Orhan Doğan'ı yirmi yıldır tanırım. Ben Kürt meselesini ama özel olarak da Cizre'yi Orhan sayesinde tanıdım, öğrendim. Kadooğlu Otelinde kalmadığımda, Orhanların evinde kalırdım. Hele bir gece evde iken dışarıda silahlar patladı.
Ben de tam o sırada BBC Türkçe Servisine bağlanmışım naklen haber geçiyorum. Orhan yazarak, hareketlerle, kulağıma fısıldayarak ilçede süren çatışmanın ayrıntılarını aktarıyor: "Bu ağır top sesi, PKK'de yok, bunlar Mardin'deki tugaydan gelenlerin ateşi... Bu Kaleş... Cudi mahallesindeki PKK'liler karşılık veriyor..."
O zaman Cizre İnsan Hakları Derneği (İHD) temsilcisiydi Orhan. Aynı zamanda bütün Türkiye'de hatta Avrupa'da müvekkilleri olan parlak bir avukat..
Orhan Doğan'ı yirmi yıldan fazla bir zamandır tanıdığımı anımsıyorum. Cizre'de avukattı. Başarılı bir avukat. Genellikle ceza davalarına giriyordu.
Arkadaşı Hasip Kaplan'la birlikte iki kişilik bir ordu gibi çalışıyorlardı. En çok da Türkiye'nin yakın tarihine altı çizilecek şekilde giren "Dışkı Yedirme" vakası olarak bilinen "Yeşilyurt Köylülerinin" davası ile girmişti.
Orhan'dan daha efendi, daha mütevazı ama bir o kadar da akıllı ve zeki milletvekili tanımadım ben. Bunca yıldır o kadar karmaşık, gergin hatta kanlı ortamlarda birlikte bulunduk, bir kere olsun sesini yükseltip bağırıp çağırdığını, sinirlendiğini, kötü bir söz söylediğini görmedim, duymadım.
O hep yumuşak, hep gülümser, hep barışçı bir insandı. Taziye'de Ayşegül'e ne diyeceğimi bilemedim. Ama Fırat'a dedim ki "Herkesin seninki gibi babası yok..."
1992'de bölgede Newroz dahil büyük gerginlikler yaşanmıştı. Şırnak taammüden cinayete kurban gitmişti. Orhan çiçeği burnunda yeni seçilmiş bir parlamenterdi. Bütün bölgeyi bir parlamenter grubu ile dolaşmış, sonra da Diyarbakır'da bir sendikanın salonunda basın toplantısı düzenlemişlerdi.
Parlamentoya birçok talep ve umutlarla taşındığını paylaşmıştı benimle. Ama bu niyetin ve arzunun gerçekleşemeyeceğine bir başkalarının niyeti vardı ki; ensesine kilitlenen bir polisin eliyle nokta konuyor ve demokrasiden ne anlaşılması gerektiği tarif ediliyordu.
Türkiye'de hangi milletvekilinin -çünkü Orhan sonuç olarak ve resmen sadece eski bir milletvekiliydi- cenazesine 100 bin kişi katıldı? Cumartesi, alışveriş günü Cizre esnafı tamamen indirmişti kepenkleri.
Dr. İsmail Vesek, "Şehir çocuğuna sahip çıktı" cümlesini çok sevdi. Eski Belediye Başkanı Sabri Vesek "Orhan Kürtlerin Sokratı'ydı" dedi. Düğünler üç günlüğüne ertelenmişti Cizre'de. 1992 Newroz'unu hatırlıyorum Cizre'deydim. Gençler özellikle de kadınlar en az o günkü kadar inançlı ve direnişçiydi cenaze yürüyüşünde. Orhan'ın cenazesi ta Van'dan gürül gürül akan bir ırmak gibi Cizre'ye inmişti akşama doğru.
