Stonewall olaylarının 41. senesindeyiz. Bu yeni bir siyasal öznenin, yeni bir toplumsal hareketin ortaya çıkışı açısından ne kadar mühim? Stonewall’u 1968’in açığa çıkardığı radikal dalgayla bağlantılı olarak düşünçebilir miyiz?
Bawer Çakır: Stonewall olaylarının olmasına vesile olan tabii ki 68 ve o özgürlükçü dalga. Tüm dünyaya yayılan hak mücadelesi ve bunun dillendirilmesi. O tarihe kadar sadece kapalı mekânlarda, barlarda, klüplerde, kültür merkezlerinde toplanan, bir hareket bile diyemeyeceğimiz bir toplaşma, örgütlenme girişimi olan Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti ve Transseksüel (LGBTT) hareketinin miladı diyoruz biz bu olaydan bahsederken.
İlk defa hem canının yanması üzerinden hem de artık dünyada olan bitenlerin verdiği bir ‘gazla’ Stonewall’da rutin olarak gerçekleştirilen polis baskınlarına 29 Haziran 1969’da çoğunluğunu travesti ve transseksüellerin oluşturduğu grup karşı çıkıyor. Onları önce bardan püskürtüyorlar. Başlangıçta barda küçük bir çatışma ortaya çıkıyor, ardından bu çatışma New York’ta o barın etrafında bulunan bütün bir güzergâha yayılıyor ve polis o mekâna ve genelde de LGBTT insanlara karşı tutumunu değiştirmeye başlıyor. Biz Stonewall ayaklanmasından bahsederken bunun bir milat olduğunu söylüyoruz; çünkü bizim mücadelemiz ilk defa o gün sokağa çıkmış oluyor.
Aykan Safoğlu: 1968’in o özgürlük ve barış rüzgarı bir anda çok da ‘romantik’ bir şekilde esip orayı dönüştürmüyor elbette. New York’ta o dönem cinsiyet kimliği yüzünden toplum dışı yaşayan insanlara karşı çok ciddi bir baskı, tahakküm kültürü var. Bunun da bir benzerinin aslına bakarsanız Türkiye yerelinde yaşandığını düşünüyorum.
Ülker Sokak olaylarıyla Demet Demir ve çevresindeki insanların mücadelesini, aslında Lambdaistanbul ve Türkiye LGBTT hareketinin başlangıcı olarak da değerlendirebiliriz. Ankara Eryaman’da 2006’da yaşanan olayları da Pembe Hayat LGBTT örgütünün varlık bulmasına ve politika üretmesine yol açtı.
Stonewall ayaklanması dediğimiz şey, çok ağır bir kurumsallaşma iddiasında olmadan harekete geçmiş bir şey. Sonrasında ortaya çıkan hareket ise zamanla biraz entegrasyona giden, ehlileşen gey evliliği için mücadele eden, toplumla uzlaşmaya gönül indirmiş, bir noktada muhalif yönünü yitirmiş bir hareket olacak Batıda. Bizde hâlâ muhalif kanat çok daha ağır basıyor.
Bawer: Batıda ana akımlaşan harekete karşı alternatifler, girişimler de var elbette. Büyük markaların sponsorluğunu yaptığı onur yürüyüşlerine alternatif daha muhalif ve özellikle sol ve anarşist grupların organize ettiği onur yürüyüşleri de oluyor.
Sinan Sinem Göknur: O dönemde insanlar biraz baskıdan bıkmış olmanın verdiği bir enerjiyle örgütlenmeye başlamıştı. Stonewall olayından bir sene önce kendisi de transseksüel olan tarihçi Susan Stryker Screams’in “Queens” adlı belgeselde bahsettiği gibi San Francisco’da Stonewall’a çok benzeyen bir olay da patlak veriyor. Yani Amerika’da tek bir yer değil söz konusu olan. Polisin şiddetine karşı bir başkaldırı başlıyor.
Türkiye’de de hareket neredeyse aynı momentumla ortaya çıkmış. Elbette Türkiye’de hareket 1990’lar civarında başlamış. 18 yıllık çok genç sayılabilecek bir hareket söz konusu ve o yönüyle ana akıma erişme gücü yok. Bu aslında bizim açımızdan bir avantaj çünkü muhalif kalmayı kolaylaştırıyor, ama bunun yanında ana akıma taşındığı zaman bu hareket de muhalif kanadını kaybedecek mi?
Kuzey Amerika ve Avrupa’da muhalif hareketlerin çok fazla sesi çıkmıyor. Ufak balonlar olarak kalıyorlar. Türkiye LGBTT hareketini iyi bir yerde görüyorum. Bizim önümüzde olumlu ve olumsuz örnekler var ve bunları bildiğimiz için de daha bilinçli örgütlenmeye çalışıyoruz. Durumumuzu avantajlı görüyorum.
Aykan: Aslında Ülker Sokak’ta bir hareket var mı yok mu, bunun ciddi analizini yapmak gerekiyor. Çünkü Ülker Sokak’ta aslında örgütlülük bilinci olan insanlar yok. Her şeyden önce ticari eksende para kazanma ve yaşam mücadelesi verme derdinde olan insanlar var ve bunlar bir baskıya maruz kaldıklarında aslında çok örgütlenemedikleri için, örgütlülüğü var edemedikleri için de yerlerinden edilmişler. Bu çok ciddi şekilde insanların ikna olduğu bir an. Gerçekten örgütlü olmadığınızda yaşama ve tutunma şansınız daha az. Sanırım Demet’in, Ebru’nun, o zamanlardan bugüne hâlâ politika yapmaya devam eden insanların devraldığı böyle bir miras.
Biraz önce 1968’in açığa çıkardığı radikal dalga ile LGBTT hareketinin doğuşu arasındaki rabıtaya değindik. Türkiye’de ise hareketin ancak 1990’lardan itibaren açığa çıkmasının da gösterdiği gibi böyle bir bağlantıdan bahsetmek güç. Bunun nedenleri ne olabilir?
Bawer: 1968’in Türkiye’deki yansıması biraz daha heteroseksüel ve erkek bir mücadeledir. Hareket öyle evrilmişti, erkek söylemleri üreten, erkekliği kutsayan bir hareket oldu neticede. Kadın hareketi bile oradan sıyrılmak için çok ciddi mücadele verdi. Kaldı ki kadınlar görünürlerdi zaten. Bir şekilde bu mücadeleye emek veriyorlardı ama LGBTT insanlar sokakta kendilerini ifade etmek konusunda da herhangi bir alanda kendilerini ifade etmek konusunda da çok temkinliydiler.
