21 Mart Cumartesi... Newroz'a yakışır aydınlık ve güneşli bir hava var İstanbul'da. Evden çıktım ve Sirkeci'ye doğru yola koyuldum.
Kazlıçeşme'deki Newroz kutlamalarına katılmak için trene binecek ve mitingi izleyecektim. Gara gittiğimde hiç şaşırmadığım bir kalabalıkla birlikte trenin kalkış saatini beklerken, boyunlarında puşileri, haki renkli parkaları, sarı, kırmızı ve yeşil renkli bandanalar ve bileklikleriyle çok sayıda insanı trene yaklaşırken gördüm. Sonra 40-50 kişilik grup birden yüzlerce insana dönüştü.
Şanslıydım, trende yer bulup oturdum. Tren büyük bir hızla doldu ve Newroz kutlamalarına gitmek için sabırsızlanan Kürtler kalkmayan trene kızmaya, homurdanmaya başladılar.
İki aylık Dilan da bayrama geliyor
Yanıma kucağında iki aylık kızıyla birlikte mitinge giden Atiye oturdu. Kocası Mahmut ve kızı Dilan'la birlikte Newroz'u kutlamaya gittiklerini, aralarındaki sohbetten anladım. Ardından nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde üçümüz sohbet etmeye başladık. Heyecanları gözlerinden okunuyordu. "Dilan" dedi Atiye, "ilk kez geliyor ama hatırlamayacak. Ama ben ona sürekli anlatacağım."
Mahmut çok büyük bir kalabalık beklediğini söyledi. "Yüzbinlerce kişi olur abi. Seçimlerden önce AKP'ye gereken cevabı bu mitingle vereceğiz".
Kendi halinde, sıradan bir adamın Newroz'a ilişkin düşünceleri siyasetin aslında ne kadar günlük ve hayati bir şey olduğunu da gösteriyordu. "Karımı ve kızımı aldım, geldim. Bütün sülale alanda olacağız" dedi Mahmut, ve günlerdir heyecanla bugünü beklediklerini ekledi sözlerine.
Atiye de "Komşularıyla hazırlandıklarını, herkesin ne giyeceğinden yola ne zaman çıkılacağına kadar bir dolu ayrıntıyı konuştuklarını" anlattı.
Kaç kişi gelir iddiası, Sözcü gazetesi okuyan adam...
Biz hararetli bir şekilde konuşurken, tren doldu ve harekete geçtik.
"Bayramlıklarıyla" bir an önce miting alanına varmak ve "coşkulu kalabalığa" karışmak için can atan sayısız insan aralarında "alanda kaç kişi olur" iddiasına giriyorlardı.
Biri yüz bin diyor, diğer onunla dalga geçerek, ne yüzü ne bini, beş yüz bin kişi oluruz diyordu. Kadınlı,erkekli grup rakamın ardından bu kez de halay başı kim olacak üzerine münazara etmeye başladılar.
Neyse ki uzlaşıldı hemen ve tartışma seçimlere geldi.
Eskiye göre kamusal alanda konuşmak Kürtler için görece daha rahatlamış olsa da durumun "kalabalık" olmakla ilgili olduğu da gözden kaçırılmamalıydı. Ya da ben kötümserdim. Evet bir süre sonra buna ikna oldum.
Karşımda oturan benden bir iki yaş büyük bir erkek elindeki Sözcü gazetesini okurken ara sıra kafasını kaldırarak "Kürt gençlerine" bakıyor, sinir olduğunu belli etmemek için çok kasıyor ve kafasını gazetesine geri çeviriyordu.
Sonra düşündüm; eskiden olsa bu adam kalkar ve bu gençlere en temizinden bir fırça çeker, onları susturur ve vatanı bölünmekten kurtarmanın da verdiği gururla gazetesini okumaya devam ederdi. Dürüst olmalıyım; bekledim. Adamın az sonra ağzını açıp, gözünü kapayacağını ve kalayı basacağını düşünerek birkaç dakika geçirdim. Kötümserliğim yine yenildi. Adam suratını astı... ama o kadar. Sustu ve gazetesini okumaya devam etti.
Türkiye'de otobüs, tren, vapur, okul, çarşı, pazar... kısacası kamusal olan her yerde Kürt olduğunu "çaktırdığı" ya da Kürt olduğu "anlaşıldığı" için hakaretten dayağa çeşitli şiddet biçimlerine maruz kalmış o kadar çok insan vardı ki, bu yaşananlar nedeniyle farkında olmadan her an bir şey olacak endişesi taşıdığımı fark ettim.
Trende Newroz korosu: Yaşamak direnmektir!
