Tecavüz, yasalarda "cinsel suç" olarak nitelendirilirken, buna maruz kalan kadını bu suçun "sonucuyla" baş başa bırakmanın adaletsiz ve haksız olduğunu belirten uzmanlar ve kadınlar dergide yer alan görüşleri "kabul edilemez" bulduklarını söyledi.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yayın organı Diyanet Dergisi'nde yer alan makalede şu ifadelere yer verildi:
"Tecavüz sonucu oluşan gebeliklerin, annenin ve toplumun isteğine bağlı olarak sonlandırılmasını savunanlara söylenecek tek bir şey var: Babalarının suçunun cezasını masum bebekler mi çekmeli?".
Makalede, hamile bir kadının, "canlı ve tek parça ya da öldürülmüş ve paramparça" ama mutlaka bir bebeğe sahip olacakları öne sürülerek, "Sizleri de masum bebeklerin yaşama haklarını korumaktan yana tepkiye ve duyarlılığa davet ediyoruz" denildi.
İki hafta önce de Birleşmiş Milletler'in gündemindeydi kürtaj. George Bush yönetimi, kadınların sorunlarını tartışmak üzere New York'ta düzenlenen "Pekin +10 Konferansı"nda Pekin Deklarasyonu'na bir ek yapılmasını önererek, kürtajın bir hak olarak kabul edilmesini önlemeye çalışmıştı.
Kadın grupları ve aktivistlerin çabaları sonucu bu ek yapılmadı ama Batılı ülkelerde 80'li yılların ortalarından bu yana giderek yükselen "yeni muhafazakar" politikalar hız kesecek gibi görünmüyor.
Prof. Sirman: Yeni muhafazakarlık atakta
Sadece ABD'de değil, başta Almanya ve İngiltere olmak üzere Avrupa'da da yükselen "neo-con" (yeni muhafazakarlık) dalgasına dikkat çeken Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi, sosyolog Prof Dr. Nükhet Sirman, "Yeni-muhafazakarlık hayatın hemen her alanındaki sorulara cevap vermek iddiasında. Bu yönelimin en önemli alanlarından biri de aile değerleri" diyor.
Sirman'a göre, Türkiye'deki pratik, Batıdaki örnekleriyle paralel ilerliyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın temsil ettiği kesimlerin dünya görüşünü "modern -muhafazakar" olarak tanımlayan Sirman, "Modern; çünkü Batının yönelimlerine ve yönetim biçimlerine uygun ilerliyor. Muhafazakarlıklarını ise kendileri deklare etti" diyor.
Erdoğan zembille inmedi
Sirman, Türkiye'nin 80'li yıllardan itibaren yönelimini şöyle anlatıyor:
"90'lı yıllardan itibaren Türkiyeli kadınlar da dış dünyada süren tartışmalara katılmaya başladı. 1995'teki Pekin Konferansı, 1996'da İstanbul'da gerçekleştirilen Habitat toplantıları gibi organizasyonlar bir yandan feminizm ve kadın haklarının globalleşmesini sağlarken, bir yandan da yeni muhafazakarlığın pratiklerini yaygınlaştırdı. Türkiyeli kadınlar hem Pekin'de hem İstanbul'da sadece feminist kadınlarla değil, muhafazakar kadınlarla da bağlantı kurdular".
Türkiye'de kürtajın 1983'te serbest bırakılmasının ardından bu alanda söz üretmenin koşullarının doğduğunu anlatan Sirman, yeni muhafazakar görüşün kürtajı "problem alanı" olarak seçtiğini anlatıyor:
"Habitat'ta 'aile değerleri kozası' diye bir oluşum vardı örneğin. Tamamen kadınlardan oluşan bir sivil toplum girişimi. Değişen toplum koşulları aile kurumunu nasıl etkileyecek, geleneksel aile değerleri nasıl korunacak gibi dertleri vardı ve bu kaygılarını ve görüşlerini yabancı konuklarla paylaşma, ortak çalışmalar yapma olanağı buldular.
Bugünkü AKP iktidarı da buralardan beslendi. Tayyip Erdoğanlar gökten zembille inmedi. Bu ekip, 80 sonrası koşulların oluşturduğu modern, global muhafazakarlar".