Transların zaten zorunlu yaşadıkları bir hayat vardı. Gündüzleri neredeyse sokaklarda görünmüyorlardı. Gey ve lezbiyenler de kendilerini ifade etmek için ortam bulamıyorlardı. Bunun bu kadar uzun süre beklemesinin bir nedeni de arada 68’e vurulan balyoz, ardından da 1980 darbesi oldu elbette. Çünkü o arada Türkiye’deki muhalif hareket de randıman kaybetti ve çok uzun yıllar hiç ses çıkmadı. 1980 darbesinden sonra dört yıl bekledik içinde özgürlük ve demokrasi geçen bir şarkı dinlemek için. Böyle düşündüğümüzde, o sürecin çok da yavaşlamadığını, sanki doğru zamanın beklendiğini düşünebiliriz. Can yanması üzerinden refleks gelişti ama kaçınılmaz olarak örgütlenmezsek birey olarak kendimize bir yaşam alanı kazanamayacağız diye de düşünüldü.
Biraz önce söylediğiniz şey önemliydi, hareketin ana akım haline gelmesi, entegre olması, ehlileşmesi meselesi. Bugünlerde Amerikan Kilisesi’nde gey psikopos tartışması var. Evlilik meselesi bildiğiniz gibi çokça tartışılıyor. Bir de orduda geylerin durumu tartışması var. Hareket bir taraftan baktığınızda biçimsel eşitlik üzerinde yoğunlaşıyor ama bir taraftan da saydığımız ordusu, ailesi, kilisesiyle radikal bir toplumsal dönüşüm hareketini karşısına alması, sorgulayarak aşması gereken kurumlar. Bu anlamda biçimsel eşitlik talebi ne kadar yol açıcı olabilir?
Sedef Çakmak: Lambda’nın politikalarına bakacak olursanız bizim çok fazla eşcinsel evlilik ya da eşcinsel subaylar ordudan atılmasın tarzında taleplerimiz yok. Dışardan bakanlar henüz ona sıra gelmemiş diyebilir belki ama bundan ziyade Lambda içinde evlilik olsun, aile olsun, din olsun çok sıkça tartışılan meseleler. Biz bu meselelere biçimsel eşitlikçi bakış açısıyla bakmaktansa bu yapıları sorgulayıp yıkmayı düşünen bireyleriz.
Lambda anti-hiyerarşik, anti-militarist bir yapı. Bunlar hiçbir zaman değişmeyen değerlerimiz diyebiliriz. Bu açıdan baktığınızda Batı’daki hareketin amaçladığı şeylerden daha farklı şeyler amaçlayan bir harekete dönüşüyoruz. Batı’daki hareketler bizim için örnek; belli şeylerin bizim istediğimiz özgürlüğe nasıl ulaştırmadığını görüyoruz.
Her ne kadar evlilikler eşit düzeye gelse de biz bunun LGBTT bireylere yönelik dışlamayı ortadan kaldıramadığını görüyoruz. Bunun yanı sıra Lambda’nın ana amacı LGBTT bireylere yönelik. Ancak bunun dışında bizim her türlü sosyal eşitsizlik ya da her türlü adaletsizlik konusunda da mümkün olduğunca ses çıkarmaya çalışan bir örgütlenme anlayışımız var. Her türlü eşitsizliği sorguluyoruz. Her türlü eşitsizliği sorgulayınca ister istemez zaten orduyu ya da aile kurumunu sorgulamak zorundasınız.
Aykan: Aslında bu ilkeler Lambda’da benimsenmiş olan şeyler. Bir on sene sonra mesela ben Lambda’da faaliyet göstermediğim sırada, bugün faaliyet gösteren insanlar gittiği zaman ne olacağını bilemiyoruz. Aslında biz bu deneyimi başkalarına bırakmayı düşünerek burada politika üretiyoruz. Çok radikal bir şekilde bu bahsettiğimiz kurumlarla ilişkilenmeyi reddeden bir tavrımız yok.
Sorguluyoruz ama mesela orduda görev alan ya da askerliğini yürüten birisi gelip kendi cinsel yönelimi yüzünden yaşadıklarını anlattığında onunla ilişkileniyoruz elbette. Baştan reddeden bir tavır olmadığının altını çizmek gerekiyor. Ama tabii ki içim rahat etmez bunu söylemezsem, baştan bu kurumların sorgulanması gerektiğini düşünerek burada politika üretiyoruz. Antimilitarizm ve ataerki karşıtlığı altının çizilmesi gereken bir şey.
Sedef: Zaten bu kurumlar bilmem kaç bin yıllık kurumlar olduğundan bunların pat diye çözülmesi çok zor olacağından, bu gibi durumlarda haksızlığa, ayrımcılığa uğrayan bireylerin hakkını savunmak bizim için gündelik politika içinde çok önemli.
Sinan: Lambda sistemin belli kurumlarını sorguluyor, sorgulamayı hedefliyor. Aslında grupları açmak da istiyor ama neticede bu kurumu sistem açısından irdeliyor. Kimseyi de Lambda’nın dışında tutmuyor. Bizim ilkelerimizi anlayıp burada bulunmak isteyen herhangi bir insan ilişkilenebilir.
Bawer: Biz henüz Türkiye’de anayasada cinsel kimlik ve yönelime dair bir madde bile yokken bugün oturup evlilik üzerine tartışmıyoruz bile. Arkadaş sohbetlerinde konuşuyoruz belki ama Lambda’nın gündemi ‘evlenelim’ değil.
Sinan: Lambda’nın gündemi değil ama Lambda’nın sorguladığı bir şey evlilik. Talep üzerine oturup politika üretmek yerine kurumun kendisini sorgulayan ve uzun vadede bir yol planı olabilecek şeyler üzerine konuşuyoruz. Anayasada ayrımcılığa karşı bir madde olsa da bence Lambda evliliği yine gündemine almazdı.
Aykan: Mesela diyelim ki gündemde gerçekten bir eşcinselin evlilik haberi var. Diyelim ki bununla ilgili medya taraması yaptık ve elimizde bu evliliğin lanetlenmesi gereken bir şey olduğunu söyleyen bir karanlık tablo var. Bu noktada o evliliği sahiplenir, böyle bir talebin olabilirliğini savunur Lambda. Her şeyden önce birinin evlenebilme hakkını savunur ama bir yandan da bu insanların evliliği sorgulamasına da vesile olmaya çalışır.
