Bu yazı yazılırken iki yarışın da sonu henüz belli değil, dolayısıyla baştan uyarı, okuyacaklarınız bugüne kadar olanlarla ilgili, sonrasından sorumlu değilim...
Üç ay olmuş Gelinim Olur musun hayatımıza gireli, yani Semranım'la tanışalı... Herkes ben olmadığına göre, Semranım'ı tanımayanlara küçük bir girizgah yapmakta fayda var.
Birincisi Semranım lafı Radikal yazarı Perihan Mağden'in tescil ettirdiği bir laf, kendisinden aparttım.
Soyadı Türk, oğlu da Ata
Kırklı yaşlarında, üç çocuk annesi bir kadın, söylediğine göre kendisinden bir bardak su istediği için kocasından ayrılmış, zorluklarla dolu bir hayatta üç çocuğunu büyütmüş.
Doğuştan ailesinden aldığı iki özelliği varmış, Atatürkçülüğü ve dürüstlüğü... Atatürkçülük konusunda samimi olduğu belli, evlendiği adamın soyadı Türk olunca, ki bu soyadlı bir adamı özellikle arayıp bulduğunu düşünebiliriz, ayrıca Ahmet Türk örneği de hatırlana. Oğlunun adını Ata koymuş, belli ki ileride çocuğun başına gelecekleri hesap etmeden...
Ne bilsin, büyük adam olacak ümitleriyle doğurduğu oğlunun "Türkiye'nin damadı" olmakla yetineceğini? Semranım oğlunun (kendini Ata ben, Ata Türk diye tanıştırdığını hayal edip eğlendiğim oğlunun) teşviki ve ısrarıyla girmiş yarışmaya.
Oğlan çok istemiş yani bir yarışmaya girip annesiyle birlikte kendine kız beğenmeyi, Semranım da bir tanecik oğlunu kıramamış, gerçi sonraları kafasını bile kırmayı düşündü ya, neyse...
Uzun lafın kısası, "cemiyete kendini rezil etme" pahasına girdiği "Gelinim Olur musun" evinde Semranım'ın tek derdi "oğluna, sınıfına, ailesine uygun bir kız" bulmaktı. Semranım'ın baktığı kızın özelliklerine bir bakalım....
* Banyodan çıkınca kayınvalidesinin elini öpüp, hayır duasını almalı.
* Ramazan'da kendisi oruç tutmuyorsa bile, ki aslında tutmalı, sahurda kalkıp kayınvalidesine yemek hazırlamalı.
* Evden çıkmadan önce evini tamamen derleyip toplamalı, kayınvalideye iş bırakmamalı. (kayınvalideyle aynı evde oturmak durumunda, ki zaten doğru olan da bu...)
Hastalanınca kayınvalideye çorba
Yarışmanın demirbaşlarından sabah programının sunucusu Aydın da benzer bir listeyi yarışmanın bitmesine bir gün kala yaptı, gelinleri ve damatları da katarak...
Aydın'a göre yarışmaya katılan "gelin adayı prensesler" kendilerini koruyacak, kollayacak ve iyi yaşatabilecek erkekleri bulmak için buradalar. Damat adayları kendilerini taşıyabilecek, cemiyette ailesini güzel temsil edebilecek, ailesine iyi bakacak bir gelin istiyorlar.
Kayınvalideler ise sıkı durun, beraber pazara gidebilecekleri, komşu ziyaretlerinde eğlenebilecekleri, hastalandıklarında çorbalarını yapabilecek bir gelinin peşindeler...
Ne aşk mı dediniz? Kadın özgürlüğü mü? Modern hayattan mı söz ettiniz? Ne AB mi? Medeni kanun mu?
Bakın, bütün bunlar hikaye... "Gelinim Olur musun?"dan yola çıkarak bu ülke analiz edilir mi?" diye dudak bükenlere cevabımdır, evet edilir.
Atatürk konuşuyor!
