Halkımız bu ikiliye gıcık oluyordu. Hakan Şükürün yeteneklerinin az olduğu her mahfilde dile getiriliyor, Şenol Güneşin saç modeli ev hanımlarının günlerinde kurabiye eşliğinde menfi tenkitlerden nasibini alıyordu. Öyle ya Güneş zaten kaleciydi, ondan ancak kaleci antrenörü olurdu, hem gidip bir image makera saçını başını bir yaptırsaydı. Hem yok muydu canım koskoca Türkiye Milli Takımının teknik direktörünü giydirecek doğru dürüst bir mağaza, tekstilci, iş adamı? Ne o öyle kahverengi kareli gömleğin üstüne yeşil ve pötikare bir kravat takılır mıydı?
Her devrin adamı: Hakan Şükür
Bütün bunlar Şenol Güneşin futbol ufkuna vakıf olmamızı sağlayacak göstergelerdi çoğumuza göre. Hem Hakan Şükürün oynaması illa gerekiyor muydu bütün bu önemli maçlarda? Avrupaya gitmiş, rüştünü ispatlayamamış bir futbolcu nasıl olur da milli formayı bu kadar kolay geçirebilirdi sırtına. Şenol Güneş bu futbolcuyu neden oynatıyordu ki?
Bütün bu olumsuz yorumlar yapılırken grup maçları başladı. Portoriko, Çin falan derken görece olarak kolay bir gruba düşen milli takım Brezilyanın ardından ikinci olarak bir üst tura çıkmaya hak kazandı. Vaziyetin işaret ettiği oydu ki Türkiye, oynayacağı maçlara göre çeyrek finale rahat rahat çıkardı. Japonya galibiyeti ve rakip takımın taraftarlarının İlhan Mansız sevdası da gündemin başlıca maddeleri oldu. Sonrası Senegal maçıydı. Türkiye gitgide bir basamak daha çıkıyordu.
Sürdürülemeyen başarı
Yarı finalde, ilk maçta boyun eğdiği Brezilyaya yenilince en fazla üçüncü olabilecek bir takım vardı karşımızda. Giderek eleştirilerin dozu da azalıyordu. Şenol Güneş yavaş yavaş bir ulusal kahraman olma yolundaydı. Hele de Hakan Şükür üçüncülük maçında ev sahibi Güney Koreye daha karşılaşmanın 9uncu saniyesinde dünyanın en hızlı golünü atıp tarihe geçince, şimdilik kaydıyla yırtmıştı. Türkiye üçüncü oldu ama başarının ancak sürdürülebilir olunca bir mana ifade ettiğini unutan teknik yöneticiler Şenol Güneş ile üç hilalli yüzüğü ve sarkık bıyıkları ile meşhur Ünal Karaman, Avrupa Şampiyonası vizesi almayı başaramayınca topla tüfekle kovuldular oturdukları koltuktan.
Parlayan yıldız: Ersun Yanal
Yeni teknik direktör adayı da belliydi. Çalıştırdığı Denizlispor, Ankaragücü ve Gençlerbirliği takımlarında son derece başarılı bir grafik çizen, televizyonlardaki canlı yayınlarda bilgisayarı profesyonel yaşamında, futbolcularının teknik ve fiziki analizini yaparken nasıl kullandığını çekinmeden gösteren, aynı zamanda yine bilgisayarda takım kurmak, futbolcu transfer etmek, taktik vermek gibi işlevleri yerine getirmekle mükellef olduğunuz Championship manager adlı oyunu oynamakta son derece mahir bir teknik adamdı Yanal. Üstelik Şenol Güneş ile kıyaslandığında son derece karizmatik, epey yakışıklı, ağzı laf yapan hoş bir adamdı. Aynı zamanda birçok antrenör gibi alaylı değil mektepliydi. Mürekkep yalamış ve belli ki kendisini geliştirmiş bir kişiydi.
Kötü ayrılışlar, terk edişler
Ama eski takımlarından hep olaylı şekilde ayrılmıştı. Ankaragücü takımından Gençlerbirliğinin başına geçmeye karar verdikten sonra eski takımı yeni antrenörünü kamuoyuna tanıtırken kendisini fena halde eleştiren bir açıklama kaleme almıştı. Kendisi ayrıldıktan sonra Ankaragücü bir yabancı antrenörle anlaşmış ancak aradığını bulamamıştı. Tam bu dönemde yeni bir yerli teknik adamla anlaştığını duyuran kulüpten yapılan resmi açıklama şöyleydi:
... Ankaragücü olarak, takımımızı 2 sene çalıştırıp, bu çalışmaları dolayısıyla Türkiyenin spor camiasına mal olduğu halde kulübümüze, sporla hiç bağdaşmayacak olaylar yaşatan, hiç kimseyle vedalaşma cesareti bile gösteremeden ayrılan önceki Türk antrenörümüz (Ersun Yanal) nedeniyle bir süre yerli hocalarla çalışmaya ara vermek kararındaydık. Ancak Antrenörler Birliği başkanı İsmail Dilber ile yapılan görüşmeler sonunda kendisinin bu tür davranışlarda bulunan kişilere prim verilmesinin mümkün olamayacağı ifadeleri ve teminatları doğrultusunda, bu tür spor ve futbol camiamıza yakışmayan benzer olayların yaşanmayacağı temennileriyle tekrar Türk antrenörle çalışmaya karar verilmiş olup, yeni dönemde Ankaragücü, ekibiyle birlikte Tevfik Lav ile anlaşılmıştır."