Ana akım dışında kalma gayreti ve eşitlikçi dünya tahayyülü iki şeyi beraberinde getiriyor. LGBTT hareketin diğer toplumsal hareketlerle ilişkisi. Bir diğeri de biçimsel eşitlik talebinin LGBTT insanları bölen bir yanı var. Diğer eşcinsel lezbiyen gey örgütlerle ilişki. Burada ana akımlaşmayı ne engelleyebilir?
Sinan: Bu Lambda’nın da çok önem verdiği bir nokta. Muhalif hareketlerin birbiriyle dirsek temasında olabilmesi. Lambda’nın en ciddi feminist hareketle ilişkisi var. Yine anarşistler, antimilitaristler, milliyetçilik karşıtları ve yine işçi hareketiyle bir gönül bağı var kesinlikle.
Bu seneki Onur Haftası panellerini de birazcık bunu düşünerek hazırlanmaya çalıştık. Hem sol hem muhalif hareketlerle ilişki açısından. Türkiye’deki diğer ezilen ve dışlanan kesimlerle nasıl biraraya gelebiliriz diye düşündük. Bu Lambda’nın peşinden koşturduğu bir ideal. Özellikle feminist hareketle o iyiye doğru gidişi görüyorum. Onlarla ortak toplantılar yapmaya başladık mesela.
Diğer LGBTT gruplarına gelince; Kaos GL, Pembe Hayat, Morel gibi, zaten ortak LGBTT platformları var. Onlar üzerinden de ortak iş yapılıyor. Hep beraber örgütleniliyor. Bu örgütlerin de pek çoğu muhalif kalmayı hedefleyen gruplar. Lambda’nın biraz da hiyerarşi karşıtı olmasının benim gözümde avantajı olabilir. Lambda’ya gelen insanlar burayı gördükten sonra kimisi kalıyor, kimisi gidiyor, kimisi dönüşüyor. Ana hedef dönüşmesi. Lambda’nın başardığı bir dönüşüm var. LGBTT olup da çok da muhalif olmayan insanları muhalif politika içine çekebiliyor olması bir başarı.
Bawer: Bir mail grubunda bununla ilgili bir tartışma dönüyor. Onur haftasının sponsorlu olup olmaması, buna nasıl müdahale edilebileceğine dair. Özelikle Amerika’da gey ve lezbiyenler ciddi bir müşteri potansiyeli olarak görülüp promosyon çalışmaları yapılıyor. Onur haftaları, etkinlik ve bilumum şeylere katılan firmalar var. Özellikle gey ve lezbiyenlere dönük ürün üreten, satan ve en iyi müşterilerimiz gey ve lezbiyenlerdir diyen bir sürü firma var.
Butler da buna dikkat çeker, pornografi endüstrisini de vurgular. Bunun paketlenmiş bir LGBTT kimliği, potansiyel bir müşteri tipi yarattığını söyler…
Onur haftası etkinliklerine bakmışsınızdır siz de. Bir arkadaşımız mailinde Coca Cola gelse şu anda Lambda’nın programına baksa sponsor falan olmaz demişti haklı olarak. Hakikaten bu tehlikeye karşı müdahale edeceğimiz en iyi şey yaptığımız programlarda oturumların içerikleri ve kamusal alanda dillendirdiğimiz şeyler. Biz bunları söylediğimiz sürece hiçbir firma bize yaklaşmaz. Sebahat Tuncel’i çağırdığımız bir etkinliğe kimse “ben de size sponsor olayım” demez. Coca Cola’nın sponsor olduğu bir şeye Sebahat Tuncel de gelip konuşmaz zaten. Büyük bir ihtimalle Coca Cola’nın, Burger King’in iplemediği bir hareketimiz olacak.
Sinan: Bir şey daha ekleyeyim. Biz muhalif kalmak için muhalif kalmıyoruz. Benim muhalif politikaya yakın kalmayı tercih etmem biraz da kendi kişisel mucizem üzerinden gerçekleşti. İnsanlara o bağı gösterebilmek önemli. Yaşadığını biraz büyük bir çerçeve içerisine koyabilmek. Muhalif hareketlerin ilişki içinde olması da bu yüzden çok önemli. Çünkü biz birbirine yakın dinamiklerin muzdaripleriyiz. Hem beraber strateji üretmek adına, hem de yeni geliştirdiğimiz politikalarda ezme mekanizmaları geliştirmemek adına çok önemli. Tabii ki Lambda’da her şey çok ideal işlemiyor. Hataları, eksikleri olmasına rağmen bu çizgide olması beni cezbediyor.
Sedef: Bizim muhalif hareket ve örgütlerle ilişkilenmemiz yeni bir şey değil ve karşılıklı birbirini dönüştüren bir şey. Somut bir örnek olarak, Özürlüler Vakfı bir hafta düzenlenmişti ve panelde sosyal dışlanmışlık adı altında bir de Lambda’dan temsilci çağırmışlardı. Bunu duyan Büyükşehir Belediyesi’yle bağlantılı bir sosyolog “şimdi onlara da cinsel özürlü mü diyeceğiz” diyerek bütün desteğini çekmişti. Onun desteğini çekmesi lojistik desteğini çekmesi anlamına geliyordu ve birçok engellinin o haftaya katılamaması anlamına geliyordu. Onlarla konuşmuştuk, onlar “Tabii ki sizin oturumunu geri çekmeyeceğiz, siz konuşacaksınız” demişlerdi. Onlara teşekkür eden bir basın açıklaması yapmıştık. Bizim için güzel bir deneyimdi. Bir şeyleri dönüştürebildiğimizin en iyi örneğiydi belki de.
Aykan: Buradan da şu sonuç çıkmasın: Lambda hiç ortaksız, sponsorsuz bir şeyler var ediyor kendi kendine. Bazen gerçekten bazı kurumlar var ki, bunları maddi enstrümanlar olarak nitelendirirsek, Lambda da bu enstrümanları ‘çalmak’ durumunda kalıyor. Gerçekten bunun eleştirisini yapabilmek gerekiyor. Ben bundan bahsetmezsem vicdanım rahat olmaz. Mesela Hollanda Konsolosluğu gibi. Bunu çok sorgulamıyoruz belki ama Hollanda Konsolosluğu demek Hollanda devleti demek oluyor. Yine Avrupa Birliği (AB) oluyor. Bir takım ortaklıklarla çalışıyoruz ama bu ne getirir ne götürür hesaplayarak.