Bu ülke tarihinin en önemli günlerinden biri diye gazeteler, televizyonlar bas bas bağırıyor, Atatürk'ün bir fotoğrafı fotomontajla Avrupa Parlamentosu salonuna konuşma yapıyormuş gibi yerleştiriliyor, bu reklamlarda kullanılıyor. Yıllardır Ayşe teyzelerle bizi kandıran deterjan firmaları "biz AB'ye hazırız" diye televizyona reklamlar veriyor, (bkz: Hes Kimya) ama emin olun bu ülkede kimse AB ile ilgilenmiyor.
İlgilenmek isteyenler de mevzular çok ağır olduğu için anlamıyor. Ortada sadece Kıbrıs'ı tanıyacak mıyız soruları uçuşuyor ama sokaktaki insan AB'ye girince neler olacağını bilmiyor, mesela tarım politikalarını ya da balıkçılığı ya da atıyorum belediye çalışanlarının artık nasıl davranacağını anlamıyor.
Ama aynı sokaktaki insan Semranım'ı da, Ata'yı da, Sinem'i de yedi düveline kadar tanıyor, inanmıyorsanız deneyin... Çünkü bu memlekette, dünyanın bütün diğer ülkelerinde olduğu gibi insanlar yüksek politikayla ilgilenmezler.
Blair; ne alaka?
Sadece o yüksek politika günün birinde gündelik hayatı etkilemeye başlarsa dikkat çeker, ondandır sokaktaki insanın AB denince sadece serbest dolaşım ve yurtdışında çalışma imkanından haberdar olması...
Elbette ki, sokaktaki insan komşusuna benzeyen Semranım'ı, yeğeninin kopyası Sinem'i bilir, ne alakası var ki sokaktaki insanın Blair'le, Avrupa Parlamentosu'yla? Yani aslında durumda kızacak, küçümseyecek, üzülecek bir şey yoktur, yaşananlar son derece reeldir, normaldir.
Peki Avrupa Birliği ile "Gelinim Olur musun" neden benzeşir? Mesela Semranım oğluna "merak etme, sen aşık olunca ben sana söylerim" der...
Türkiye hükümeti şu halka AB'yi anlatmak için hiçbir şey yapmaz ama "iyi bir şey, ben sana bir şeyler yapman gerekince haber veririm" der. Semranım başından itibaren karşı olduğu Sinem-Ata ilişkisine tamamen duygusal! nedenlerle evet demeye karar verir.
Aman imaj bozulmasın
Türkiye'deki bir kısım insan! yıllarca AB'ye Hıristiyan kulübü, yandaşlarına vatan haini dedikten sonra, bir adım kala tamamen duygusal! sebeplerle bir anda en büyük AB yandaşı olur, Semranım yurtta ve dış temsilciliklerde ailesini en iyi şekilde temsil ettiğine inanır, oğlunun ailesiyle ilgili bir şeyler anlatmasından çekinir ki imaj bozulmasın,
Türkiye hükümeti memleketi en iyi şekilde temsil ederken ve de bir iki adım kalmışken 17 Aralık'a, çıkan "çatlak" seslerden hiç hoşlanmaz imaj gidecek diye.
Çünkü ne Semranım ne de Türkiye henüz kendisiyle konuşacak, geçmişiyle yüzleşecek, birilerinden özür dileyecek kadar demokrat olamamıştır, özgürleşememiştir...
Ama yine de gidişat iyidir, bir gün olacaktır...
Semranım parmakları
Peki en iyi çözüm nedir?
Elbette tarih alındığında Semranım'ın başmüzakereci olmasıdır... Düşünsenize o kameralara salladığı parmaklarını Chirac'a, Papadopoulas'a, Blair'e salladığını, AB bürokratlarına "kabul ederseniz 32 dişinizi dökerim, döverim, ellerini, kollarını kırarım" dediğini...
Semranımdan daha iyi başmüzakereci bulunursa, öpüp başımıza koymalıyız.
Gerçi hala bulma şansımız var, yarışmanın ikinci bölümü başlıyor zira, yapımcılar Semranım'dan beterlerini de bulmuşlardır elbet... (ÇM/BA)