Adalet Bakanlığı’na bağlı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nün geçtiğimiz Ağustos ayında yayınladığı “Adli İstatistik 2012 Yayını”nı Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Mehmet Karlı, Dr. Güçlü Akyürek ve Dr. Gülşah Kurt, bianet’e değerlendirdi.
Adli İstatistik 2012 Yayını’nın Ceza Mahkemeleri bölümünün TMK 10. Madde ile Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri (eski Özel Yetkili Mahkeme’ler) verilerini bianet’e değerlendiren akademisyenler, verilerdeki değişikliklerin temelde siyasi konjonktürden kaynaklandığını ve iktidarın, yargıda Avrupa standartlarına erişildiği izlenimi yaratmaya çalıştığının altını çizdi.
Karar Oranları, TÜRKİYE (2002-2012)[1]
2002’den 2005’e kadar olan süreçte mahkumiyet kararlarında ciddi bir azalış görülürken, 2005’ten itibaren neredeyse yüzde 100’lük bir artış söz konusu. Bunun nedeni nedir?
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Karlı: İstatistiklerle alakalı üç ana şey söyleyebilirim. Birincisi, Türkiye’de terör suçlarına dair mahkumiyetler siyasi konjontürle birebir bağlantılıdır. Terör zaten siyasi bir suç yaratma alanı. Terör propagandası adı altında, örgüt üyesi olmadan örgüt adına faaliyette bulunmak adı altında ya da örgüt faaliyetine katılmış olmak adı altında hayatında şiddetle en ufak bir bağlantıya geçmemiş insanların terör gibi çok ağır bir suç kategorisiyle ilişkilendirdiğini görüyoruz. Bu, terör suçunun doğası gereği iyice siyasal bir dönüş haline gelmesine yol açıyor ve bazı siyasi görüşlerin şeytanlaştırılması ve suç haline getirilmesi kategorisini yaratıyor.
Dolayısıyla, 2012 için gördüğümüz istatistiklerde 2004 yılına kadar mahkumiyetler düşerken 2004 yılından sonra zıplamasını nasıl açıklayacağız? Bir anda şiddet olayları mı patladı? Hayır! Şiddet olayları patlamadı. Ne değişti? Hükümetin tavrı değişti.
2006’da Terörle Mücadele Kanunu’ndaki değişikliğin altını çizmek lazım. O yapılan değişikliklerle Ceza Kanunu’nun neredeyse yarısında yer alan suçlar terör faaliyetiyle ilişkilendirdi. Terör suçunun kapsama alanı genişletildi. Bu, işin hukuki tarafı ama genel olarak duruşa baktığımızda siyasetin değişmesiyle beraber verilen mahkumiyet kararlarının da arttığını görüyoruz.
İkincisi, Associated Press 2001 ile 2011 yılları arasında 10 senelik süre zarfında bütün dünyada verilen terör mahkumiyetlerini analiz etti. Bu 10 senelik analiz sonucunda 32 bine yakın kişi, adı terör olan suçlardan hüküm yemişler. Türkiye 13 bin kişi ile 10 senelik süre zarfında dünya birincisi. Türkiye terör suçu kavramını bazı siyasi düşünceleri cezalandırmak için kullanıyor. Şiddetle olan bağlantısını koparıyor.
Bir üçüncü nokta ise, 2007 yılından itibaren hukuksuz tutuklular ön plana çıkmaya başladı. Tutukluluk bir yargılama tedbiridir ve istisnai olarak kullanılır. Kaçma veya delilleri karartma gibi geçerli bir gerekçe olmadığı sürece tutuklu yargılama yapılamaz. Tutukluluk süreleri eleştiri konusu olunca, yargı, istatistikler ile oynamaya karar verdi. “Birinci derece mahkemede yargılamayı çabuklaştıralım, hükmü verelim, hükümlü-tutukluları diye ayrı bir kategori yaratalım tutuklu istatistiklerini böylece düşürmüş olalım” diye düşündü. Tutukluları hükümlü diye göstererek Avrupa ilkelerini yakaladık diye düşünüldü.
Bizim şikayet ettiğimiz genel ceza yargılamasının, uygulaması gereken hukuk ilkelerinden kopmasıdır. Ceza yargılaması bir bütündür, sadece tutukluluk üzerine değildir. Adil yargılamanın kurallarına göre yapılması lazım. Delil değerlendirmesi, savunma ve iddianın eşit güçte olması lazım. Biz Cihan’ın tutukluluğundan şikayet ettik. Tutukluluğu sona erdi diye sevinelim derken hakkında 11 sene 6 ay hüküm verildi. O tutukluluk basın gündeminden çekilirken o insanın başına 11 sene hükmü vermiş oluyorsunuz. Sonra o insan yurt dışına kaçmak zorunda kalıyor aynı Pınar Selek olayında olduğu gibi. Böylelikle bu insanları Türkiye’ye gelemez hale getiriyorsunuz. Bu biraz da kasaba kurnazlığı. İstatistiklerle bunu kapamaya çalışıyorlar.
