Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV), bugün (21 Şubat) düzenlediği basın toplantısıyla Ocak 2006'da başlattığı ve Brüksel'deki Avrupa Siyasa Çalışmaları Merkezi (Centre for European Policy Studies-CEPS) ile birlikte yürüttüğü "İnsan Hakları ve Güvenlik" projesini kamuoyuna tanıttı ve bulguları açıkladı.
Proje, yurttaş güvenliği, güvenlik sektörünün demokratik gözetimi ve güvenlik sektörü reformu üzerinde toplumsal tartışma ve etkin yasal düzenleme kanallarının açılmasını öneriyor.
Ağılık kazanan "güvenliğe öncelik verme" söylem ve siyasetleri üzerinde yürüyen tartışmalarda insan hakları ve güvenlik kavramlarının biri diğeri için feda edilebilir iki unsur olarak gündeme geldiğine dikkat çeken proje, hem Türkiye'de hem de Avrupa'da terörle mücadeleye yönelik önlemlerin temel hak ve özgürlükleri sınırlandırıcı bir doğrultuda şekillendirilmesini, hukukun üstünlüğü ilkesi ve demokratikleşme süreci bakımından endişe verici gelişmeler olarak kaydediyor.
TESEV binasında gerçekleştiren toplantı da sunum yapan projede Güvenlik Sektörü Uzmanı olarak yer alan Yılmaz Ensaroğlu, Türkiye'de cumhuriyet tarihi boyunca yargının insan hakları yerine resmi politikaları gözettiğini belirtti ve yargıdaki mevcut çift başlılığın ortadan kaldırılması gerektiğini söyledi.
Toplantıda bir değerlendirme konuşması yapan Avukat Ergin Cinmen de, İnsan güvenliği için hepimizin bildiği şeyleri her gün yinelemek hep gündemde tutmak lazım dedi; Susurluk, Andıç, Akın Birdal'a saldırı, Şemdinli, Savcı Ferhat Sarıkaya'nın ihracı ve Hrant Dink cinayeti süreçlerini hatırlattı.
Aytar: TMY'nin revize edilmesi güvenlikleştirmeyi güçlendirdi
Aytar, 11 Eylül 2001 ve sonrasında sivilleri hedef alan saldırılar, tüm dünyada küresel terörizm etrafında yoğun bir tartışma sürecini tetiklediğini, Türkiye'de ise yakın dönemde Terörle Mücadele Yasası (TMY) ekseninde yürütülen tartışmalarda tüm dünyada izini sürebildiğimiz "güvenliğe öncelik verme" söylem ve siyasetlerinin ağırlık kazandığını gözlemlediklerini söyledi.
Susurluk skandalı ve "derin devlet" olguları aydınlatılamamışken, Şemdinli olayı, "çeteler" ve 301. madde tartışmalarının, demokratikleşme yönelimini zedelediğini ve yurttaşların devlete karşı güvenini gölgelediğini ifade etti.
Aytar, Avrupa Birliği'ne (AB) Uyum Paketleriyle yumuşatılan Terörle Mücadele Kanunu'nun otoriter bir şekilde bir kez daha revize edilmesinin, güvenlikleştirmeyi yeniden güçlendirdiğini belirtti.
"Dink cinayeti Güvenlik Sektörü Reformuna ihtiyacı ortaya koyuyor"
Hrant Dink cinayeti ve zanlıların "terör suçlarından" yargılanmayacak olmaları ihtimalinin, güvenlik parametrelerinin hâlâ yurttaş değil, devlet merkezli olarak belirlendiğini gösterdiğine dikkat çeken Aytar, "Zanlılara kimi güvenlik güçlerinin gösterdiği 'muamele' ve çeşitli güvenlik kurumları arasında gerilim iddiaları, kapsamlı bir Güvenlik Sektörü Reformuna ihtiyacı yeniden ortaya koydu" dedi.