Tren büyük bir gürültüyle gidiyordu. Solda yükselen güneş Kürtlerin bayramını kutlar gibi bir edayla ışıl ışıl parlarken trenin içi de ısınıyordu.
Kazlıçeşme'ye birkaç durak kala, yemeniler, tülbentler, poşular, bandanalar ceplerden çıkmaya başladı. Sonra bir kadın önce sessiz, sonra arkadaşlarının varlığından aldığı güçle başladı Kürtçe bir şarkı söylemeye:
"Berxwadan Jiyan e". Yani "yaşamak direnmektir."
Küçük bir grup arasında başlayan müzikal bayrama kutlaması kitleselleşti ve kompartımandaki büyük Kürt çoğunlunun da katılımıyla miting öncesi bir provaya döndü.
Az önceki şarkıyı söyleyen kadın bu kez Türkçe bir şarkıyla devam etti performansına: "Özgürlük Mahkumları".
"İşkencede günlerce / özgürlük mahkumları / sayısı on binlerce /özgürlük mahkumları..."
Alkışlarla birlikte sesi daha gür çıkmaya başlayan solistimiz "sizleri tutan onlar / onlara yakın sonlar / peşinizde milyonlar / özgürlük mahkumları" dediğinde artık kalabalık bir koro da katılmıştı kendisine.
Program Kürtçe şarkılarla devam ederken karşımda Sözcü okuyan adam pencereden uzağa baktı uzun süre. Kafasını çevirmedi, "eğlenenlerle" göz göz gelmemek için.
Ama Atiye, kocası Mahmut alkış çalarken, kızı Dilan'ın ufacık ellerini tutmuş, kızını halaya tutuyordu. Dilan'ın yüzünde kırık bir gülümseme...
Orada sarı, kırmızı ve yeşil bir yer var yakında...
Şarkılar, türküler derken sloganlara geçildi ama artık inme vaktiydi. Kazlıçeşme'ye gelmiştik. Ancak istasyon öncesinde, tren camından gördüğümüz miting alanını gördüğümüzde aklımız tutulmuş, ağzımız açık kalmıştı. Trendeki herkes camlara yapışmış, az önce iddiaya girenler "kazananı" alkışlıyorlardı.
Kazlıçeşme sarı, kırmızı ve yeşile çalınmış, devasa sahne uzaktan bile büyük görünerek trendeki herkesin heyecanına heyecan katmıştı.
Tren durdu ve herkes koşa koşa indi. Ancak kalabalık o kadar çoktu ki, trenden inmek de, inmeyi başaranlar için yürümek de çok zordu.
İstasyon turnikelerindeki yığılma nedeniyle uzun süre yerimizde bekledik. O esnada ik itren daha geldi ve kalabalık büyüdükçe büyüdü. Tabii az önceki şarkılar söyleyen grup yarım kalan sloganlarına devam ettiler:
"Biji serok Apo!", "Biji bıratiya gelan!", "Jin, jiyan, azadi!"...
Kadınlar, erkekler, gençler, yaşlılar, Kürtler ve az da olsa "yoldaş" Türkler sloganlarla istasyondan miting alanına varmaya çalışıyorlardı.
Tren yolunun altındaki köprünün altından geçerken, Türkiye'li devrimci adetini yerine getirildi ve sloganlar atıldı yine. Alkışlar, zılgıtlar da cabası... Coşkulu bir gürültü. Noise- Jazz'cılar bu kitleyi görse mesleklerinde format atarlardı diye düşünmeden edemedim.
"Polisin iyi niyeti seçimlden"
Köprü altından geçildi, tanışanlar birbirlerine sarıldı, selam verdi ve polis arama noktalarına geldindi. Polis olabildiğince kibar ve saygılı bir tavırla karşıladı herkesi. Ve tabii bu miting alanına girenler için şaşkınlık ve hayret vericiydi.
Arkamda bekleyen çocuklardan biri "Seçimler yaklaşıyor ya ondandır" diyerek, "Arkadaşının buna itimat etmemesini" söyledi. Arkadaşı da "Haklısın heval" diyerek yürümeye devam etti.
Arama bitti ve alana girdik. Arkamdakiler koşmaya başladılar. Dakikalardır sabırla bekledikleri an geldiğinden olsa gerek artık kendilerini tutamamış olacaklar ki sloganlar eşliğinde koşuyorlardı.
Köşeyi döndük ve ucu bucağı görünmeyen bir kalabalıkla karşılaştık. Az önce trenden gördüğümüz manzara gerçekti. İnsanlar İstanbul'un çeşitli ilçelerinden, civar illerden sabah erken saatlerde Kazlıçeşme'ye, Newroz'u kutlamaya gelmişlerdi.