Takıyye ve arkası
AKP iktidarının ilk günlerinde herkesin "takıyye" tartışmalarına yoğunlaştığını hatırlatan Sirman şöyle konuştu:
"O zamanlar herkes laiklik kavgasındaydı, ortalık toz dumandı. Halbuki ortada olan çok ciddi bir şey vardı. Politikaları çok açık. Eskiyi ağızlarına bile almadan son derece 'modern' biçimde davranıyorlar. Dünyadaki hakim eğilim neyse onu uyguluyorlar. Cemil Çiçek'in 84'teki açıklamalarını hatırlayın. Sığınma evi, kreş, çocuk yuvası, yaşlılar evi gibi kurumlara son derece soğuk bakıyor, bu kurumlara ihtiyaç duyan kesimlerin sorunları aile içinde çözülsün istiyorlar. Sorunları topluma mal etmek yerine, bu tür kurumların lüzumsuz hale gelmesini istiyorlar".
AKP'nin başka birçok konuda olduğu gibi, kadınların "mesele yaptığı" konularda da gecikmeden bir "karşı söylem" geliştirdiğini anlatan Prof. Dr. Sirman şu örneği veriyor:
"Kadınlar tecavüz sonrası ortaya çıkan kadın cinayetlerinden sözettiğinde, iktidar "kadının işlediği cenin cinayeti"ni gündeme getiriyor mesela. Muhafazakarlığına modernite içinde hayat alanı bulan Erdoğan iktidarı, Türkiye'nin olumsuz anlamda globalleşmesinde de önemli bir görev üstleniyor".
Ya kadının hakları?
Psikolog Dr. Feride Yıldırım, Diyanet'in kafa karışıklığına işaret ediyor:
"Diyanet İşleri Başkanlığı en son yedizlere hamile kalan bir kadınla ilgili olarak tam tersi bir açıklama yapmış ve anne hayatının tehlikeye girmesi durumunda ceninlerden birkaçının alınabileceğini belirtmişti. Biz de bu açıklamayı takdirle karşılamıştık. Şimdi kendi dergilerinde böyle bir makaleye yer vermeleri şaşırtıcı".
Kürtajın sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada çok tartışılan bir konu olduğunu belirten Yıldırım, özellikle dini inançları kuvvetli kesimlerin kürtaja karşı argümanları için "Bu da bir bakış açısı. Ama sadece bir bakış açısı. Bu tür konularda bilimsel ve tek bir doğru yok" diyor ve konunun psikolojik, etik ve felsefi boyutlarına dikkat çekiyor:
"Tecavüz sonucu oluşan gebelikte, cenin henüz var olmayan, anneye bağlı bir yarı canlı. Bunun karşısında ise oluşmuş ve yaşayan bir canlı var: Kadın. Tecavüz durumunda kadın, canına kasteden bir kişinin saldırısı sonucu hamile kalıyor. Üstelik hiçbir biçimde olayı kontrol etmesi de mümkün değil. Zor kullanılarak içine düştüğü bu durumda, yani istenmeyen hamilelik durumunda, elbette kadının söz hakkı var. Bir canlının hakkını korurken, diğerininki gözardı edilmemeli".
Makalede tecavüz eden kişinin "baba" olarak nitelendirilmesini eleştiren Yıldırım, "Tecavüz eden ve kadını hamile bırakan kişiyi 'baba' olarak kabul etmek mümkün değil. Çünkü olayda sözkonusu olan bir sperm. Tanınmadık, bilinmedik birinin spermi. Kadının canına kasteden, onayı ve rızası dışında, zor kullanarak ırzına geçen birinin 'babalık" durumunu tartışmak yerine, tecavüzün yasalarda yerini bulan bir cinsel suç olduğu konusuna odaklanmalı" diyor.
Doğsa bir türlü...