Eskiden Adli Sicil ‘tutuklu’, ‘hükümlü-tutuklu’ ve ‘hükümlüyü’ ayrı kategoride verirdi. Şimdi bu ayrımı yakalamayalım diye tutuklu ve hükümlü olarak ayırıyorlar. Amaç kafa karışıklığı yaratmak.
Yargıdan çıktığınızda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidiyordunuz. AİHM insanların kurtuluş umudu olmuştu. Strausburg’da da yargılama uzundur 5 ile 7 sene arasında değişen süreçler oluyor. Diyelim bu yargılama üç seneye insin. Hükümetimiz bunu da kabul edemedi. Avrupa’da istatistiklerimiz mi kötü? Strausburg’a çok mu dava gidiyor? Strausburg da bundan şikayet ediyordu. Ne yapalım? Anayasa Mahkemesi’ni bireysel başvuruya açalım. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruya açılınca Yargıtay’dan sonra temel hakları ilgilendiren konularda Anayasa Mahkemesi’ne gitmek zorunda kalacaksınız. Avrupa’ya gidebilmek için iç hukuk yollarını tüketmeniz lazım. Artık Yargıtay ile iş bitmeyecek. Anayasa Mahkemesi ne zaman bitecek? Orası Allah kerim. Anayasa Mahkemesi ile 4-5 sene kaybettiniz üzerine de Strausburg’ta 4-5 sene. Zaten hüküm yatmış olacaksınız. O yüzden bu istatistikler tutukluluk süresinin makyajıdır.
Dr. Güçlü Akyürek: 2005’te bu değişiklik yapıldığı için Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) değişti. Göreceli olarak belki onun da bir etkisi vardır. Bence Türkiye’de teknik anlamda mahkumiyet oranları çok düşük. Örneğin, Japonya’da açılan davaların yaklaşık yüzde 99’u mahkumiyetle sonuçlanır, ancak Türkiye’de savcı hasbelkader delilleri topluyor. Mahkeme karar versin diye otomatik dava açıyor. Kıyasladığınız zaman Türkiye’de her zaman mahkumiyet oranları düşük oluyor. Eğer bir dava açıyorsan büyük bir olasılıkla mahkumiyetle sonuçlanması lazım. Yoksa insanları niye uğraştırıyorsun? O zaman takipsizlik ver bu iş bitsin. Savcılarımızda genel olarak ben uğraşmayayım mahkeme karar versin düşüncesi var, bu nedenle her şeye dava açıyorlar. Mahkumiyet oranları düşük oluyor.
Mahkumiyet Karar Nitelikleri, İller (2012)
Diyarbakır’da neredeyse sadece KCK davası görülürken, İstanbul’da ODA TV, Ergenekon, Balyoz, KCK gibi davalar sözkonusu olduğu halde, Diyarbakır’daki hapis cezası oranı çok daha yüksek. Bunu nasıl açıklayabiliriz? İzmir’de de Diyarbakır’a yakın bir oran söz konusu.
M.K: Sadece Diyarbakır değil, Adana ve İstanbul’da da KCK davaları var. İzmir’de belki casusluk soruşturması terörle sonuçlandırıldı mı bilemiyorum. Türkiye’de terör suçları dediğimizde, Ergenekon ve Balyoz davalarının bağlantılandırılması değil. Bizim asıl bahsettiğimiz devrimci sosyalist örgütler (Onların katılımcıları az olduğu için belki istatistiklerde o kadar ön plana çıkmamıştır) ve Kürt hareketi. Siyasi iklim değişti derken kastettiğimiz KCK davalarıyla başlayan değişimdi. Buradaki ana rakamlar gerçekten KCK rakamlarıdır.
KCK da nedir; özellikle 2009 yerel seçimlerinde Kürt siyasi hareketine bağlı adaylar büyük bir oranda kazanım sağlayınca, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bununla mücadele etmenin yolunu KCK soruşturmalarıyla olacağına karar verdi ve 2009 yerel seçimlerinden sonra KCK adı altında başlatılan soruşturmayla legal Kürt siyasi hareketi hedef alındı.
KCK soruşturmalarındaki insanların çoğu, BDP’nin gençlik kollarında çalışan, BDP’nin siyasal yapısı içinde bulunan insanlar. Moda deyimle söylersek, “ovada siyaset” yapan insanlar. Yani BDP’nin bölgedeki siyasal gücünü oluşturan insanlar. BDP’yi kırarsak bu hareketi kırarız mantığıyla 2009 yerel seçimleri sonrası böyle bir operasyon yapıldı. Bu operasyonun tutmadığını gördükleri için de mevcut barış süreci başlatıldı. Ama barış süreci başlatılmış olmasına rağmen, KCK davaları konusunda sadece az bir ilerleme olabildi. Bunun gerekçesi de, bu tutukluların bu süreçte yapılan müzakerede rehine olarak görülmesidir. Bu, müzakere masasında bir koz olarak görülmüştür. Başlı başına bu bile, yargılama sürecinin hukuktan ne kadar uzak ve ne kadar siyasi olduğuna ayrı bir kanıttır.
