Fotoğraf: http://www.ka.org.tr/
2010 yılından bu yana çocuk hakları alanında çalışan Hümanist Büro, "Mevsimlik Tarımda Çocuk İşçiliğinin Önlenmesine Yönelik Çalışmalara Dair" görüşünü yayınladı. "Aç karnına kuru öğüt çekilmez" altbaşlığıyla yayınlanan yazının detaylarını Hümanist Büro'dan Avukat Seda Akço bianet'e anlattı.
"Öneriler yanlış değil, ama eksik"
Mevsimlik gezici tarım işçisi çocuklar ile ilgili olarak ailelerin yoksulluğuna vurgu genelde çok yapılmıyor. Raporda da bu durum, Ünsal Oskay'ın "en büyük ahlaksızlık, fakirden ahlak beklemektir" sözüyle tarif ediliyor. Ailelerin "neden o durumdalar" sorusu, çocuk işçiliğinde mücadelede neden görmezden geliniyor?
İlginç bir söylem var. Mevsimlik gezici tarım işçisi çocuklardan bahsederken, bu çocuklar aileleri tarafından çalıştırılmaması mümkün iken çalıştırılan çocuklar olarak anlatılıyor bize. Bu durumda önerilen çözüm de şöyle oluyor: Aileleri ve bahçe sahiplerini ikna etmek ve bahçeleri denetlemek ve ceza kesmek. Bu önerilerin hiçbirine yanlış denilemez. Ama eksik. Öyle büyük bir eksiklik var ki, cevaplar yanlış olmasa da geçersiz hale geliyor. O büyük eksiklik mevsimlik gezici tarım işlerinde çalışan ailelerin büyük kısmının ciddi bir yoksulluk içinde yaşıyor olmaları.
"Yoksulluk sanki kaçınılmazmış gibi"
Mesele ailelere geldiğinde yoksulluktan söz ediliyor bana kalırsa. Ancak "çalıştıklarından" söz edilmiyor. Sanki öylece kendiliğinden ve kaçınılmaz olan bir yoksulluk gibi. Çalışıyor olmaları hali sessizce geçiştiriliyor. Arkasından da deniyor ki, "Bu yoksullukla mücadele etmek için biz varız. Önümüzdeki 5 yılı planladık veya 24 aylık bir projemiz var." Görmezden gelmenin sebebi, bu plan ve projelerde sunulan çözümlerin doğruluğuna inanmamızı sağlamak. Örneğin, "İnsanlar yoksulsa, iş bulursunuz çalışırlar ve yoksulluktan kurtulurlar. Biz de onlar için istihdam alanları açmayı planlıyoruz" dendiğinde, "harika, işler yolunda demek ki" dememizi istiyorlar. Aynı şekilde sözlerime başlarken verdiğim örnekte, "aileler için eğitimler ve farkındalık çalışmaları yapıyoruz, çocuklarını çalıştırmamaları için" dendiğinde "Bravo" dememiz isteniyor.
"Mevsimlik gezici tarım işçileri çalıştıkları halde yoksullar"
Şu çok net iki gerçek: Mevsimlik gezici tarım işlerinde çalışanlar ciddi ekonomik yoksunluk içinde yaşayan insanlar ve bu insanlar çalıştıklarında elde ettikleri gelirle kendileri ve aileleri için insanlık onuruna yaraşır bir gelir elde edemiyorlar, ancak çoluk çocuk yaşadıklarında mevsimlik tarım işçisi olmayı sürdürecek kadar hayatta kalabiliyorlar.
Eğer bu örtülü yok sayma yetmezse bu sefer, "bildiğiniz gibi değil bunların içinde Mercedes arabası olan var, düğün için çalışan var" gibi örnekler ile geliniyor. Böyle örnekler olabilir, örneğin dayıbaşları bu denilen örnekteki gibi yaşıyor olabilir. Hem bu genellenemez, hem de bu söylem yoksulluktan hiçbir şey anlaşılmamasının sonucudur. Bir de böyle bir algı sorunumuz var bu alanda. Yoksulluk her an yiyecek ekmeğinin dahi olmaması demek değildir. İş ve gelir güvencesi olmayan insanlar belli bir zaman diliminde elde ettikleri bir gelir ile dışarıdan bakıldığında uyumsuz görünen harcama yapabilirler, bu onları varsıl kılmaz.
