Sekiz senedir DESA'da çalışmaktaydım. Ben singerciyim ama beni el işçilerinin başına koydular. Resmen hamallık yapıyordum mesleğim varken. Beş sene bu şekilde çalıştım. Ondan sonra beni ara kontrole verdiler. Üç senedir de ara kontroldeydim.
İşe ilk girdiğimde dokuz ay sigortam yapılmadı. Sigortacılar geldiğinde bizleri fabrikanın çatısına saklıyorlardı. Biz saatlerce orada soğukta donuyorduk. Sigortacılar bizi görmesin diye arka bahçeden bizi mahalleye çıkarıyorlardı. Nihayet dokuz ayın sonunda sigortalı olduk. Çalışmaya başladık fakat uzun çalışma saatleri çok ağırdı, iki gün eve gidemiyor ve fabrikada geceliyorduk. Eve gittiğimizde bacaklarımız balon gibi oluyordu ve şişiyordu. Duş almaya bile halimiz yoktu. Öğlen vakti oluyordu yükleme var diye yemek vermiyorlardı. Saat on ikide, birde olan yemek üçe, dörde sarkıyordu. Sabah kahvaltısı bile etmemiş biri o saati zor getiriyordu. 220- 240 saat mesai yapıyorduk ayda. Önümüze gelen kağıtta ise 6-10 saat mesai yaptığımıza dair kağıt imzalıyorduk.
DESA'da hastan olmayacak, hasta olmayacaksın...
Solvent ve bali gibi kimyasallara maruz kalıyoruz. Bunlara karşı hiç önlem yok. izin istediğim zaman verilmiyor ve ustaların hakaretlerine maruz kalıyordum. Kaba bir şekilde "işinize gelirse, kapıya her gün elli kişi geliyor" diyorlardı. Çocuğu hasta olan arkadaşlarımıza izin vermiyorlardı. Eşin, akraban, kaynanan götürsün diyorlardı. Kadın, ayaklan şiş, varis olmuş ayakta duramıyor yine izin alamıyordu. Bunların hepsi beni sendikalı olmaya itti. Önce kendim üye oldum. Arkadaşlarım da şikâyetçilerdi bu durumdan. Ben de bakın haklarımız var gelin yetkili bir ağızdan kendiniz dinleyin dedim. Bir yerlere derdimizi anlatmak için ulaşma imkânımız da yoktu. Duyuyorduk sekiz-on kişi çıkarılmış.
Sendikaya, avukata danışmaya gittikleri duyulunca işten atılıyorlardı. "Yeter artık" diyip, "bir şeyler yapalım" diyenler hep işten çıkarıldılar. Ben arkadaşlarımı eve toplantı için çağırdım. Üye olanlar oldu. Sonra birisi beni ispiyonladı. Duyulduğu gün fabrikada üzerime geldiler. Ustalar sormaya başladılar. "Ne zaman emekli oluyorsun?", "Yazın bizi bırakma bu iş yoğunluğunda" diyerek ağzımı yokladılar. Ben iki üç sene daha buradayım bir yere gittiğim yok deyince. Tavrımı öğrendiler. "Çıkmaya niyeti yok, bir şeyler planlıyor" diye düşündüler. Sonra beni atmak için bahane bulmaya çalıştılar. Tamir için gönderdiğim elbiseyi orta yerinden sökmüşler. "Bunu görmedin mi" dediler. Oysa bunu görmemem mümkün değildi. Zaten iş tekrar bana geliyor tamirden ben yine kontrol ediyordum. Gözümden kaçtığını farz etsek bile ikinci kontrolde kesin onu fark ederdim. Bunun gibi ikinci bir bahane daha bulup haksız bir şekilde beni kapıya koydular.
Hamdi Paramyok: "DESA'nın tazminat verdiği görülmüş mü?"
Sonra İK müdürü Hamdi Bey beni çağırdı. "Bu şekilde çalışamayacağız" dedi. Ben, "Peki sekiz senelik tazminatım ne olacak?", artı haziran ayı maaşı ve 144 saat mesaim var dediğim zaman Hamdi Paramyok bana "DESA'nın tazminat verdiği görülmüş mü" dedi. Eve gittim ve sendikamı aradım. Daha sonraki gün sendikadan bir temsilci ile fabrika önüne gittik. Güvenlik sadece beni içeri aldı. Hamdi Bey bana hala kâğıtları imzalatmaya çalışıyordu. Ben bunları hak etmedim ve imzalamıyorum dedim. Ben çalışmak istediğimi söyledim. "Hayır" dedi. Paralarımı veriyor musun? Ona da "hayır" dedi. Ben de işime dönene kadar, paralarımı alana kadar fabrikanın önünde sendikam ile birlikte oturacağım dedim. Ondan sonra evimize gittik. Telefon üstüne telefon gelmeye başladı. Gelin anlaşalım diye. Eşimle gittik. Bize "Sekiz seneye sekiz milyar artı sen söyle" dedi. Bana "Arkadaşlarına da sıra gelecek" dediniz. "Ben arkadaşlarımı ve sendikamı satmıyorum. Bu saatten sonra da para almıyorum, istediğim zaman verseydiniz almıştım" dedim. Ben kapıda durdukça evime getirdiğim arkadaşlarımı düşündüm. Onlara ihanet gibi olacaktı eğer bu teklifi kabul edersem. Vicdanım kabul etmedi benim. O yüzden almadım. Bu sefer baskılar başladı bana.