Trendeki iddialaşanlardan 500 yüz bin diyen kazanmıştı. Alana girer girmez çeşitli noktalarda halaya duran sayısız kişi coşkuyla şarkılara da eşlik diyorlardı.
Yıllardır "siyasi" bir aktivite olan Newroz artık siyasi bir "bayram" olmuştu. Zira Kazlıçeşme politik bir karnaval meydanına bürünmüştü.
Halay çekenler, slogan atanlar, tef çalanlar, sigara içenler, Kürtçe şarkılar söyleyenler, ellerinde sarı, kırmızı ve yeşil bayraklar, Abdullah Öcalan resimleri, dövizler, bindallı giymiş kadınlar, Botan yöresine ait kıyafetler giymiş erkekler, çiçekli yemeniler... Herkesi bambaşka bir aleme bürünmüş, herkes ortak bir talep için Kazlıçeşme'ye gelmişti: "Barış".
Alanda konuştuğum Nimet üç çocuğu ve torunlarıyla gelmişti kutlamalara. Halay çekiyordu ama benim için bir mola verdi. "Kürt sorununa demokratik çözüm istiyoruz" dedi. "Biz çok acı çektik, toprağımızdan koparıldık ama çocuklarım ve torunlarım için daha özgür bir hayat istiyorum" diye de ekledi. Sonra halaya geri döndü... Halay başı ne tesadüf ki az önce trende de söylenen "Berxwadan Jiyan e"yi söylüyordu; yani "yaşamak direnmektir".
"Şefkatli" Cerrah (!)
Miting alanının etrafında bir tur atmanın yaklaşık bir saat sürdüğü Newroz kutlamalarında sahneye çıkan konuşmacıların hepsini dikkatle dinleyen yüzbinlerce kişi her konuşmacıyı slogan ve alkışlarla kesiyor, çıkabilecek en yüksek sesle haykırıyordu: "Yaşasın halkların kardeşliği". Bu slogan gün boyu kaç kere atıldı emin değilim. Ama her seferinde ilk kez söyleniyormuş gibi tutkuyla söylendiği aşikardı.
Newroz'la ilgili ayrıntıları zaten bianet'te okudunuz. Kim konuştu, neler söyledi gibi ayrıntıları bu nedenle geçiyorum.
Saatler sonra miting bittiğinde eve doğru yola çıktığımızda herkes çok yorgun ama coşkuluydu. Herkes bu kadar kalabalık olabilmenin verdiği sevinçle kritiklere başlamıştı.
Bu esnada İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah belirdi birden bire. Öcalan resimleri taşıyan çocuklarla tokalaşıyor, herkese gülücükler dağıtıyordu. Önce Cerrah'ın 1 Mayıs'taki "şefkatini", sonra da az önce arkamda konuşan çocuğu hatırladım: "Seçimler yaklaşıyor ya ondan."
Yorgun argın tramvaya doğru yürümeye başladım. Az önce rengarenk olan alandan gri Zeytinburnu'nun ara sokaklarına doğru yol alırken uzakta kalan Newroz alanından gelen seslerin hâlâ heyecan verici olduğunu, yıllardır yaşadıkları acıya rağmen yeşertilen coşku ve umudu düşündüm.
Ben gördüm!
Tramvayda "kasten" yanına oturduğum Hidayet elinde mitingden aldığı bayrağı görünce kendimin de alanda olduğumu söyledim. Yüzünde beliren gülümsemeyle "nereli olduğumu" sordu: "Bitlis, Tatvan" dedim. "Adın ne" dedi, "Bawer" dedim.
Gülümsemesi kahkahaya dönüştü. "Bitlis, Mutki'li olduğunu, "Tatvan'ı da çok iyi bildiğini" söyleyen Hidayet şöyle dedi:
"İstanbul'da bu kalabalığı gördüm ya çok iyi hissettim kendimi. Yaşanan acılara, ölümlere, ayrılığa rağmen bu kadar insanın hâlâ alanlarda toplanıyor olması ne güzel. Ölsem de gam yemem artık."
Hidayet'e veda edip, tramvaydan indim. Eve geldim ve TV'yi açtım. Newroz'la ilgili haberleri görmek, gözümü yetmediği kalabalığa ekrandna bakmak istiyordum. Ama ne haberlerde bir görüntü ne de kalabalık vardı. Medya Newroz alanındakileri görmemeyi tercih ederek yine şaşırtmamıştı ama kızgınlığım geçti; "Olsun" dedim, "ben gördüm."(BÇ)