Bu sadece sizin yaşadığınız bir çelişki değil. Bütün dünyada muhalif hareketlerin karşı karşıya kaldığı genel bir sorun söz konusu. Siyasetin Sivil Toplum Kuruluşlarına (STK) evrilmesi, projecilik genel bir sorun. Sadece Türkiye’de değil, belki dünyada genel bir eğilim. Elbette bunun, düzenin içine sevk eden, çeken yönleri var. Siyasetin STK’laşmasının ehlileştirici potansiyeli nedir? Bunu hissediyor musunuz, yaşıyor musunuz?
Aykan: Bunu biraz daha Türkiye yereline taşırsak, son yıllarda STK’lar üzerinden faal politika yapılmasının solun prestijinin sarsılmasıyla ilgili bir şey olduğunu düşünüyorum. Solun güçsüzlüğü ve zaafları STK’ları çekici, cazip bir alternatif haline getirdi adeta. Eskiden bugün zaaf içerisindeki sol yapılar dahilinde açığa çıkan muhalif enerji bu kez STK’ların oluşturduğu alana akmaya başladı. Bir noktada insanlar gayet politik bir şey yapıyorlardı ve bunu STK’lar üzerinden yapıyorlardı. Bayağı bir alternatif oldu.
Sinan: Fon konusu kesinlikle iki ucu keskin bir kılıç. Lambda bir taban organizasyonu. Her şey gönüllülükle işliyor ama özellikle son bir yılda bazı işlerin fonlanması gibi bir durum söz konusu oldu. Bu da geçici, iki üç yıllık bir proje. Dernekleşme süreci bile bizim belli noktalarda gözümüzü açtı. 1 Mayıs’a çıkarken yaşadığımız bir olay vardı. Dernek olarak 1 Mayıs meydanlarında olalım mı diye tereddüt ettik bir ara. Mahkememiz de devam ediyordu çünkü. Ya aleyhimizde kullanılır da dernek olamazsak? Böyle bir şüphe doğdu içimizde. Ancak bir noktada dur dedik hep beraber. Çünkü çok saçma bir noktaya gidiyordu tartışma. Biz dernek olabilmek adına artık politika mı yapamayacağız?
Sedef: Her ay kirayı ödemek için nasıl dertler çektiğimizi hepimiz biliyoruz. Ancak bu proje “önümüze proje geldi, hadi hemen yapalım” gibi değildi. Bu üç yıllık bir proje. Ciddi tartışmalarla geçen 3-4 yılı var arkasında. Bizim ne eksikliklerimiz var diye düşündük. Bizim avukat eksiğimiz var. Bu eksikliği gönüllülük temelinde kapatmaya çalıştık ama olmadı. Para toplamaya çalıştık toplayamadık. Bu iş üstelik çok zor, bunun için para bulmamız gerekiyor. Proje sayesinde bu olacak. Onun dışında başka eksikliklerimiz vardı onları düşündük. Şimdi Lambda’da dört tane yarı zamanlı çalışan arkadaşımız var. Benim de çok kaygılarım vardı açıkçası.
Aradan altı aylık bir zaman geçti, bu kaygıların gerçekçi olmadığını fark ettik. İnsanlar bana “profesyonel çalışanınız var mı” diye sorduklarında “yo hayır gönüllü çalışılıyor” dedikten sonra ancak hatırlayıp, “pardon dört tane profesyonel çalışanımız var” diye ekliyorum. Gönüllü olarak işlerini yapmaya devam ediyorlar çünkü. Bence bu açıdan çok ilginç bir model tutturduk. O projeyi yürütürken, gönüllü çalışmalarına devam etti insanlar. Bizim kaygılarımız profesyonelliğin kendi iç hayatımızda yaratacağı sorunlara dairdi. Hiyerarşik bir yapı oluşur mu diye tereddüt ediyorduk. Önümüzdeki altı ayda hiç öyle hiyerarşik bir yapı ve işleyiş oluşmadığını gördük. Üç sene sonra yine bir üç senelik projeye girişilir mi o konuda çekincelerim olur elbette.
Bawer: Bir de şöyle bir şansımız var; insanlar Lambda’da gönüllü emek veriyorlar ve her şeyi haddinden fazla çok tartışıyoruz. Bu konular hiç ortada yokken, projecilik üzerine ayda bir tartışma başlatıp insanları çağırıp tartıştık burada. Kılı kırk yararak ilerliyoruz. O nokta çok önemli, biz şimdiye kadar hep ihtiyaçlar üzerinden proje yaptık. Anket kitabıydı, onur haftasıydı… Şimdilik böyle ilerledi Türkiye’de bir sürü kurum sadece çalışanların maaşlarını ödemek üzerinden proje yapıyorlar. Bizim henüz musluklara bağlı bir işleyişimiz yok.
Sinan: Kaygan bir zemin söz konusu. Fon veren insan hayrına veriyor değil, sizi ya kontrol etmeye çalışıyor ya bir şekilde kendi adını duyurmaya çalışıyor. Bizim onur haftası döneminde de hiç birimizin içine sinmemesine rağmen fon aldığımız gruplar var. Bunun üzerine oturup bir dizi fon prensibi şekillendirmemiz gerekiyor. Öğrenmemiz gereken çok şey var.
Sinan: Toplumsal hareket yönelimini kaybetmemeyi nasıl başaracağız bunu tartışmak gerekiyor. Deneyimli STK’lar kendi istedikleri fonu ve fon vericileri kontrol altında tutmaya çalışıyorlar. Özellikle uluslararası alanda toplumsal cinsiyet konusunda mücadele veren feminist kurumlarda görebilirsiniz bunu. Fon alırken fon ajandalarına esir olma tehlikesine düşmemeliyiz. İnsanlar buna karşı nasıl strateji geliştirebiliriz diye tartışıyorlar. Bu çözümsüz bir şey değil. Bence de Türkiye’de güçlü bir sol görünmüyor ve bunun muhalefet üzerinde toplamda ciddi bir etkisinin olduğunu görmek gerekiyor. Bu durum karşısında dağınık küçük paketler halinde STK’laşma görüyoruz. Bunun götürüleri ortada. Getirilerinden bir tanesi şu olabilir: Türkiye’de sol güçlüyken çok ataerkildi ve kadınların, LGBTT’nin görülmediği çok hiyerarşik bir yapı söz konusuydu. Belki bu durumun değişmesi yönündeki basıncı sol bugün çok daha fazla hissediyor.