Cizre'deydik, onun çok sevdiği bölgesinde, memleketinde. Siyasetçiden öte bilge duruşuyla cenazesinde bile karizmatik kimliğini kanıtlamıştı Orhan. Karizmatik derken sanki ötelerde, ulaşılması zor birinden söz ediliyor gibi anlaşılsa da bu Orhan Doğan'a ait bir tarif değildi.
Sevgi, sempati, gidene, kararlılığı nedeniyle inanmışlığın sahipleniciliydi Cizre görüntüsünün 30 Haziran cumartesi gününe yansıyanı. Cizre ve bütün bölgeden, bir de batıdan taşınan aydın, demokrat ve yurtsever şahsiyetler tek ses, Orhan olmuşlardı.
Birkaç kez Ankara cezaevinde ziyarete gitmiştim Orhan'ı, Leyla'yı, Hatip'i, Selim'i. Cezaevinin yükünü kuş tüyü haline getirip yine arı gibi çalışıyordu orada da. Dışarıyı soruyor, okuduklarını anlatıyor, yeni kitapları merak ediyordu.
Türk aydınlarının Kürt meselesine bakışına özel önem verirdi. "Bir şey istiyor musunuz?" diye sormuştum bir keresinde. Bir kitap listesi verdiler. Baktım, Sokrat, Nietszche filan var. Gülümseyerek "Hayrola?" dedim. Orhan, "Eee, altyapı altyapı..." demez mi, basmıştık kahkahaları.
Orhan'a tören düzenlemek, sonra da defnetmek üzere Cizre'de bekliyoruz. Bir dostumuzun mekânındayız, Roj televizyonunda önceden hazırlanıp yayınlanmış olan adı "Fotoğraf" olan bir programın tekrar yayınında konuşuyor Orhan.
Her zamanki şıklığı, bilge duruşu, nezih üslubu ile gözlere bakıp yumuşakça, zarif, efendice konuşuyor. Çekilen onca acıya, eziyete, ıstıraba rağmen kinin, öfkenin zerresi, Orhan'da yok.
Ne kadar şık giyinirdi dikkat ettiniz mi? Ceketinin üst cebinde hiç eksik olmayan mendili, açık renkli kravatları, titiz mi titiz bir adamdı Orhan. Sohbeti hem neşeli hem de bilgi vericiydi.
Ankara'da, İstanbul'da, Hewler'de, galiba bir kere de Paris'te Orhan'ın tercümanlığını yaptım. Onun diplomatlığı sadece giysilerinde değildi. Yabancı muhataplarını da etkilemesini bilmişti. Babası devlet memuru olduğu için Batıyı da iyi bilirdi Orhan, Türkleri de. O aslında Musa Amca'dan sonra biraz da onun misyonunu sürdürdü: Türklerle Kürtleri buluşturmak.
Baskın Hoca'nın cenazesine geleceğini herhalde biliyordu. Memnun olmuştur. Bir de Cumartesi gecesi saat 00.30'mu yoksa 01.00'miydi ne, mezarının başına üç delikanlı geldi, blucinli, saçları jöleli, Kürt Travolta'ları. Fatiha okuyup sessizce döndüler üzgün kente.
İnsan kendi cenazesine tanıklık edebilir mi? En çok bunu düşündüm Orhan'ın cenaze töreninde. O mahşeri kalabalığı görebilir, hissedebilir durumda olsaydı acaba ne derdi, ne geçerdi aklından!
Sanırım en çok o mahşeri görüntünün son bir iki yıldır içinde, aktivisti olarak yer almaktan gurur duyduğu "barış"a dönüşmesini arzulardı. Çok insan tanıdım barış isteyen. Ama Orhan kadar Barış'ı samimiyetle içselleştiren ve konuştuğunda karşısındakini inandırabilme yeteneğine sahip olan az insan tanıdım.
SHP etiketiyle katıldıkları seçimde kampanya gezilerine katılmıştım. Şırnak'ın sınır köylerine de Beytüşebbab'ın dağ köylerine de gitmiştik. O hep şık takım elbisesiyle. Köye indiğimizde köylülerle konuştuğunda o da onlardan biri oluveriyordu hemen. Yapay bir şekilde değil. O seçim 3-0 yapmışlardı.
