Fotogaleri için tıklayın.
Arabayla Hasdal Viyadük'ünden geçerseniz veya yolunuz Kâğıthane Cendere Vadisine düşerse bir anda başka bir İstanbul manzarası dikilir karşınıza. Bir tarafında Belgrat Ormanları, bir tarafında Seyrantepe, bir tarafında Kâğıthane/ Hamidiye mahallesi olan Cendere Vadisi İstanbul'da yaşayanların alışık olmadığı, varlığından habersiz oldukları bağlar, bahçeler ve bostanlarla donanmış.
Ejderha gibi yükselmiş gökdelenlerin, binaların, asfalt yolların arasından Kâğıthane Cendere vadisine iner inmez asfalt yol bitiyor kaldırımsız, toprak, tozlu bir yol başlıyor. Burnum alışık olmadığım kokular alıyor. Gübre, bitki, çiçek, bostan kokuları. Vadiyi yararak akan dereden kurbağa sesleri yükseliyor vadi boyunca düzgün bir şekilde bostanlar bahçeler sıralanmış. Kafamı çevirip etrafıma baktığımda şehir şimdi daha uzak görünüyor.
İstanbul'un çiftçileri
Sıra sıra düzgünce dizilmiş bahçelerde bostancılar günün doğmasından bu yana dadanmışlar bahçelere çalışıyorlar. Kimi kuyulardan su çekip bahçeyi suluyor, kimi çapa yapıyor, kimi de zararlı otları yoluyor ekinlerin arasından. Çoluk çocuk koyulmuşlar elleriyle topraktan rızıklarını koparıyorlar. Temmuz güneşinde çalışıp yorulan bir aile öğle sıcağında bunalıp çardaklarının gölgesine sığınmış dinleniyorlar. Bizi görünce biraz şaşırıyorlar; bunu "buraya pek uğrayan olmaz" diye açıklıyorlar. Çok geçmeden biz de çay sohbetine buyur ediliyoruz. Ağır şehir havasından taşarak, orman kokusunun ortasında büyükşehirlerde kimsenin malik olamayacağı hayatlarına dair söyleşimize başlıyoruz.
Yılmaz ailesi şehirlere göre normalin dışında 4 dönümlük bir bahçenin başına inşa ettikleri bir gecekonduda yaşamlarını devam ettiriyorlar. Nabi Yılmaz anlatıyor:
"45 yıldır burada yaşıyorum, baba mesleğini devam ettiriyorum. Ben daha 4 yaşındayken ailem Kastamonu'dan buraya gelmiş ve o gün bu gündür bahçıvanlıkla geçimimizi sağlıyoruz. Kara lahana, semizotu, nane, dereotu, maydanoz, pazı ve ihtiyacımız kadar sebze ekiyoruz. Ürünlerimizi pazarcılara satıyoruz. Kazancı az, zaten değişen bir şey yok yıllardır masraf artıyor ama fiyatlar aynı birde hastalık var yağmur, dolu bunlarda ürünlere zarar veriyor. Ne var ki bana gurur veren bir iş çünkü bir kere üretiyorsun sadece tüketici değilsin. Allaha şükür kıt kanatta olsa geçinebiliyoruz. Çoluk çocuğumla emek veriyoruz ama buranın da sayesinde çocuklarıma sahip çıkabiliyorum onları okutabiliyorum."
"Keşke şehir tarım alanlarını yok edecek kadar büyümeseydi"
Yılmaz ailesi de bu civarda bahçıvanlıkla geçinen ailelerden biri. Yıllardır bu toprakla haşır neşir olmalarına rağmen hâlâ toprak sahibi olmamışlar, onlar da diğer bahçıvanlar gibi bu bostanları kiralıyorlar.
Tüm bunlara rağmen İstanbul'a sıradışı bir görüntü katan bu tarlalar çok yakın bir zaman içerisinde yok olacaklar. Bostanların yerine fabrikalar veya başka beton yığınları dikilecek. Nitekim şimdiden etrafını sarmaya başlamış inşaat şantiyeleri. Biraz ileride Galatasaray'ın yeni stadının inşaatı devam ediyor.