Kamera yerleştirdiler. Polis bir yandan, zabıta diğer yandan...
Gözaltına alındım. Kaldırım işgal cezası kestiler bize. Biz yine geldik. Daha sonra çevik kuvvet gelmeye başladı otobüslerle. Altı otobüs getirdi işveren bir işçiye karşı. Kalkanları var, coplan var. Bakıyorlar ki iki tane kadın oturuyor orada. Bunlar beni hiç yıldırmadı, insanlar camiye yayan giderlerdi. Cami yakın çünkü. Daha sonra işveren servis tuttu, işçilerle bizim bağlantımızı kesmek için yaptı bunu. Benim kapıya çıktığım ikinci gün kamera yerleştirdiler. Benimle konuşan arkadaşları tespit ediyorlar ve işyerine girerken direk sorgu odasına çekilip, uyarıyorlardı. Konuştuğunuzu gördüğüm an kapıya korum mesajı verildi onlara. Yurt dışından CCC( Temiz Giysi Kampanyası) geldi ve ondan sonra baskılar daha da arttı. Polis bir yandan, zabıta bir yandan sürekli baskı yaptılar. Bana "Nüfus kâğıdına işleyeceğiz, ileride hastanede tedavi göremeyeceksiniz" dediler.
"Sendika beni kullanıyor" de. Sana 30 milyar
Daha sonra yine DESA'dan gelip, gelin anlaşalım dediler. Ben olmaz dedim mahkemem var salı günü. Onlar da bana, "Pazartesi mahkemeye gidelim, çıkış nedenim sendikadan dolayı değildir, işverenim sendika karşıtı biri değil, beni sendika kullanıyor diye dilekçe vereceksin, imzalayacaksın, sana 30 milyar para veriyoruz, akşama da evine kamyon getiriyorum, kimse görmeden taşın buradan."dediler. Ben de onlara "Sendikamızın başkanı eğer anlaş derse anlaşırım yoksa hiçbir güç beni mahkemeye götüremez" dedim. O zaman bana bağırarak, "Senin çoluğun çocuğun var, bizi yakarsan seni yakarız. Yanına elli kişi de gelse yüz kişi de gelse kafasını kıracağız". Ben de, "Siz sekiz sene köle gibi çalışmadınız ben çalıştım, ben yine pazartesi geleceğim fabrika önüne" dedim. Hemen ertesi gün pazar günü evin yanında çocuğumu kaçırmaya kalktılar. Suç duyurusunda bulundum. Ama bir şey çıkmadı.
Sadece DESA değil, tüm işçi sınıfı arkadaşlarım için direniyorum
Hiç tanımadığım insanlar direnişe, bana desteğe geldi. Dışarıda emekten yana o kadar insan varmış ki, ben onları hiç bilmiyordum. Biz işçiler içeride kafeste kuş gibiyiz. Dışarıda ne olup ne bitiyor, hiçbir şeyden haberimiz yok ki. Bilinçlenme yok. Evine zor düşüyorsun fabrikadan. Kendime özgüvenim arttı. Genç olsam daha iyi olurdu. Benim bu direnişim gençlere örnek olması lazım. Benim direnişim sadece kendim için değildi dışarıdaki işçiyi gördüm, halkı gördüm. Düzce'de başladı ilk direniş ben daha başlamadan önce. Oradaki direnişçiler arasında kadınlar da olduğunu duyunca ben zaten duramadım. Oradaki kadınlar kötü koşulları düzeltmek için yola koyulduysa ben niye burada sendikaya üye olmuyorum, arkadaşlarıma destek olmuyorum diye düşündüm. Gerçekten ben onlar için sendikaya üye oldum. Bu çıkış olmasaydı emeklilik dilekçemi de vermiş olacaktım. Düzce'deki arkadaşlarım için her şeyi erteledim. Mücadele devam etsin istedim. Sadece DESA'da değil, tüm işçi sınıfı arkadaşlarım için de direniyorum. Beni sadece deri işçileri gelip ziyaret etmiyor. Her taraftan işçi geliyor desteğe. Başlarken direnişe bilinçsizdim gerçekten ama zamanla direnişte bilinçlendim.
Kadın dayanışması
Sadece işçiler değil ev kadınları da destek verdiler bana. Yazın çocukları ile bebekleri ile yanıma geliyorlardı. Kadın platformunun bana destek vermesi çok güzel oldu. Onlarla her hafta on beş günde bir eylem yaptık. Beni hiç görmeyen tanımayan izmir'deki kadınların eylem yapması, destek vermesi çok hoşuma gitti. Bize üç beş çapulcu diye bakanlar kaç kişi olduğumuzu gördüler. (EA/EZÖ)
* Makale, Hava İş Dergisinin 8 Mart Kadın Özel sayısından alıntılandı.