Bunu biraz açabilir miyiz, Türkiye’de LGBTT hareketinin diğer toplumsal hareketlerle ilişkilerinden bahsettik. Biraz da hareketin solla ilişkisi ne düzeyde oldu, buna dair konuşsak? İçeriden mi dışarıdan mı rekabet mi dayanışma mı? Sol hareketle bir eylemlilik içine girmek istediğiniz zaman bir hiyerarşiyle karşılaşıyor musunuz? LGBTT hareketin öncelikli olarak gördüğü sorunlar ciddiye alınmayabiliyor mu?
Bawer: Lambda sol gruplarla çok eski olmayan tarihlerde sıkı ve sıcak ilişkiler kurmaya başladı. Daha önce deneyimler oldu ama çok da ciddiye alınmama hali vardı. Herkesin halinden tavrından çok sevilmediğimiz anlaşılıyordu. Sanki bir “ne diyorsun” tavrı vardı. Kaos’un 1 Mayıs’a çıkması LGBTT hareketin sol ve muhalif hareketle ilişkilenmesinden aslında adeta buz kırıcı bir işlev gördü. Marjinal insanlar da alanlardaydı diye başlayan ve eşcinseller de savaşa karşıya gelen bir süreç yaşandı. Lambda bunu biraz zorladı aslında. Platformlarda, eylemlerde, 1 Mayıs’larda. 8 Mart’larda kitle olarak bulunmaya başladı. İşçi mücadelesiyle ilgili çağrılara katıldı ama çok yakın bir örneği dün yaşadık. Tuzla’da greve dayanışma için gelen herkese teşekkür ediliyordu. Aykan iki kere gidip Lambda’nın da orada olduğunu söylediği halde anonsu duymadık.
Aykan: Aslında o kadar da suçlayamayacağım. Tamamen organizasyonun eksikliğindendi. Bu biraz trajik. Gerçekten üzülerek söylemek zorundayım ki, bilinçsizce anmadılar. Homofobi yoktu. Üç dört sene önceye göre tek bir fark söyleyebilirim. Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) ve Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) dışında Lambda veya LGBTT oluşumlarla ilişkiye geçen çok sayıda sol yapı sayamam aslında. Haksızlık ediyorsam söyleyin ama geldiğimiz noktada toplumsal olarak nereye denk düştüğü biraz daha fark edilmiş ve sahiplenir bir durum var.
Her sol örgüt zaten bir noktada politika üretebileceği bir alan olarak görür ve ilişkilenir. Şu noktada bizim de şöyle bir kaygımız var: Derneğime Dokunma kampanyamız var bunun yürütücüsü sadece biz mi olalım, başka katılımcılarla mı yürütelim diye. Çünkü bu insanlar gelip sizi ikame eder gider ve şu anda yapmakta olduğumuz şey nereye gider .
Sedef: Sol örgütlerle ilişkilendiğimizde biz ısrarla üç beş defa söylemediğimiz sürece LGBTT’den bahsedilmiyor. Bu ciddi bir sorun bence. Tamam hepimizin ortaklaştığı noktalar var ama LGBTT meseleleri de ortaklaşılabilecek noktalar. Oradan da emek sömürüsüne, bireysel hakların ihlaline girebilirsiniz. Nedense konu LGBTT olduğunda insanlar bunu çok fazla ağzına almak istemiyor. Bu açıdan sol örgütlerle aramızda kat etmemiz gereken bir yol olduğuna inanıyorum hala.
Bawer: Bence sol örgüt ve yapıların Lambda’yla ilk kurduğu ilişki biraz turistik seyahat gibiydi. Şimdi de şu anda geldiğimiz noktada bizim yaptığımız etkinliklere katılan ama kendi içinde transfobi-homofobiye karşı bir söylem üretmeyen bir sol var. Bizim davetlerimize iştirakçi olmaktan öteye gitmedi. Küçük küçük şeyler yapılıyor.
Mesela bize partinin içine müdahale anlamında çağrı yapan Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) vardı, onlara gidip homofobi ve transfobiyi anlattık ve ilk başta biz de “gideceğiz ve solcular bize akıl öğretecek” diye düşündük. İlk sorulan sorulardan biri, “nasıl bir yol izlemeliyiz ki partimizin içindeki LGBTT bireyler kendilerini bu örgütün dışında hissetmesinler?” Partinin iç yapısına dair bizden bir şeyler isteyen pratik bir talepti bu. Emekçi Hareket Partisi (EHP) de kendi içerisinde LGBTT hakkında bir komisyon oluşturmuş.
Sinan: Genelde dünyada da bu konuda farkındalık başlıyor. Güney Amerika’daki sol da LGBTT hareketle ilişkilenmeye başladı. Brezilya’da hükümet tarafından tanınan ilk LGBTT komisyonu oluşturuldu. Küba’da da olumluu gelişmeler yaşanıyor.
Son dönemi merak ediyoruz, bir büyüme yaşıyor musunuz? Kapatılma nasıl bir etki yarattı? Bir de aslında toplumsal bir muhafazakarlaşma süreci yaşanıyor, bunun siz LGBTT bireyler olarak nasıl yaşıyorsunuz?
Sinan: Onur haftası yürüyüşüne katılımda on kat fark var 2006 ile 2007 arasında. Bu seneyi de göreceğiz. En azından şunu söyleyebilirim: LGBTT politikalarının görünürlüğü kesinlikle artıyor. Gücü de artıyor bence. Onun ötesinde, biraz önce değindiğimiz konuya geri dönecek olursak, Türkiye’de solun güçlü olduğu zamanlarda erkek egemen söylemin sorgulanamamasından kadınlar ve feministler çok rahatsızdı ve bu hususta hiçbir şey yapamıyorlardı. Sol gücünü kaybettiği için de böylesi bir sorgulama imkanı gündeme gelemedi. Keşke sol toplumsal ve siyasal etki bakımından daha güçlü ve yaygınken bu sorgulamaları yapabilseydi. Yine de yakın zamanda gerçekleşen yakınlaşma ve etkileşim, bütün kısıtlarına karşın önemli bir kazanım.
LGBTT hareketinin görünürlüğündeki artış halüsinatif bir şey, bir yanılsama olabilir mi? Siz içinizde böyle bir güçlenme hissediyor musunuz?