Tecavüzün kadın için çok travmatik, çok korkutucu bir deneyim olduğunu anlatan Yıldırım, kadının tecavüz sonucu rahme düşen bebeği doğurması durumunda olabilecekleri şöyle anlatıyor:
"Tecavüzün etkileri çok uzun sürebiliyor. İnsan hayatını fazlasıyla etki altına alabiliyor. Kadın hiç düşünmediği, hazır olmadığı bir anda, bir 'kişi'den bile değil üstelik, 'baş düşmanından', canına kasteden birinden hamile kalıyor. Bu kadınları çeşitli gerekçelerle doğuma zorlamak, ne olursa olsun çocuk doğsun demek etik ve adil değil.
Bu durumda doğup, sevilmeden, örselenerek büyüyen bir çocuk için de hayat çok zor olabiliyor. Çocuk hem kendine hem de topluma zarar verebiliyor. Bu çocuklar başkaları tarafından evlat edinilse bile, hem anne hem çocuk istenmeyen pek çok durumla karşı karşıya kalabiliyor.
Üstelik, sokakta yaşayan, çalışan çocuk sayısının son yıllarda yaptığı patlama ve bunun yarattığı sorunları şöyle bir anımsayacak olursak, sonradan koruyamayacağın, canına, haklarına saygı duymayacağın bir çocuğun doğması için ısrarcı olmamak gerek".
Dindar kadınlar tepki vermeli
Pazartesi Dergisi yazarı Handan Koç'un çağrısı ise "kadın haklarına meraklı dindar kadınlara":
"Bildiğim kadarıyla Hanefi mezhebinin yorumu ve kutsal kitaplarda, kadınların doğum kontrolü yapmalarıyla ilgili bir yasak yok. Ancak bebek rahme düştüğü andan itibaren yaşaması gerekiyor.
Kendilerini "dindar" diye tanımlayan kadınların içinde, kadın hakları konusunda çalışmalar yapanlar da var. Bana kalırsa, böylesi bir metne önce onların tepki vermesi gerekir.
'Dindar kadın hakları mücadelesi' diye bir alan varsa, bu metin, bu kadınların kendileriyle yüzleşmeleri, kendilerini kanıtlamaları için iyi bir vesile. Hem kadın haklarından yanayız, hem dindarız diyen kadınların, reform ya da mezhepler arası görüşme gibi taleplerini yükseltmeleri için de bir fırsat".
Müslümanların Saraybosna'da tecavüze uğrayan Müslüman kadınların hamilelikleriyle ilgili yorum yapmadığına dikkat çeken Koç, "Diyanet acaba Irak ve Afganistan'da can ve ırz güvenliği olmayan kadınlarla ilgili durumu nasıl yorumlar?" diye soruyor.
Muhafazakar demokrasi
AKP iktidarının kürtaj konusuna sıcak bakmadığını anlatan Koç, Başbakan Erdoğan'ın danışmanı Yalçın Akdoğan tarafından kaleme alınan "muhafazakar demokrasi" başlıklı manifestoda devlet hastanelerinde kürtajı engellemeye ihtiyaç olduğu yolundaki saptamaları hatırlatıyor. "Biz kadınlar için ağır bir patriyarkal görünüm" diye konuşan Koç şunları söylüyor:
"Kürtaj olup olmamak kadının kendi kararı olmalıdır, kocanın, babanın, dayının değil. Bu kadının beden haklarına girer. İktidar meseleyi, hemen her konuda olduğu gibi "özelleştirme"ye bağlamak istiyor. Ama kürtaj hakkı toplumsal bir konudur. 'Birgün önce' hapının pazarlanmasıyla ilgili olarak herhangi bir yaptırımda bulunmayı düşünmeyen egemen zihniyet, konu kürtaj olunca kadın bedeni üzerinde tasarrufta bulunmaya çalışıyor. Bu kabul edilemez."
Tartışma yersiz, karar kadının
Türkiye'nin ilk kadın sığınmaevi Mor Çatı yöneticilerinin tavrıysa net:
"Kürtaj konusunda, kadın tecavüze uğramış olsun olmasın, isteyerek hamile kalsın kalmasın, kararı verecek olan kişi kadındır. Bize de uğradığı tecavüz sonucu hamile kalmış birkaç kadın başvurdu. Biz kararı tamamıyla kadına bıraktık.
Üstelik kadının doğurması halinde, o çocuğun daha sonra sevgi görüp görmeyeceğine dışardan karar vermek kimsenin işi değil". (AK/EÜ)