Aday değildi 22 Temmuz 2007 seçimlerinde. Aday olması kabul edilmemişti Yüksek Seçim Kurulunca. Ama o denli çabalıyordu ki bağımsızların, "Bin umut adayları"nın 2007 seçiminde arzulanan sonucu almalarına. Hemen her tarafa koşuşturuyordu. Yetişemediği yerlere de takvim veriyordu.
Orhan'ın cenazesi Kürt siyaset dünyasının zirve buluşmasına vesile oldu. Dargın-küskün, barışık-dost herkes oradaydı. Kimi kalkmış İsviçre'den gelmiş kimi Süleymaniye'den, kimi İzmir'den kimi İstanbul'dan. Ne çok seveni varmış Orhan'ın.
Aslında biliyordum ben... Çünkü Orhan, mesela hiçbir zaman milliyetçilik yapmadı, o garip ve hakaretamiz deyimle "Kürtçülük" de yapmadı. Roj TV'de yayınlanan son söyleşisinde "Ben sosyalistim" demişti, övüne övüne.
Tavrı, duruşu, giyimi, kuşamı, insan ilişkileri ve konuşması ile uyum gösteren bir yeniçağ bilgesi. Kendisine yapılan haksızlıklara rağmen üslubunu bozmayan bir saygınlık. Bugünlerde kırılmalar yaşayan toplumda örneğine az rastlanır bir davranış örneği sergilemekte ısrar eden bir kişilik.
Pazar sabahı gazeteleri tarıyoruz: Hepsi küçücük vermişler muhteşem cenaze törenini. Hepsi de Van çıkışındaki küçük olayı abartmış. İlginçtir bir tek cenaze fotoğrafı yok Cizre'den. Çünkü fotoğrafı yayınlansa egemen medya, olayın kitleselliğini, siyasal anlamını gizleyemeyecek. Sanki Türkiye'de her gün 100 bin kişi cenazede toplanıp siyasal gösteri yapıyor.
Bütün medya oradaydı, yazılı ve görsel. Hatta dışardan gazeteciler de. Ertesi gün o görkemli törenin mutlaka olanca azametiyle yansıyacağı beklenirken, sadece Van'da cenazeden sonra yaşananlar medyada ilgi bulmuştu. Oysa yaşamım boyunca bir de Vedat Aydın'ın Diyarbakır'daki cenaze töreninde böylesi bir mahşeri katılıma tanık olmuştum.
Orhan en çok yeşil eriği severdi. O ilk çıktığında kütür kütür olur hani... Tuz döker hatur hutur yersin. O erik kıymetli... Hapisten çıktıktan sonra bir gün, geçmiş günleri yad ederken, "Şöyle sakin sakin Çardakların oraya gidip yeşil erik yiyip rakı içebilsek" demişti.
Çünkü Çardakların karşısında bir askeri tesis vardı ve askerler zaman zaman Botan çayı kenarındaki Çardakları tarardı. Bu kez gördüm, eski Çardaklar filan kalmamış, modern bir park yapmışlar. Taziye çadırı Park'ın girişindeydi. Pazar sabahı 2-3 bin kişi vardı orada.
"Yaz" demiştim anı-roman olacak yaşadıklarını. "Ben yapamam" demişti. Zaman zaman görüştüğü ve o an ismini alamadığım bir arkadaşına bu işi havale ettiğini ve belki de "o yapar" dediğini anımsıyorum.
29 Haziran günü kalbi ve diğer organları "artık yeter" diyerek öte yakaya göçtü gitti. Gittiği gün Şeyh Said'in 82 yıl önce 1925 yılı 29 Haziran'ında idam edilerek öte yakaya göçüşünün yıl dönümüydü. Kim bilir! Kodlarla Kürtlere mesaj yollayanlara, bu kez de Orhan giderken mesaj yollamıştı...(RD/ŞD/EÜ)