly’in anneannesini (Marion’un da annesini) kaybettikleri evde buluşuyor. Zamansızlığın ortasında yasın ağırlığıyla kalacak mıyız diye, Marion’un kederinin Nelly’nin kaderine dönüşüp dönüşmeyeceğini merak ederken, bir anda bir oh çekiyoruz. Çünkü Nelly’e annesi şöyle diyor: “Üzüntümün sebebi sen değilsin.”
Yıllarca ebeveynlerini mutlu etmeye çalışan kimilerimizin ihtiyacı olan rahatlamayı sağlıyor bu cümle. Bunu düşünüyorum, umarım diyorum Çiya’ya anlamlandıramadığı duygular(ım)ı yük etmem. Sonra ona bakıyorum, tam orada.
Şimdiye kadar hep sezgisel karar verdim Çiya’ya nasıl davranmam gerektiğine. O sırada göz göze geliyoruz. Ona nasıl davranmayacağımdan çok eminmişim gibi bakıyorum ki o da bana “şakacı sen de” der gibi, “çok emin olma” der gibi bakıyor. Gülüşüyoruz sonra birlikte.
Kış bitti Jan
Biraz bakınırken “Sari Sirun Yar” ismiyle Ermeni besteci Kusan Ashot (1907-1989) tarafından bestelenmiş bir aşk şarkısı olduğunu öğrendim Tara Tiba’dan Sar Oomad Zemestoon (Kış bitti) ismiyle dinlediğim şarkının.
Şarkı, Tara versiyonundaki sözlerle bir devrim şarkısına dönüşmüş hatta. Ben bu versiyonunu dinlemiştim ilk defa. Çiya o zaman 5 aylık olmuş, insan formuna yeni girmişti. Ben de ona yeni yeni alışıyordum (ilk üç dört ay bitki gibi oluyorlar bence biraz). Tara şarkının bir yerinde öyle bir Jan Jan Jan[3] diyordu ki, Çiya’ya bakıp, sen "Jan mısın acaba?" demiştim. Böyle başladı ilişkimiz.
Yoksa ne kokusu ne de yüzünde gülümsemeye sebep olan yeni doğan yüz kasları hareketi, bunlarla kurulmadı bağımız. Birbirimizi anladıkça yakınlaştık, tanıdıkça sevdik bence.
Özellikle son dört aydır birbirimize başka türlü destek oluyoruz, güçlü bir dayanışma içindeyiz. Koltuğun, evin, sokağın ve şehirlerin dar geldiği ve içimi daralttığı çok anım var ancak yine de Çiya’yla birlikte özgürleştiğim ve güçlendiğim bir hayat inşa etmeye başladığımı düşünüyorum şimdi bakınca. Çünkü Çiya benim "Jan'ım" ve herkesin Jan'ına kimse karışamaz.
(SA/EMK)
[1] Kürtçe “dağ” anlamına geliyor. Dilersek chia tohumuna da selam gönderiyoruz arada.
[2] Elena Ferrante’nin aynı isimli kitabından uyarlanan Maggie Gyllenhaal’ın yönetmenliğinde izlediğimiz Kayıp Kız’ı (2021) da başka türlü bir “anneliğin” olabileceğini gösterdiği, özgürleştirici ve bir o kadar yatıştırıcı dokunuşları olduğu için, dost eli uzatan başka bir film olarak not olarak bıraktım buraya.
[3] Farsça can anlamına geliyor.