Mevsimlik gezici tarım işçileri çalıştıkları halde yoksullar ve ciddi bir ekonomik yoksulluk ve yoksunluk içerisindeler. Buna çözüm bulunmadıkça, çocukların çalışmamasını temin etmeye çalışmak yetersiz bir mücadele olur. Çünkü anne babası tam zamanlı çalışsa bile neredeyse açlık sınırında gelir ile yaşamak zorunda kalan bu çocuklar ne yeterli beslenebilir ne de eğitimlerine devam edebilirler.
"İşin özü, ücret politikası"
Yeni iş alanları mevsimlik tarım işçileri için bir çözüm olabilir mi?
Elbette, insanların yeteneklerini uygun ve ihtiyaç duydukları geliri elde edebilecekleri bir işte çalışma olanakları her zaman olmalı. Yeni iş alanları olması, bu insanların çalışan yoksullar olmalarına sebep olan çok düşük ücretle çalışmaya mecbur olma hallerinin ortadan kalkması için de şart. Ancak işin özü, ücret politikası. Eğer ülkedeki işsizliği neredeyse tamamen ortadan kaldıracak bir istihdam politikası yoksa, ben Urfa'da yeni bir iş alanı yarattım burada mevsimlik gezici tarım işçilerinin tamamı çalışacak deseniz bile, tarım üretimi devam ettikçe ve ülkede işsizlik oldukça birileri mevsimlik gezici tarımda çalışmaya devam edecek.
Öte yandan ücret politikası da önemli. Yeni istihdam alanlarında da insanlar bugünkü asgari ücretle çalışacak olurlarsa yaşamak için çocuk emeğine ihtiyaç duyacaklar. Ünsal Oskay'ın yorumu burada önem kazanıyor. "Biz ne yoksullar biliyoruz, kendi aç yatıyor ama çocuğunu okutuyor. O nedenle biz bu ülkenin genel sorunlarına bağlamayalım çocuk işçiliğinin önlenmesini, biz gene de aileleri ikna etmeye çalışalım çocuklarını mevsimlik gezici tarım işlerinde çalıştırmamak için" yaklaşımı bir naiflik veya bir romantizm değil, bir ahlak sorunu.
Uluslararası sivil toplum kuruluşlarından aktarılan fonlar için, "çocuğa gelinceye kadar çok azalıyor" diyorsunuz. STK'ların rolü ve işleyişi çocuk işçiliği ile mücadelede neden yeterli olmuyor?
Bir örnek ile anlatmaya çalışayım. Mahallenizde yardıma ihtiyacı olan bir aile gördünüz ve ona kendi kaynaklarınız ile yardım etmeye karar verdiniz. Onlar için ayırdığınız kaynağın hepsini onlara veriyorsunuz. Çok net bir durum. Ancak bu ailenin ihtiyaçlarına yetişemediğinizi düşünmeye başladınız ve etrafınızdan da destek olmasını istiyorsunuz. Birçok kişi de size destek olmak istiyor.
Bu kişilerin ayırdıkları kaynakları toplayıp aileye ulaştırmaya başladınız. Bir süre sonra fark ettiniz ki, bu iş için ciddi bir emek, zaman, benzin vs. harcıyorsunuz ve bunu devam ettiremeyeceksiniz, ya bırakıp gideceksiniz veya aldığınız desteğin bir kısmını bu giderlere ayırmanız gerekecek. Böyle bir kaynak ayırarak devam etmeye karar verdiniz. Siz bunları yapar hale gelince başka şehirlerden de destek olmak isteyenler çıktı. Bir depo, nakliye, bir büro, masa sandalye, telefon ve daha bir sürü ihtiyaçlar doğacak ve elbette onların da maliyeti. Bu böyle sürüp gider. Bu büyük organizasyonda genellikle, sizin kendi olanaklarınız ile yapabildiğinizden niceliksel veya niteliksel olarak daha azı kalır destek verdiğiniz aileye.
"Durum resmileşip uluslararası kuruluşlar geldiğinde her şey değişiyor"
Bu durumu Rakel Sezer "Mülteci" isimli kitabında çok güzel anlatıyor. Yunanistan'a botlar ile göçmenler ilk çıktıklarında, yöre halkı bir araya gelip giysi, yiyecek yardımı yapıyorlar. Çok daha fazla insanın günlük ihtiyacı daha düzenli bir biçimde ve insani bir ilişki kurularak sağlanırken, durum resmileşip uluslararası kuruluşlar geldiğinde her şey değişiyor.