Türkiye'de tarihsel olarak devlet-yurttaş ilişkisinin, koruyucu bir devlet mekanizmasına bağlılık temeline dayandığını belirten Aytar, "Bu durum, siviller ve güvenlik güçlerinde 'devletin güvenliği'ne odaklanan asimetrik bir ilişkiyi doğurdu ve hem devleti, hem de toplumun tamamını 'güvenlikleştirdi'" dedi.
"Terörizm tanımının muğlaklığı hak ihlallerine yol açıyor"
Terörizmin evrensel ve kesin bir tanımının olmamasının, insan haklarının etkin bir şekilde korunması açısından sorun yarattığını belirten Aytar, "Uluslararası standartların var olmaması, karmaşaya ve insan hakları ihlallerine yol açacak şekilde farklı milli yaklaşımların -ve tepkilerin- ortaya çıkmasına neden olmuştur. Uluslararası camia en kısa sürede ortak bir terörizm tanımı oluşturmalı" dedi.
Aytar, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nun kurduğu Geçici Komite'nin, bir terör sözleşmesi taslağı üzerinde çalıştığını aktardı.
AB sosyal, ekonomik ve kültürel önlemleri ikinci plana atıyor
AB'nin karşı karşıya olduğu en önemli tehdidin terörizm olarak görüldüğünü belirten Aytar, AB'nin terörle mücadele politikaları genel olarak dörde ayrıldığını ifade etti: "(1) radikalleşmenin engellenmesi, (2) bilgi paylaşımı, (3) sınır yönetimi ve (4) kritik altyapıların korunması."
Radikalleşmenin engellenmesi gibi entegrasyona dair sosyal, ekonomik ve kültürel önlemler ikinci plana atılarak, güvenliği sağlamak amacıyla "bilgi paylaşımı" ve "sınır yönetimi" tedbirleri ön plana çıkarıldığına dikkat çeken Aytar, bu tedbirlerin insan haklarının korunması ve çoğulcu toplumların geleceği açısından kaygılara yol açtığını anlattı.
AB'nin "Sınır Yönetim Dairesi", "Taşıyıcıların Veri İletimi", "Vize Bilişim Sistemi" ve "Schengen Bilişim Sistemi II" gibi ağ ve kurumlar oluşturma yoluna girdiğini söyleyen Aytar, Bu dört unsurun Avrupa-içi güvenlik eşgüdümünü sağlamak ve Avrupa sınırlarına sızmaları engellemek amaçlarını güttüğünü savundu.
"Bu ağ ve kurumların oluşturulmasının ifade ettiği 'kale Avrupa' zihniyetinin yanı sıra, toplanacak verilerin bir gözetim ve denetim toplumu kurabileceğine dair eleştiriler dile getiriliyor" diyen Aytar, Londra saldırısı sonrasında İngiliz hükümeti tarafından sunulan ve özel Konsey toplantısında çıkan bazı yasa tekliflerinin, oranlılık ilkesine ve uluslararası ve Avrupa insan hakları ilkelerine uyumları açısından Avrupa Parlamentosu, sivil toplum, STK'ler ve akademik çevreler tarafından sorgulandığını söyledi.
Aytar, AB'ye, AB'nin Türkiye Politikalarına ve Türkiye'ye yönelik eleştiri ve önerilerini şöyle sıraladı:
* AB Politikaları tehlikeli bir eğilime girerek insan haklarını güvenliğe feda etme yoluna girdi.
* AB, "güvenlikleşen" tavrını gözden geçirmek ve farklı ırksal ve dini kökenlere sahip yurttaşlarına ve yurttaş olmayan sakinlerine genel yaklaşım ve özel uygulamalarını yeniden ele almak durumunda.
* AB Türkiye'ye atfettiği (Avrupa'ya terörist, uyuşturucu ve yasadışı akımlarını durdurmak ile görevli) "kapı ülke" konumunu gözden geçirmeli.
* AB'nin kendi içindeki güvenlikleştirme yönelimi, Türkiye'deki benzer eğilimi güçlendiriyor. Hem AB hem de Türkiye'de yurttaş güvenliği ve insan hakları savunulmalı.