Bawer: Ben beş yıldır bu mücadele içinde gönüllü olarak varoluyorum ve böyle bir güçlenme görebildiğimi düşünüyorum. 2007 Onur Haftası bizim için çok önemli bir mihenk taşı. Onur Haftası gibi herkesi davet ettiğimiz bir yürüyüşe yakın geçmişte ancak 200-250 kişi toplayabiliyorken, 2007’de o yürüyüş birden kitleselleşti. Taksim Meydanı’nda 500 kişiyle başladı, Galatasaray Meydanı’na gelene kadar o kalabalık 1.000’i geçti; 1.500’lü rakamlar dile getiriyor insanlar. Biz Lambda’dan elimizden dövizlerle çıkıp Taksim’deki kalabalığı görünce, “ne oluyor” dedik hakikaten, afalladık açıkçası. Geçmişte beş kişiyle basın açıklamaları yaparken Lambda hiçbir zaman bu durumdan moral bozukluğuna kapılmamıştı aslında. Asla sekter olmamaya çalışan yöntemlerle gerçekten insanları sokağa çıkmamız gerektiğine ikna etmek üzerine bir pratik geliştirdik. Çok az STK’da görülebilecek bir emek veriliyor.
Saatlerce Lambda’dan bahsettiğimiz sokakta olmanın önemini anlattığımız sayısız deneyim var. Düşünün ki birçok eylemde göre göre bizi, mücadelemizi sahiplenenler var. Bir sürü insanın sokağa çıkmadığı bir zamanda sokağa çıkmak bizi görünür kıldı. İnsanların iki cümle kuramadığı dönemde emniyetin önünde 20 kişi basın açıklaması yaptık. Önemli bir şey ona yelteniyor olmak. Onur yürüyüşü sokaktaki varlığımızı cidden çok etkiledi. Artık bunu yapabilecek bir kudretimizin olduğu çok aşikar. Bunun üzerinden her şeyi kurguluyoruz. İnsanlar büyümemize rağmen şimdi söylediğimiz şeylerin geçmiştekilerle çelişmediğini fark ettiklerinde içten içe saygı da duymaya başlıyorlar. Herkesin mücadelesi deyip bir yerden biz de tutalım diyorlar.
Sinan: Tutuculuğun artmasıyla ilgili olarak da hükümet gittikçe tutucu bir söylem edinmeye başladı. Aslında Lambda Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) karşıtlığına çok çekilmeye çalışılmış bir örgüttü. İnsanlar aykırı bir şey söyleyip İslamcılarla çelişin diye çok mücadele verdiler. Lambda bu konuda çok dirayetli davrandı 2007 seçimlerine kadar. Ancak hükümetin giderek daha saldırgan ve tutucu bir söylem edinmesiyle Lambda hükümete muhalif olma konusunda sesini yükseltme aşamasına geldi. Daha doğrudan ve teşhir eden bir söylem edindi.
LGBTT hareketini nasıl tanımlarsınız. Bir kimlik hareketi olarak mı, ayrımcılık karşıtı bir hareket olarak mı?
Sinan: Sadece kimlik siyaseti üzerinden örgütlenmedik. Lambda’daki çekirdek grubun bir ideolojik yakınlığı var. Biz kimliği görünürlük için bir tür bir araya getirici olarak görüyoruz. Mağduriyetin ifadesi olarak görüyoruz.
Aykan: Judiht Butler kimliğin alt üst edilmesini çok tartışıyor. Biz ve birkaç arkadaşım Bilgi Üniversitesi’nde bir kulüp kurduk. Bir akademisyen siz kimlik politikası yapıyorsunuz, “Jakobensiniz” demişti. Türkiye’de kimlik politikası yapmak bir noktada kimlikleri çok uçlaştırıp karşı karşıya getirmek gibi anlaşılıyor. Böyle bir şey değil tabii.
Bir noktada kimlik politikası yapıyoruz elbette ama neden yapıyoruz? Kimlik politikası yapıp bunu eleştirdiğimizi de söyleyeyim. Mesela seks işçiliği konusu. Bu konuda mutlaka transların görünürlüğünü ortaya koymanız gerekiyor. Partiküler özelliği ortaya çıkarmak, görünür kılmak gerekiyor. Neden devletin izin verdiği yerlerde bu insanlar çalışamıyor bunu anlatmak zorundasın. Bunu anlatmak için de trans olmak nedir bunu anlatmak zorundasın. Bunun dışında mesela genel ahlak gibi şeylere de gidebilecek şekilde bazı gey ve lezbiyenlerin iş yerlerinden ayrımcılık nedeniyle atıldığını söylemek gerekiyor.
Kimlik diyorsunuz ama bütün o kimliklerin kendini çok ayırd edici fiziksel özelliklerinden ayrılması gerektiğini, kimliği ön plana çıkartacak şekilde gözükmemek gerektiğini ifade ediyorsunuz ama kendiniz de lezbiyen olarak kendinizi konumluyorsunuz diyorlar. Butler “ben işin teorisini yapıyorum” diyor. Teorisini yapıyorsun ne ala, pratiğinden vazgeçmen mi gerekiyor? Kimlik politikasını yapmamız, kendimizi görünür kılıp bazı alanlarda varolduğumuzu söylemenin bir aracı aslında.
Sinan: Demin güzel bir şekilde dillendirildi: Siz kimliği mağduriyetin vücuda gelişi olarak adlandırıp o şekilde yapılandırdığınız takdirde kimlik politikalarının handikaplarına düşmemiş oluyorsunuz. Sistemde belli kimlikler için yer açmak değil de sistemi dönüştürme hedefine odaklı kalabildiğiniz takdirde malum handikaplara düşmüyorsunuz. Lambda’nın yapmaya çalıştığı şey de bu. Kimlik yadsınamaz olmakla beraber biz onu sadece mağduriyetin vücuda gelişi olarak görüyoruz politika üretirken.
Sedef: Bizim inanılmaz büyük bir deneyimimiz var ve deneyimi akademiye aktarmamız gerekiyor. Teori ile pratik arasındaki o çok tanıdık açı sorunu bizim açımızdan da bir ölçüde geçerli. Örneğin queer lafı hiç sevilmez bizde. Lambda’da çok elitist bulunuyor. Ama çok ilginç bir şekilde Nancy Fraser bir makalesinde iki tarz hareketten bahsediyordu, bir tanesi bizim kimlik politikası dediğimiz şeyken, diğeri kimlik politikasıyla queer hareketin iç içe geçtiği bir haldi. O metni ilk okuduğumda, “Lambda bu” demiştim. Kendiliğinden gelişen bir şey olarak var, akademik tartışmalar üzerinden değil, günlük tartışmalar üzerinden.