Sorun o kadar büyük ki, bu sorunla Yunanistan'ın bir köyündeki yerleşiklerin mücadele ettiği yöntem ile mücadele etmeyi savunamayız elbette. Ancak sivil toplum kuruluşları da sorunları yaratan sebepler gibi ulusal düzeyde veya küresel düzeyde örgütlendikçe karşımıza kaynakların etkili kullanımı gibi sorunlar çıkıyor. Daron Acemoğlu da bu kuruluşları sömürücü ekonomik yapılara dönüşme riskine dikkat çekiyor. Bu ciddiye almamız gereken bir konu.
"Dayanışması gereken STK'ler birbirlerinin rakibi oluyor"
Fon sağlayıcı kurumlar, birçok sorunlu kurumun sivil toplum alanına girmesine de neden oluyorlar. Örneğin; fon sağlayıcı kuruluşların işaret ettikleri alanlar, tıpkı bir yerden yol geçince çevresindeki arazinin kıymetli hale gelmesi gibi, çekici konular haline geliyor. Fon sağlayıcı kuruluşların aradığı uzmanlıklar, kapasiteler, bu kuruluşların büyük işletmeler olmasını gerektiriyor, bu da büyümeyi ve beraberinde hem maliyetlerin artmasını hem de buradan gelir veya kariyer elde eden kişilerin hizmet etmeleri gereken kişilerin gerçekliğinden kopmasını getiriyor. Sivil toplumu güçlendirmek adı altında yapılan çalışmalar, sivil toplumun ihalelere girmesini gerektiriyor. Dolayısıyla, dayanışması gereken sivil toplum kuruluşları birbirlerinin rakibi halin geliyorlar. Daha çok şey var bu alanda konuşulması gereken. Bu konuşmayı yapmak zorundayız.
TÜİK verilerinin dışında çocuk işçiliğiyle ilgili veriler bize neyi gösteriyor? (TÜİK anketinde Suriyeli çocuklar yok ve tarımsal faaliyetlerin sona erdiği bir dönemde yapılmış) Sizin ulaştığınız veriler var mı?
Mevsimlik gezici tarım işçileri ile ilgili uzun yıllardır çalışma yapan Kalkınma Atölyesinin pek çok araştırması var. Kaç çocuğun çalıştığından daha önemlisi, çocukların hangi koşullarda hangi işlerde çalıştıkları ve bunların çocukların gelişimlerine etkisi. Geçtiğimiz yıl Kalkınma Atölyesi'nin yayınladığı "Tarımsal Üretimde Çalışan Çocukların Karşılaştığı Sağlık Sorunları" isimli rapor bu konuda çok ayrıntılı bilgi içeriyor. Ayrıca Kalkınma Atölyesi pandemi sürecinde de mevsimlik gezici tarım işçilerini ve çocukları izledi ve birçok rapor ve harita yayınladı. Onlar da bu konuda çok iyi bilgi kaynakları. Kalkınma Atölyesi'nin web sitesinden ulaşılabilir.
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı 21 Haziran'da "1999'da yüzde 10,3 olan çocuk işçi oranının, 2019'da yüzde 4,4'e düştüğünü" açıkladı. Öte yandan 2018 yılı "Çocuk İşçiliği ile Mücadele Yılı" olarak ilan edilmişti. Buna rağmen hala yüksek oranda çocuk işçinin olduğu ortada. Çocuklar ve aileler için gerekli yasal düzenlemeler hangi noktada yetersiz kalıyor?
Bizim bakış açımıza göre, en büyük eksiklik asgari ücret, çalışan hakları ve çocuk desteklerine ilişkin. Mevsimlik gezici tarım işçilerini konuştuğumuz için tarım iş yasasının olmamasının da önemli bir eksiklik olduğunu söylemek gerekir. Temeli bu olmakla birlikte birçok yasada düzenleme yapmaya ihtiyaç var. Bunları da biz "Tarımsal Üretimde Çocuk İşçiliğinin Önlenmesine Yönelik Yasal Boşluk Analizi ve Öneriler" başlıklı raporda toparlamaya çalıştık. (AÖ)