Nabi Yılmaz bu durumdan yakınıyor "Keşke şehir bu taraflara gelmeseydi, tarım alanlarını yok edecek kadar büyümeseydi. Şehirleşmek veya modernleşmek açısından değil çünkü şehir tarım alanlarına yaklaşırsa yok etmeye başlar. Ne yazık ki eskiden buradan ta Alibeyköy'e kadar uzanan Cendere Vadisi İstanbul'u besliyordu. Artık tamamıyla yok olmak üzere." Nabi Yılmaz'ın sözlerine şahitlik edercesine, araç ve benzin istasyonları, fabrikalar, otoyol ve daha bir sürü şantiye bütün vadiyi, bu bahçelerin etrafını sarmış.
"Peki, buralar imar alanı olursa ne yapacaksınız?"
"Zaten tarım mevsimi, 4 ay geri kalan zamanlarda da dışarıda, pazarda işçilik yaparak geçiniyoruz. Başka türlü bostanla idare etmek mümkün değil, ancak dışarıda çalışmaya devam edeceğiz veya bahçıvanlıkla ilgili başka işler yaparım. Evi, tası tarağı da toplar, bir yerde kirada otururuz. Zaten şimdi kaçak gibi yaşıyoruz, resmi kurumlar işi düşmediği sürece kapımızı çalmazlar."
Ailece el birliğiyle topraktan rızıklarını kazanıyorlar
Nabi Yılmaz'ın eşi Ayşe Yılmaz, bir taraftan ev işlerine bir taraftan bahçe işine yetişmeye çalışırken hanenin geçimine katkıda bulunmak için, bir lojistik şirketinde işçi olarak çalışıyor.
"Sabah altıda uyanıyorum, ev işlerini hallettikten sonra kocamla birlikte tarlaya geliyoruz. Biraz yardım ettikten sonra 8'de de işe gidiyorum. Hafta sonları ve tatil günlerinde de bahçede hep beraber çalışıyoruz. Hayatımız hep bir koşuşturmayla geçiyor. Bahçe çok gelir getiremediği için ekstra birini çalıştıramıyoruz. Bu yüzden ailece el birliği edip çalışıyoruz."
Yılmaz ailesinin iki çocuklarında en büyüğü Zübeyde Yılmaz liseyi bu yıl bitirmiş. Beri yandan girdiği üniversite sınavının sonuçlarını bekliyor. Zübeyde de çocukluğundan bu yana bahçede babasının yanında çalışmış bir taraftan da okulunu okumuş. Üniversitede de tarım ve ziraat üzerine okumak istiyor. Aşina olduğu baba mesleğinde akademik olarak uzmanlaşmak istiyor.
Zübeyde Yılmaz kendi hikayesini şöyle özetliyor "Burada bütün gün güneşin altında sıcakta çalışıyoruz, eğilerek çalışıyoruz. Bir taraftan okurken bir taraftan da bahçede babama yardım ediyorum."
Akranlarıyla farkını da vurguluyor: "Sitelerde, binalarda oturan arkadaşlarım buraya geldikleri zaman çok şaşırıyorlar. İstanbul gibi bir yerde bahçe işinde çalışmam çok ilginç geliyor. Arkadaşlarım böyle bir yerin varlığından bile habersizlerken ben bahçe yapmasını bile biliyorum. Bütün bunlara rağmen yaptığımız iş zevkli, sadece ileride bu bostanların bahçelerin yok olmasından kaygılanıyorum. Birde verdiğimiz emeğin ve işçiliğimizin az karşılık bulduğunu düşünüyorum."
Tek istekleri başlarını sokabilecekleri bir ev
Güneş batmaya yakın oluyor, sıcaklık etkisini azaltıyor. Yılmaz ailesi öğle molalarına son vererek bostanda yeniden işlerine koyuluyor. Biz de vedalaşmadan önce son bir soru daha soruyoruz.
"Bu kadar emek karşılığında, keşke bu da olsaydı dediğiniz, istediğiniz ne var en çok?" Bir tatil veya bir araba ya da daha uçuk bir hayal değil. Sadece, "Başımızı sokabileceğimiz güzel bir ev alabilseydik yeterdi" diyorlar.
Ferahlatıcı orman kokusunda, yavaş yavaş uzaklaşarak, şehrin ağır bunaltıcı atmosferine yeniden geri dönüyoruz. Uzak bir tepede bostanlara bahçelere bakınca hepsi birer minyatür gibi duruyor. (YK-AB/TK)