Bawer: Bu kelimenin çok sahiplenilmemesinin bir nedeni de, ‘queer’in İngilizce, yabancı bir kelime olması. Biz mesela ‘gay’ kelimesini okunduğu gibi yazarak Batı’dan gelmiş algısını kırmaya çalıştık. Yani kavramı bir biçimde yerlileştirmeye çalıştık. Belki aynı şey queer kavramı için de söz konusu olabilir.
Ben de Lambda’nın da bir queer örgüt olduğunu düşünüyorum açıkçası. Türkiye LGBTT ana akımı olsa bile, Lambda bir queer örgüt. Kimlik mücadelesiyle gözü boyanmış bir hareketimiz yok bizim. Biz kimliklerimiz nedeniyle mağduruz ama sadece bunlara bir özgürlük talep etmiyoruz. Esasında her soruna dair bir şey söylemeye çalışıyoruz. Eşcinsellere evlilik hakkı veriliyor ama Kürtlere nefret körükleniyorsa bizim işimiz bitti deyip hayatımıza dönmeyeceğiz. Vicdani retle ilgili hala insanların canı yanıyorken, bize ne demeyeceğiz. O anlamda kimliğe saplanılmış bir hadise yok. Elbette spesifik kimliğimizle de ilgili bir şeyler söylemek zorundayız; çünkü söylemeyince herkes bizi heteroseksüel sanıyor. Bu da ciddi bir sorun. Birisiyle tanışınca, “Merhaba ben Bawer, eşcinselim” demek durumundayım. Bazı insanlar, “her yerde eşcinsel olduğunuzu vurguluyorsunuz” diyorlar ama bizi zaten otomatik olarak heteroseksüel sayan bir algıya karşı durabilmek için böyle demek durumundayız. Böylesi bir vurgu olmayınca cidden görünmez hale gelmek durumuyla karşı karşıya kalıyoruz.
Sedef: Ben kendimi politik olarak biseksüel ve kadın olarak tanımlıyorum. Benim için kadın ya da biseksüel olmak çok anlam ifade etmiyor aslında. Ne zaman anlam ifade ediyor? Ben sırf kadın ya da biseksüel olduğum için bir saldırıya, baskıya maruz kaldığımda iş değişiyor. Bu açıdan da bunu queer’likle bağlayabiliriz. Bu Lambda’daki birçok insan için geçerli bir nokta.
Aykan: Butler’a şöyle bir eleştiri yapılabilir. Biraz önce de bahsi geçti, teori ile pratiğin bir eşzamanlılık problemi var her daim. Butler’da çokça geçen kimliğin imkansızlığı fikri veya öyle bir olgu LGBTT hareketine ne katar, buna bakmak gerekir. Bu açıdan baktığımız zaman soru çözümlenmiş oluyor. Bir kimlik imkansızsa aslında lezbiyen ya da gey kimlik de imkansızlaşmış oluyor. Bu noktada bütün lezbiyen ve gey kimlikler boğulur. Dolayısıyla bu egemen olanın ekmeğine yağ sürebilecek bir söylem haline de gelebilir rahatlıkla.
Sinan: Queer teorinin teorisyenlerden Donna Haraway, postgender’dan çok alerji kaptığını söyler. Gender’i aştık bitti gibi bir durum yok der. Haraway queer’in de ortaya çıkmasıyla tam muhalifler egemen ilişkilere karşı gelmeye başlamışken var olan teorilerin bu egemenliğin yoğunlaştığı noktaları belirsizleştirilmesini bir handikap olarak görüyor ve bu hataya düşmeyelim diyor.
İkinci bir nokta, kimlik için sadece mağduriyetin vücuda gelmesi demenin çok da doğru olmadığını fark ettim bir anda. LGBTT kimliklerini deneyime aktarmak ve de sistemin güç dinamiklerini LGBTT kristalinden geçirip göstermek gibi bir yerden kullanıyoruz. Yani bir bakıma amacımız, sistem içerisindeki güç dinamiğinin bu kristal içerisinden yansıdığı şekliyle rengini göstermek. Bizim yaşadığımız mekanizmaların çok benzerlerine siz tabiisiniz. Bu sizi hem mağdur kılıyor hem de güç veriyor.
Aykan: Queer teoriyi ve karşılaşılan sorunları çok güzel anlatabilecek bir örnek şu olabilir: Queer Belgrad diye bir inisiyatif var Sırbistan’da. 2001 yılında sokağa çıktıklarında çok ciddi saldırıya uğramışlar. İkinci, üçüncü pratiklerinde queer ismini kullandıklarında fark ediyorlar ki, alandalar ama onlar cinsel yönelimlerini açıkça ifade etmedikleri için kimse onlara saldırmıyor. Bir anlamda queer onları gizleyici, perdeleyici bir işlev görmüş oluyor. Yeni, ‘temiz’ bir şey. LGBTT’ye atfedilen şeylerden uzak, onlar sokakta görünen şey ama kimlikleri önde değil.
Aslında bu topraklarda çok ciddi bir LGBTT gelenek olduğuna inanıyorum. Çünkü farklı yan yanalıklardan bir dil gelişmiş. Romanlarla bir yan yanalık var lubunca* var. Dolayısıyla esasında insanlar şu ya da bu ölçüde bir dil oluşturmuş. Üstelik farklı jenerasyonların birbirini anlayabilmesi de bu bağlamda çok önemli. Dönme diye bir dergi çıkartırken dönme lafının çok ciddi baskı aracı olarak kullanıldığı dönemlerde trans olmuş insanlar o laftan rahatsız oluyor. Onları kazanmak da önemli ve bu bakımdan dil meselesi elbette önümüzde duruyor.
Bir gelenek var dedin, bu geleneği pozitif anlamda kullanmak gerektiğini mi söylüyorsun? Heteroseksist ilişkinin geçer akçe haline gelmesi 19. yüzyıl ortalarındadır esas olarak. Sömürgecilik, Batılılaşma ve modernleşme süreçleri, heteroseksizm harici ilişki biçimlerine dair bu geleneği tamamen kapatır.
Aykan: Toplumsal bir bellek olduğunu da düşünürsek aslında var olan bir şey. O yüzden oradan 19. yüzyıl ortalarına gelmiş olan şey biz bilsek de bilmesek de bu topraklarda var. Dolayısıyla bizim varoluşumuz, yani örgütlü mücadele diyelim, o zamanlar farklı bir şekilde varmış.
