Herald Tribune ve Le Monde gazetelerinde yayınlanan ve tartışmalara yol açan bildirinin demokratik talepler içerdiğini belirten İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Eren Keskin ise "Devlet Leyla Zana ve arkadaşlarının ismini kullanarak Kürt halkına yönelik olumsuz bakış açısını bu bildirge aracılığıyla bir kez daha dile getirdi" diye konuştu.
Sanatçı Ferhat Tunç da, bildirinin sonrasında yaşanan tartışmaların Türkiye- Avrupa Birliği (AB) ilişkilerine zarar vereceğine dikkat çekerek "Bildiri, halkların haklarıyla birlikte yaşaması gerekliliğine vurgu yapmak için kaleme alınmış bir metindir" dedi.
Bianet'e konuşan Tunç, "Hükümet bildiride yer almayan özerkliği bahane ederek bir kaşık suda fıtına koparıyor. Ancak, Avrupa'da bu tavır son derece demokratik olan taleplere karşı çıkılıyormuş gibi algılanacaktır" dedi.
Avukat, yazar Hasip Kaplan ise Bask, Katalan, İskoçya örneklemelerinden yola çıkılarak özerklik ve federasyon istendiği noktasından "bir linç kampanyası" açıldığına dikkat çekerek, "Silah ve şiddete başvurmadan düşünce açıklanmasına tahammül edilemedi. Gerçekten bildiriden federasyon ve özerlik talebini öne çıkaran bir ifade yok" dedi.
Eski Diyarbakır milletvekili Sedat Yurttaş ise Hürriyet Gazetesinde Ümit Fırat tarafından yapılan eleştirileri haksız bulduğunu söyledi.
Yurttaş, "Leyla Zana'nın toplumda ve kamuoyunda bulunduğu yer hak ettiği bir yerdir. Bilgi için akademik titrin ve akademik formasyonun olması gerekmez. Leyla Zana ve arkadaşlarının bugün yüklendiği misyon çok önemli ve hayati değerdedir. Ancak onlarında sonradan gösterdikleri "hassasiyeti" imzadan önce göstermeleri gerektiği de şüphesiz" diye konuştu.
" Bölünme paranoyası uyandırılıyor"
Tuncelililer Kültür Merkezi Başkanı Nimet Tanrıkulu, "Halkların bir arada yaşabilmesini gösteren bir içeriğe sahip olan metnin" arkasında durduğunu belirtti.
"Burada öncelikli olarak Hürriyet'in olayı sunuş biçimi tartışılmalıdır. Metne imzasını koyanların da imzalarının arkasında durması gerekir. Herkes bu metni bir şekilde okudu ve metin herkese ulaştı. Metinde aykırı bir şey olduğunu düşünmüyorum. İktidarın olayı değerlendiriş biçimi hoş değil. Katılmasak da herkesin düşüncesine saygı göstermek gerekir" diye konuştu.
Tanrıkulu "Uluslararası bir çok metne imza atan Türkiye'nin, dışarıdakiler paranoyası yaşarak AB'ye girmeye çalışması anlaşılır değildir. Başbakan başta olmak üzere bu olayın herkes tarafından abartıldığın düşünüyorum" dedi.
"Düşünce terörü yaratılmak isteniyor. Türkiye'de bir imza ülkenin gündemini değiştirmeye yetiyor. Demokratik bir tartışma ortamı yaratılmalıdır. Evrensel hukuk vardı ve biz bunu dikkate alarak imza attık. Yasalar önünde herkes eşit ve özgür haklara sahiptir. Bırakalım herkes düşüncesini özgürce açıklasın. Ulusal ve uluslararası hakları ikna edici tartışmalardan kaçınmayalım. Bu metin bölünme paranoyalarından uzaktır".
Bildiriye, "Leyla Zana ve arkadaşları" olarak imza atmadıklarını da söyleyen Tanrıkulu " Bu nitelemeyi doğru bulmuyorum. Evrensel hukuk mücadelesine inanan bağımsız bir şahsiyet olarak imza attım. Bu metine imza atan hiç kimse Kürt halkının sözcülüğünü yapmıyor; bireysel olarak var olan soruna ilişkin görüşlerini açıklıyor" dedi.
"Her türlü görüş tartışılabilmeli"
İHD İstanbul Şube Başkanı Eren Keskin, bildirinin son derece demokratik talepleri içeren metin olduğunu; bilerek ve isteyerek imza attığını ifade ederek "Federasyon ve ayrıkçılık talepleri de bence tartışılabilmelidir" dedi.
Leyla Zana ve arkadaşlarının isminin gündem olmaları nedeniyle öne çıkarıldığını belirterek, "Devlet onların ismini kullanarak Kürt halkına yönelik olumsuz bakış açısını dile getirdi. Ama bu metin esas olarak kimsenin hazırladığı bir metin değil; herkesin okuyup bireysel olarak imzaladığı bir metindir" şeklinde konuştu.
"Uluslararası kamuoyuna yönelik bir ilan verilmesi son derece normal. Büyük medya bütünüyle militarist baskı altında. Devletin içinde bir çatışma olduğunu düşünüyorum. AB'yi istemeyen güçlerle AB'yi isteyen güçler arasındaki çatışma 17 Aralık'tan sonra kızışacaktır. Kürtler de bu çatışmaya feda edilmek isteniyor".
"Talepler yeni değil ki"
Sanatçı Ferhat Tunç, "Bu metinde yer alanlar bizim yıllardır ifade ettiğimiz taleplerden farklı değil. Biz dün de tam demokrasi barış ve özgürlük istiyorduk. Kürt halkının kendi dili ve kültürünü bunları icra edecek kurumlarıyla anayasal güvence altında yaşamasını istiyorduk bugün de bunu istiyoruz" dedi.
