Anlaşılan belediye gene bu şehirlerarası otoyol inşaatı ile burasının dağ başı mı, İstanbul olduğunu karıştırdı.
Dere ağzında bir ahtapot
İstanbul Büyükşehir Belediyesi büyük olasılıkla Moda sahilinden Kadıköye bağlamayı planladığı otoyolla, doldurulan sahillere yapılan yolları bu köprülü kavşakla birbirine bağlamayı planlıyor. Proje safhasının çoktan geçildiği, artık inşaat(lar)ın başladığına göre bize de olan biteni izlemek kalıyor. Şu anda belediye henüz tamamlamakta olduğu aynı yerdeki bir başka uygulamayı, çevre düzenlemesini bu nedenle durdurdu.
Maket fotoğraflarında bir köprülü kavşak bir ahtapot gibi Moda ile Kalamış arasında yer alan derenin ağzına oturuyor. Ancak bu köprülü kavşağın bağlantı yolları hakkında şimdilik hiç bir açıklama yok. İstanbulluların herhalde taksitle projeyi tanımaları hedefleniyor. Sıraları geldiğinde, temel atma törenleri vasıtasıyla basından gelişmeleri öğreneceğiz.
Bu köprülü kavşak doldurulan Anadolu yakası sahillerindeki otoyol operasyonunun kalan son parçası. Kavşak yapıldıktan sonra, hani bunun yolları diyeceğiz ve belediye Modanın sahilinden Kadıköye doğru uzanacak olan altı şeritli otoyolun temelini atacak. Semtin mütevazı spor ve gösteri sahasının elli beş bin kişilik devasa stada dönüşmesinin ardından çevresinde nelerin olması gerektiği konusunda her şey önceden belli. Okul ortadan kalkacak. Kuşdili Çayırı otoparka çevrilecek. Belki Kurbağalıderenin bir bölümünün üstü kapatılarak Fenerbahçe Stadının arkasından ikinci bir otoyol yapılacak. Moda burnu otoyolla dönüldükten sonra gözler Kalamışa, sonra Dalyana çevrilecek. Bunların hepsi birer tahmin. Ama köprülü kavşağın bir sanat eseri olarak Kurbağalıderenin girişine yapılmadığını tahmin etmek hiç de zor değil.
Belki de amaç -uzak bir görüşle- buradan çıkması planlanan ve içinden bir de otoyol geçirilmesi hayal edilen tüpgeçişe bir bağlantı yapmak.
Sanki bir meydan okuma var. Belediye insanların gözüne sokarcasına İstanbulun son otoyolla kapatılmayan sahilinin, Modanın da bir otomobil cehennemine dönüşeceğini ilan ediyor. Modanın özelliği, içinden otoyol geçmeyen bir yerleşim olması. İstanbulda özellikli doğal sit alanlarının başında gelen Moda burnunu otoyola çevirmek, Topkapı Sarayını yıkıp gökdelen yapmaktan farklı değil.
Kent içinden geçen otoyollar
Çok gezmiş bir yaşlı dostumuz şunu söylemişti: Avrupada otoyollar şehirleri birleştirmek için yapılır. Bizde ise şehirleri bölmek için yapılıyor! Bunun sözlerin ne anlama geldiğine ben bire bir tanık oldum:
1970lerde de Bağdat Caddesi bir otomobil yoluydu. Kalamış Fener Caddesi de bir otomobil yoluydu.
Ama otoyol değildi. (Bu ayrım önemli.) Eğer sokaklarına bakarsanız ağaçların altına, yolların sonuna park edilen otomobiller görürdünüz. Sokakların, caddelerin hepsi çift yönlüydü ve daha dardı. Evet, otomobil sayısı çok arttı. Ancak düzenli ulaşım ihtiyacı için dünyanın en aptallaştırıcı tercihi yapıldı. İstanbulda yaklaşık yüzyıldır hizmet veren metropoliten ulaşım sisteminden vazgeçildi. Kalamıştan vapurla, trenle, tramvayla, otomobille her yere kolaylıkla gidiliyordu. Biz bu kolaylıktan vazgeçtik.
Belki de şöyle düşünmek gerekli: Sınırları belli olan eski sistem gelişmeler karşısında kendini yenileyemedi ve çöktü. Tersine (geriye) döndük. Babam Kalamıştan işine en fazla otuz dakikada giderken, otomobille gitmek zorunda kaldı. Vapur zaten hemen kaldırıldı. Böylece işe gitmek için her gün üç dört misli zaman, on katı para, sağlığını harcamaya başladı. Keyfin yerini ıstırap aldı.
Ama sorun bununla kalsa, iyiydi. Şehir içinden otoyollar geçmeye başlayınca annem Kızıltopraktaki bakkala kasaba ulaşmak için neredeyse karşı kaldırıma geçemez oldu. Artık bütün alışverişlerimizi de otomobille yapmaya başladık. Otomobilsiz sokağa çıkamaz, yaşayamaz olduk. Otomobil yolları dahi cehenneme döndü. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, otomobilsizler eve kapandı. Kalamış Fener Caddesi, Bağdat Caddesi birer otomobil nehri haline geldi. Bitmek bilmeyen motor, fren gürültüsünden gündüzler yaşanmaz, geceler uyunmaz oldu. Eskiden yemek yenen, şarkılar söylenen, yaşanan balkonlar, bahçeler artık oturulamaz, yaşanamaz yerlere dönüştü. İnsanlar giderek daha fazla zehir solumaya başladı ve hastalandı. Bundan herkes payına düşeni aldı.
Babam son çare olarak solunum cihazları aldı. Büyük hayallerle yerleştiği semt yok olduğu için arkadaşları ile artık semt dışında buluşmaya başladı. Artık evde öksürük, dışarıda egzoz sesinden başka bir şey duyulmuyordu. Babam bitmeyen öksürüklerini dindirmek için her bulduğu fırsatta kendini yollara atmaya, şehirden, mahallesinden kurtulmaya çalıştı. Çaresizlik, alternatifsizlik, saçmalık. Bunun sorumlusunun yalnızca yerel yönetim olmadığına yakından tanık oldum. Etrafı meyve bahçeleri ile dolu olan Kalamışın yerini beton bloklar almıştı. Şehrin Anadolu yakasındaki müteahhitlerin aralarında anlaşarak Bayındırlık Bakanına rüşvet vermek üzere para topladıklarını biliyorum.
Bazı aydınlar İstanbulun çöküşünden binalarının, doğasının yok oluşunu anlıyorlar. Değişim zannettikleri şeyin bir tutuculuğa dönüştüğünün dahi farkında değiller. Hatta şehrin bu hale gelmesini, karşı çıktıkları şeyi istediklerinin bile farkında değiller. Eskiden yerel yönetimlerin projelerini tartışmak için görünürde bir tek neden vardı: Farklı bir siyasal görüşten olmak.Yerel konularda siyasetin soluk alacağı bir küçücük bir alan hala yok.
Hayal görüyor olabilirim. Bu gidişin şu andaki tek alternatifi İstanbulun bu pahalı ve aptal ulaşım sisteminin bir gün petrol kaynaklarının kuruması veya bir felaketle çökmesi...
Bu nedenle Moda Burnunu, Kalamış, Dalyan, Caddebostan sahilini otoyola çevirmek isteyen belediye başkanlarının da. İstanbulu katlı kavşaklarla dolduran, binaları yıkıp, yolları genişletmeyi marifet sayan şehir plancılarının da.
Hay aklınızla bin yaşayın! (KG/EK)