Sinan: O gelenekle bağ kurmak güçlendirebilir ama çok da dikkatli olmak lazım. Çünkü kadın cinselliğinden hiç bahsedilmiyor o gelenek içinde. Onu da dikkatli incelemek gerekiyor. O kültürel zenginliğin yansıması, o geleneğin bir şekilde hatırlanması gerekiyor ama onu çerçevelendirirken cinsel çeşitlilik olarak da çerçevelendirmek gerekiyor. Orada çok değişik bir iktidar ilişkisi var. Aynı şey Roma dönemi için de geçerli. Bu kavramların çok karıştırmadan cinsel çeşitliliğe vurgu yaparak dillendirilmesi gerekiyor.
Lambda olarak biraz daha elit bir kesimin LGBTT örgütü olduğunuzu düşünüyor musunuz? Türkiye’de LGBTT hareketinin gerek tarihsel durumu itibariyle gerek sosyolojik haliyle alt sınıflar arasında yaygınlaşma halinin mümkün olduğunu düşünüyor musunuz?
Sinan: Geçen davaya karşı protesto yürüyüşünde “simitçilerin de katıldığı ilk eylemdi” deiye şakalaşılmıştı. Gerçekten de o iklim, yani daha geniş ve heterojen kesimleri kapsamayı mümkün kılacak iklim, biraz sokaklara çıkmakla mümkün.
Taksim’deki 2007’deki onur yürüyüşünde seks işçileri olan arkadaşların çevresinden katılanlar olmuş. Homofobik olduğunu düşündükleri arkadaşları katılmışlar. Biz Lambda queer derken, Batı’nın ana akım LGBTT hatalarına düşmek istemiyoruz derken, tabii ki sınıfı da işin içine katıyoruz.
Lambda ve Türkiye’deki LGBTT hareketi daha ziyade Ülker Sokak’taki seks işçilerinden çıkmış bir hareket. Bunu vurgulamak gerekiyor. Geçen sene ev mühürlenmeleri nedeniyle 50-60 kişilik toplantılar yapılıyordu. Elbette hareket açısından tak diye sosyolojik bir kesit almakta çok zorlanabiliriz. Şu anda belki biraz genç öğrenci yoğunluğu görünüyor olabilir ama diğer sınıflardan, yaşlardan insanlar da var.
Aykan: Aslına bakarsan çok dışlamıyor buradan yaptığımız siyaset oraları. Şunu teslim etmek istiyorum aktivist olmak, buna mesai ayırıyor olmak Türkiye koşullarında her örgüt için lüks bir şey. Hayatını bir şekilde bir yerden garantiye almış olman gerekiyor. Onun da imkanlarının açıldığı ya da kapandığı dönemler oluyor. Buradan bakarak şurada halihazırda bulunmakta olan insanların hayatlarında o zamanı ayırabilecek insanlar olduğunu teslim etmek gerekiyor. Sürekli seks işçiliği yaptıktan sonra burada toplantı yapabilmek oldukça zor. Akşam çalışıyorsun, kalktığın vakit günün ortası. Böyle pratik imkansızlıkları tespit edip önünü açabilecek şeyleri düşünmek gerekiyor.
Varoşlara inebilmek gibi şeyleri tartışmıyoruz gibi düşünmeyin. Çok ciddi bir şekilde Mayıs ayından beri cezaevindeki translara ulaşmayı tartışıyoruz. Görünürlük olmadığı için onlara ulaşamıyoruz. Büyük şehirlerde metropollerde görece rahat bir yaşam olduğu için insanlar burada yaşamayı seçiyorlar. Anadolu’da, taşrada ne olduğunu çok bilmiyoruz. O insanları da cesaretlendirip deneyim aktarımı yapıp onları da örgütlenmeyi sağlamaya, öngörmeye çalışıyoruz. Bunlar da oluyor bir bir, Diyarbakır’da Piramit örgütlenmesinin başlaması gibi.
Queer olmanın, LGBTT siyaseti buysa, burada konuştuğumuz şeyse, bunun diğer farklı siyasi gruplarda yapılamıyor olması herkesin ayıbıdır. Siyasi örgütler, sol yapılarda olduğu gibi Lambda’nın disiplin yönetmeliği yok. Parti tüzüğü olan örgütlerin homofobi ve transfobiyi de gündemlerine almaları gerekiyor. Parlamentoda milletvekillerinin soru önergesi vermesi veya insan hakları izleme komisyonu ceza ehliyeti olan yerlerin takibiyle olabilecek bir şey. Önümüzde kilometrelerce yol var. Bu noktada herkese görev düşüyor. O yüzden gayet mutluyum. Ama bir yandan da daima arkaya bakmak zorunda hissediyorum. Çünkü maalesef bir travma kültürü var.
Sedef: Biz 2005 yılında eşcinsel ve biseksüellerin sorunları hakkında bir anket yapmıştık. Anket çalışmasına başladıktan sonra fark ettik ki belli bazı sorular, gelir düzeyini soran sorular ya da hiç şiddet gördünüz mü gibi sorular, istediğimiz gibi gitmiyor. Böyle insanlar var biliyoruz sadece biz ulaşamıyoruz. O anda hemen bir strateji belirleyememiştik o insanlara ulaşmak için. Ama Lambda inanılmaz hızlı değişen bir örgüt. Şu an böyle bir çalışma yapacak olsak inanıyorum ki daha farklı kesimlere erişebilecek durumdayız. Belki ileride aktivist profili de değişebilecek. Bu, insanların örgütlerle ve örgütlü siyasetle ilgili korkularını yenmesiyle de çok alakalı. Bir örgütle ilişkilenme hala çok korkutucu bir şey birçok insan için.
Bawer: Diğer örgütler de bunu yapmıyor olabilir ama o kısımda şöyle bir özeleştiri yapabiliriz, biz de Taksim’in o coşkulu halinin dışına çıkmaya şimdilik çok cesaret edemiyoruz.
Aykan: Aslında ediyoruz da etmememiz gerektiğini de görüyoruz bazen.
Bawer: İstanbul’da irade gösterip eylem yaptığımız Taksim var, onun dışında birkaç yer var. Mesela hiç Bakırköy meydanında bir görünürlük çalışmasında bulunmuyoruz. Biz aynı anda bir sürü şeyi yapmaya çalışan bir örgütüz. Şu anda Taksim dışında örgütlenen grupların çok spesifik alanları var. Biz hem heteroseksizm, hem savaş karşıtlığı gibi birçok alanda çalıştığımız için bazı noktalarda çok da ileriye gidemedik. Daha gidecek çok yolumuz olduğu besbelli...(AÖ-AK-FB/BÇ)
*Bu röportajı Mesele dergisinin Temmuz sayısından alıntıladık.