Tunç "Kişi olarak ben hiçbir zaman Kürt sorunu çözümünü Türkiye'nin üniter yapısının dışında aramadım ve başka bir model aramakta istemem. Bunun yolunu varolan yapıdan geçtiğini ve çözümünde bu yapı içerisinden çıkacağına inanıyorum" diye konuştu.
Bir kaşık suda fırtına koparan anlayışın Türkiye AB ilişkilerine zarar vereceğine inandığını da ifade eden Tunç, "Avrupa'da bu tavır, son derece demokratik olan taleplere karşı çıkılıyormuş gibi algılanacaktır" dedi.
Bildirinin Leyle Zana ve arkadaşlarına mal edilmek istenmesinde de kasıt bulunduğuna inandığın belirten Tunç şunları söyledi:
"Bu metne imzasını koyan 200'e yakın insan var. Bu anlamda 4-5 insanın cımbızla ayıklanarak gündeme getirilmesini de çok manidar buluyorum. Bunu yapan kim olursa olsun Türkiye'de bir linç zihniyeti taşıdığını ve bunu terk etmediğini düşünüyorum. Hepimiz katılımcıyız. Metinin ana fikri üzerinde bana ters gelen bir şey yoktu imzamı koydum ve arkasındayım".
"Çözümün adresi ülkenin içindedir "
Avukat, yazar Hasip Kaplan da, "Bildirinin özünde üç temel istem var. Birincisi AB sürecinde şiddete son verilmesi ikincisi köye dönüşler ve yaraların sarılması olayı, üçüncüsü de Kürt halkının kültürel taleplerinin anayasal güvenceye bağlanması. Ne yazık ki bu temel üç istem etrafında birleşenlerin iradeleri yok sayıldı, görmezlikten gelindi" dedi.
"Bask, Katalan, İskoçya örneklemelerinden yola çıkılarak özerklik ve federasyon istendiği noktasından bir linç kampanyası açıldı. Silah ve şiddete başvurmadan düşünce açıklanmasına tahammül edilemedi" diyen Kaplan, özetle şunları söyledi:
"Türkiye'nin en önemli sorunu sakince sağduyulu bir şekilde tartışılamıyor. 20 milyon Kürt ve onun değişik görüşlerdeki 200 kişisinin imzaladığı bir metin nedeniyle farklı şeyler konuşulmaya başlandı. Bu tür yaklaşımlar barış ortamını ve sorunu çözümüne katkı sunmaz. Anlaşılıyor ki Kürt sorunu öncelikle kendi içimizde daha çok konuşmamız gerekiyor. Çözümün adresi ülkenin içindedir. AB süreci ile Türkiye'nin tarafı olduğu birçok uluslararası sözleşmenin gereklerinin yerine getirilmesini istemek son derece demokratik, meşru bir davranış biçimidir. Düşüncelere katılmayanlar, düşüncelerin açıklanmasına saygı gösterebilmeliydi".
"Leyla Zana'ya yapılan eleştirileri haksız buluyorum"
Sedat Yurttaş ise bildirinin, tahammülsüzlüğün tam anlamıyla ortaya çıkmasına vesile olduğunu belirterek "Türkiye'nin yaptığı değişiklere göre şiddet içermemek şartıyla ifade özgürlüğü sonuna kadar savunabilecekti. Ancak bir yandan Başbakan diğer yandan Dışişleri ve Adalet Bakanının dile getirdiği sert eleştireler tahammülsüzlüğü göstermektedir" dedi.
Yurttaş, "Şu paradoksa bakın ki kısa bir süre önce azınlık haklarının Lozan'a ilişkin ilgili maddesi nedeniyle aynı çevreler Lozan hiç yokmuş gibi bir tutum takınırken bugün Lozan'a sıkı sıkı sarılarak eleştiriler yapılıyor" dedi.
Bildirinin amacına ulaştığını düşündüğünü söyleyen Yurttaş "Tartışmalardan sonuç itibariyle makul olan akılda kalacaktır diye düşünüyorum. Bence makul olan 80 yıldır yok sayılan bugün var kabul edilen ancak belirsizliğe ve statüsüzlüğe bırakılan Kürt sorununun anayasal güvenceye kavuşturulmasıdır" dedi.
Bildiriye imza atanların okuyarak ve içeriğini bilerek katıldığını düşündüğünü söyleyen Yurttaş, "Ben okudum ve imzaladım. İçeriğinden de anlamız gereken Kürt sorunun çözümünde dünyadan bağımsız bir nokta olmadığımız, benzer sorunları çözen ülkeleri örnek alarak bir çözüm oluşturmamız gerektiğidir" dedi.
"Ümit Fırat tarafından Leyla Zana'ya yapılan eleştirileri haksız buluyorum" diyen Yurttaş, "Kanaatimce Leyla Zana'nın toplumda ve kamuoyunda bulunduğu yer hak ettiği bir yerdir. Bu nedenle yapılan eleştirileri haksız buluyorum. Bilgi için akademik titrin ve akademik formasyonun olması gerekmez. Gerek cezaevi kapılmaları ve gerekse cezaevinin içi hiç şüphesiz birer hayat üniversitesidir. Bu nedenle değerlendirmelerimizde insaflı olmak zorundayız. Leyla Zana ve arkadaşlarının bugün yüklendiği misyon çok önemli ve hayati değerdedir. Ancak onlarında sonradan gösterdikleri "hassasiyeti" imzadan önce göstermeleri gerektiği şüphesizdir" dedi.(KÖ/EÜ)