* Türkiye yeniden güvenlikleştirme yönelimi eleştirel olarak ele alınmalı.
* Yurttaş güvenliği, güvenlik sektörünün demokratik gözetimi ve güvenlik sektörü reformu üzerinde toplumsal tartışma ve etkin yasal düzenleme kanalları açılmalı.
* Seçilmişler, medya ve STK'ler başta olmak üzere katılımcı ve saydam "sivil kapasite inşası" adımları atılmalı.
Ensaroğlu: "OHAL", "sıkıyönetim" uygulamaları olağanlaştırıldı
Yımaz Ensaroğlu, "kendimizle yüzleşmemiz gerekiyor" diye başladığı konuşmasında, güvenliğin bir insan hakkı olduğunu hatırlattı ve uygulamadaki gerilimin insan güvenliği yerine devlet güvenliğinin öne çıkarılmasından kaynakladığının altını çizdi.
Türkiye'de askeri ve militarist bakış açısının olağandışı "OHAL", "sıkıyönetim" gibi uygulamaların olağanlaştırıldığını, bir kural ve esas haline getirildiğini ifade eden Ensaroğlu, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana geçen 84 yılda dört askeri darbe yaşandığını, 41 yılının olağanüstü, 26 yılının da sıkıyönetim altında geçtiğini hatırlattı.
Türkiye'de yargının İstiklal Mahkemeleri, Sıkıyönetim Mahkemeleri ve sürekli hale getirilen Devlet Güvenlik Mahkemeleriyle insan hakları yerine resmi politikaları gözettiğini belirtti ve yargıdaki mevcut çift başlılığın ortadan kaldırılması gerektiğini söyledi.
"11 Eylül'de dünya Türkiye'ye benzemeye karar verdi"
"11 Eylül'de dünya Türkiye'ye benzemeye karar verdi" diyen Ensaroğlu, birçok Avrupa ülkesinin Türkiye'deki eleştirdikleri yasaları kendilerinin çıkarmaya başladığını ifade etti.
Ensaroğlu Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın ABD'de "takım elbiseyle" yaptığı basın toplantısında, hak savunucularını, barış için çabalayanları hedef gösterdiği açıklamasına ilişkin soruyu şöyle yanıtladı:
Ensaroğlu, ihlallerin uygulamada bir yönetim pratiğine dönüştürüldüğünü, bu durumun bütün dünyada insan haklarını gerilettiğini ve ihlalcilerin elini güçlendirdiğini belirtti.
"Büyükanıt 'Kürt Sorunu insan hakları sorunu' diyenlere meydan okuyor"
"Büyükanıt'ın açıklamaları son derece vahim. Kürt sorunun insan hakları sorunu olduğunu söyleyenlere meydan okuyor ve açıkça hedef gösteriyor. Bu hak savunucuları dışında kimse dile getirmedi. Ağustos'taki komuta kademesinde yaşanan değişikliklerden sonra benzer açıklamalar sıklaştı. Hak örgütlerinin ve hepimizin buna tepki göstermesi, ciddiyetle üzerine gitmesi ve suç duyurusunda bulunması gerekir."
Cinmen: Demokrasiye herkesin ihtiyacı var
Ergin Cinmen, demokrasi ve insan hakları söylemlerinin solcular, entelektüeller ve liberaller tarafından dile getirilmesi nedeniyle sanki onlara ait bir kavrammış görüldüğünü belirterek, "Demokrasiye herkesin ihtiyacı var" dedi.
"Herkes eşit, Veli Küçük daha eşit"
Cinmen, Dink cinayetinde adı geçen Veli Küçük'ün ifadesinin alınıp alınmadığı yönündeki soruya, "Herkesin ifadesi alınabilir Veli Küçük'ün ifadesi alınamaz. Herkes eşit, Veli Küçük daha eşit. Susurluk başta olmak üzere birçok olayda adı geçen Veli Küçük hiçbir şekilde yargı önüne çıkmadı. Dink cinayetinde de ifadesine başvurulmadı" diye yanıt verdi. (KÖ/TK)