Karara Bağlanan Davalardaki Suç Oranı, Türkiye (2012)[2]
“Karara bağlanan davalardaki suç oranı” istatistiğine baktığımızda ise, 2009’dan 2012 yılına kadar muazzam bir artış gözlüyoruz. Bunu yine politik iklimle açıklayabilir miyiz?
M.K: Bunu şartlı olarak yorumlamak mümkün, çünkü Adalet Bakanlığı ayrıntılı bilgi vermemiş. Buradaki “suç oranı” dedikleri mahkumiyet ise, biraz önce bahsettiğimiz iki konunun altını çizeceğiz. Birincisi, değişen siyasi iklimle daha çok mahkumiyet çıkması ve tutukluluk sorununun hükümlülük sorununa dönüşmesi. Ama bunu da bir şarta bağlı olarak söyleyelim; aslında savcılar davaları seçici olarak açsalar, hüküm verme oranı daha yüksek de olmalı. Az önce Güçlü Akyürek’in altını çizdiği gibi. Ama bizde savcılar her önüne gelene dava açıyor ve her önüne gelene dava açıldığı için de böyle bir oran çok daha geniş bir kitleye tesir etmiş oluyor.
Dava Sayıları, Türkiye (2002-2012)
2002 yılından 2012 yılına gelinen süreçte, açılan dava sayısında çok büyük oranda bir artış olduğunu görüyoruz. Ancak bu artışa müteakip, davaların ortalama görülme süresinde ise ciddi bir azalma var. Bunu adaletin kalitesi açısından kaygı verici olarak görmek mümkün mü?
M.K: Tablodaki ortalama görülme süresini değerlendirmek zor. Bunu ampirik bir şekilde değerlendirebiliriz, kendi alanda gördüğümüz tecrübeyle. Ancak sadece bu istatistikten yola çıkarak değerlendiremeyiz. Bir davanın görülme süresinin ideali esasında 195 günden de kısadır. İdealinde olması gereken, savcının bütün soruşturmayı bitirmesi, bütün delilleri toplayıp iddianameyi hazırlayarak sunacak ve ardışık şekilde birkaç günde duruşmalar yapılacak müdafaa, kendi argümanlarını ortaya koyacak, iddia makamı kendi argümanlarını ortaya koyacak ve 195 gün dahi sürmeyecek. Bu istatistikleri de Adalet Bakanlığı normalde, ceza reformu yapıldığını ve yargı sürecini hızlandırdıkları izlenimi yaratmak için yayınlıyor. Hızlı işleyen yargı iyidir gibi bir değerlendirme yapılabilir, ama bizim ampirik tecrübemiz gösteriyor ki, yargılamanın kalitesinde bir yükselme olmadı. Sadece yukarıdan 'bu işi hızlandırın' şeklinde bir yönlendirme geldiği için yalap şalap kararlar verilmeye ve tutukluluk problemi hükümlülüğe çevrilerek ortadan kaldırılmaya çalışılıyor.
G.A: Yargılama süresinin kısalması da tek başına her zaman iyi bir şey değildir. Bazen yargılamanın göreceli olarak uzun olması da gerekir. Çünkü, çok büyük toplumsal olaylara yol açan bir olayı, 1-2 günde yargılayıp hükme giderseniz, kuvvetle muhtemel adaletsiz bir sonuç verirsiniz. Mesela Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki İstiklal Mahkemeleri bunun bir örneğidir.
Dr. Gülşah Kurt: Şunu da gözden kaçırmamak gerekir; kamu davasının açılması, iddianamenin kabulüyle başlar. Ancak kamu davalarında bir iddianamenin hazırlanması çoğu zaman 6 ya da 8 ayı bulabiliyor. Dolayısıyla, bizim bu tabloda gördüğümüz ortalama yargılama süresi, iddianamenin kabulüyle davanın hükme bağlanması arasında geçen süreci kapsıyor. İddianamenin hazırlanması sürecini, sanığın aylarca tutuklu kaldığı süreci kapsamıyor. (BK-MA/HK)
* Adli İstatistik 2012 Yayını'nın diğer verileri için tıklayın.
[1] 2002-2008 yılları arasında dosya bazında (dosyadaki en ağır suç esas alınarak) sayım yapılırken, 2009 yılı ve sonrasında dosyadaki tüm suçlar ve kararlar ayrı ayrı sayılarak suç bazında sayım yapıldığından, veriler değerlendirilirken bu durum göz önüne alınmalıdır.
[2] Toplam suç sayısına başka birime aktarılarak kapanan dosyalar dahil edilmemiştir.