Stade de Swiss'te oynanan maçta her açıdan tel tel dökülen milli takımın, yenilginin sorumluluğunu İsviçreli yetkililere, futbolcu ve taraftara yükleme eğilimi, Kadıköy'de oynanacak maçta şiddet dozunun artmasına neden olabilir. Nitekim İsviçre takımı Türkiye'ye geldiğinde havaalanı ve otel yolunda yaşananlar, hiç de göze hoş gelen görüntüler değildi. İsviçreliler'in Bern'de Türkiye Milli Takımı kafilesine karşı hoş ve centilmence davrandıklarını söylemek de elbette mümkün değil. Ancak buna karşılık, verilen mesajların futboldaki şiddetin o alıştığımız görüntülerine yol açması ihtimali, en hafif tabirle korkutucu.
Medyanın sorumluluğu
Karşılaşma sonrasında İsviçre'den yapılan canlı yayın sırasında olup bitenleri aktaranların kışkırtıcı tutumu, ertesi gün çıkan gazetelerin spor başlıkları, yorumlar, milli takım yöneticilerinin demeçleri derken ortalık bir anda gerildi. Teknik direktör Fatih Terim'in demeçleri ve Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) yöneticisi Davut Dişli'nin açıklamaları sonucu daha ilk maç sonrasında "eyvah" demiştim. Nitekim maçı yorumlayan Rıdvan Dilmen de maç sonrası röportajları izledikten sonra, "Aman" diyordu, "biz zaten çok çabuk gaza gelen bir milletiz, bu açıklamalar kötü sonuçlar doğurabilir".
Nitekim İsviçre Milli Takımı Türkiye'ye geldiğinde çok kötü koşullarla karşılaştı. Havaalanında saatlerce bekletildi, narkotik köpeklerine koklattırıldı, dışarıda lümpen takımı tarafından tacize uğradı, oteline giderken bir takım gençlerce yumurta yağmuruna tutuldu. Daha da vahimi "bir kısım medya"nın tüm bu olup bitenlere çanak tutan yaklaşımıydı. Bugünkü gazetelerin spor sayfalarına bakacak olursanız söz konusu tutumu somut bir biçimde görmeniz mümkün olacaktır. Mesela Takvim gazetesinin haberi tüyler ürpertici. Karşılama sırasında yapılanları meşrulaştıran, hatta olumlayan tavrıyla gazete "Milli seferberlik: Gel bakalım Pisviçre" başlığının altında haberi aynen şöyle veriyor:
"Fenerbahçe'nin ateşli taraf grubu Genç Fenerbahçeliler ile Galatasaray'ın Ultraslan Grubu dev karşılaşma için birleşti. Müthiş bir şekilde karşılanan İsviçre'ye rahat nefes almak yok!"
Yani aslında ağırlıkla tüm amacı tribünlere hakim olarak yaşamını futbol kulüplerinin pis işlerini yapmaya adayan lümpen takımı, bu maçta da kendisini gösterecek. Tuhaf bir şekilde bazı gazeteler seyirciyi maçı centilmence izlemeye çağırmak yerine, şiddete yatkın "birey"leri stadyumda "bir olmaya" çağırıyor.
Yöneticilerin "kışkırtıcı" üslubu...
Öte yandan Davut Dişli de malum tavrından vazgeçmiyor. Dişli dün verdiği röportajda, "Pislikse pislik yapacağız. 60 bin taraftarı maça bekliyoruz. Sahaya odun atalım demiyorum ama onları yıldıracak her türlü şeyi yapacağız" diyordu. Tıpkı Terim'in "60 bin kişilik Saracoğlu stadını İsviçre'ye dar edeceğiz" demesi gibi. Neyse ki sonradan TFF Yönetim Kurulu Başkanı Levent Bıçakçı ve Spordan sorumlu devlet bakanı Mehmet Ali Şahin sağduyu çağrısı yaptılar. Ancak bu tutum da "bize düşeni yaptık" diyip elini rahatlatma, kozu iyi oynama hazırlığı gibi geldi bana.
Haydi, külhanbeyi üslubundan vazgeçmeden konuşmasına Fenerbahçe yöneticisi olduğu günden bu yana alışık olduğumuz, vaktiyle devletten aldığı ihalelerle sıkça gündeme gelen meşhur müteahhitlerden ve eski Fenerbahçe Kulübü başkanı Tahsin Kaya'nın yeğeni Davut Dişli'yi bir tarafa bırakalım. Benim asıl ilgimi çeken TFF yönetim kuruluna seçildiği günden bu yana şike, bahis, haksız kazanç gibi konularda son derece etkin ve olumlu bir tavır takınan Hasan Doğan'ın söyledikleri oldu. Doğan, "İsviçre'ye Türk konuk severliğini gösteremedik ama bunun için özür dileme gereğini de hissetmiyoruz" dedi. Tabii bu arada yumurtalı karşılama için İsviçre Futbol Federasyonu FİFA'ya şikayette bulundu.
Ya futbol?
Futboldan azıcık anlayan herkes, Türkiye'nin Bern'deki karşılaşmada oynadığı futbolun galibiyetin yakınından bile geçmeyeceğini, Türkiye A Milli Futbol Takımı'nın 2-0'lık sonuçla "ucuz atlattığı"nı söyler. Nitekim Fatih Terim de maç sonrası benzer ifadeler kullanarak durumu özetlemişti. İyi futbol oynayan bir takım için kötü muamele de, hakem hataları da telafi edilebilir durumlardır. Eğer milli takım, rakip üzerinde futboluyla baskı kurar, ayağa toplarla, kaleye atılan şutlarla, az pas hatasıyla oynarsa (oynasaydı) elbette maçı kazanabilir(di). Ancak kötü oyun sonrası yapılan kışkırtıcı açıklamaların sonucu daha da olumsuz etkileyeceği ortada.
Türkiye Milli Takımı, her zaman yumurtayı kapı aralığına kadar taşıyan ülkelerden biri: Grup elemelerinde doğrudan Dünya veya Avrupa Kupalarına katılmayı beceremeyip illa eleme maçlarına kalan ekiplerden... Eğer siz futbolcuyu ve teknik adamları zamanında gereği kadar motive edemez ve elde edilen başarıyı geciktirirseniz İsviçre karşısında alınan sonucun yarattığı ruh haline benzer sonuçlarla karşılaşırsınız.
Yönetemeyenin söz hakkı nereye kadar?
Her şeyde olduğu gibi futbolu da doğru dürüst yönetemez, A Milli Takımdan sorumlu federasyon yöneticisi Davut Dişli'nin yaptığı gibi suçu karşı takımın taraftarına yüklerseniz, kendi vatandaşlarınızı rakip takıma karşı bilersiniz. Sonucunda İsviçre Milli Takımı'nı havalimanında yer hizmeti veren işçiler ellerinde bayraklar, ağzında tekbirle karşılar, sokağa döktüğünüz lümpenler konuk takımın otobüsüne yumurta atar. Eğer stada gelen seyirciler de kaybedilmesi muhtemel maçın sonucunda rakip takım futbolcularına karşı şiddete başvurursa, TFF yetkililerinin tümü en iyi ihtimalle istifa etmek zorunda kalır. Artık çok geç olmasına rağmen yapılması gereken hala eline bir mikrofon alıp taraftarı sağduyuya davet etmek olmalıdır, vakit çok geç olmadan. (BD/EK)