Yanaldan veciz sözler
Bu ağır açıklamalara pek sesini çıkarmamayı tercih eden Yanal futbolun ekonomi politiği ile ilgili mevzulara da yatkındı. Nitekim Yeni Şafak Gazetesine verdiği bir röportajda gayet iddialı, hatta kısmen gerçeklere de işaret eden bir takım sözler söylüyordu:
Yanal, Gençlerbirliği dahil hiçbir Anadolu kulübü şampiyon olamaz. çünkü babalar böyle istiyor. Piyonlar da buna uyum sağlamak zorunda diyordu, bu ortam ve şartlarda başarıdan, insanlıktan, centilmenlikten söz etmek doğru değil, diye ekleyerek.
Bakın başka neler söylemiş: Türk futbolu birileri tarafından geri götürülüyor. Avrupa'daki o güzel ahengi Türk futbolunda bulma şansın yok. Biz maç yapmıyoruz, savaşıyoruz. Türkiyede doğa kanunları geçerli. Güçlüler yaşar, güçsüzler ölür. Eğer buna futbolun başındaki insanlar çanak tutuyorsa, diyecek bir şey yok. Türkiye sadece İstanbul değil. Anadolu futboluna yazık ediyorlar. Türkiye'de başarı sigara dumanına benziyor. Elini uzatırsın tutamazsın, istersin alamazsın, görürsün ispatlayamazsın. Böyle bir ortamda başarıdan söz etmek çok yanlış. Benim umudum kalmadı."
Kompüterize antrenör
İşte tam da Ersun Yanal Türkiyede futboldan umudunu kestiği bir ortamda milli takımın başına getirildi. O bütün ülkenin umudu oluvermiş, bu sebeple Türkiye Futbol Federasyonundan on milyarlarca aylık maaş almayı hak etmişti. Bu kadar parayı o mevkie kim gelse alacaktı elbet. Fakat önemli olan bunun karşılığını vermekti. Değil mi ki kompüterize edilmiş yepyeni bir futbol anlayışı ile milyonların karşısına çıkılıyor, alt yapısı son derece sağlam yetenekli genç kuşak ile yola devam ediliyor, o zaman başarı beklenmesi son derece normal.
Mamafih ümidini yitirmiş bir teknik direktörün neler yapabileceğini görmek için bir miktar zamana ihtiyaç vardı. Spor basınının ehil kalemleri kendisine başlangıçta her türlü desteği verdi. Türkiyede futbol ile ilgilenen bütün kesimler kendisi ile yarınlara güven içinde bakılabileceğine inandı. Ancak Türkiye milli takımı onun başa geçtiği andan itibaren başarılarını unutmaya başladı.
Yeni dönem ve hayal kırıklığı
Gazeteler BJK İnönü Stadyumunda oynanan ve golsüz berabere biten Türkiye-Yunanistan maçının ardından verdikleri istatistiklerde bir gerçeğe işaret ettiler. Türkiye, Yanal yönetiminde FİFA listesinde kendinden üst sırada bulunan hiçbir takımı yenme başarısını gösteremedi. Üstelik alttaki takımlar ile yapılan maçlarda alınan beraberlikler ile 2006 Dünya Kupasına katılma umudunu da bilinen tabirle mucizelere bıraktı.
Artık Ersun Yanal gündemde başarıları ile değil fakat Hakan Şükür ile birlikte yer alıyordu. Hani bir zamanlar kalem ustalarından tribündeki taraftara kadar herkesin Şenol Güneşe niye oynatıyorsun kardeşim bu adamı? diye hesap sorduğu Hakan Şükür, bugün Yanalın bilançosunda zarar hanesinin en büyük kalemi olarak duruyordu. Artık herkes Yanalı, yeteneklerini, Şükürsüz milli takımı konuşuyor, onu yerden yere vuruyordu. Kendisi değil miydi zaten bunun böyle olacağını baştan beri söyleyen? Yıl içinde teşvik primi iddiaları ile gündeme gelen ama sessiz kalmayı tercih eden Yanal bir vakitler ne demişti:
Türkiye'de başarı sigara dumanına benziyor. Elini uzatırsın tutamazsın, istersin alamazsın, görürsün ispatlayamazsın. Böyle bir ortamda başarıdan söz etmek çok yanlış. Benim umudum kalmadı."(BD/EK)