Erkek şiddetinin medyada nasıl temsil edildiğini anlamak için, herşeyden önce söylemin önemini kavramak gerekir. Nitekim, Fairclough’a göre, toplumsal pratikler söylemi, söylem de toplumsal pratikleri üretir ve şekillendirir. (Fairclough, 2003) Bu noktadan bakıldığında, medyayı kuşatan cinsiyetçi söylem ve erkek şiddeti arasındaki ilişkiyi anlamak daha kolaydır.
Çiler Dursun cinsiyetçi söylemin, toplumsal cinsiyeti “insan yaşamının toplum ve kültürden önce gelen sabit bir özelliği olarak” tanımladığını ve bunu yaparken de erkek karşısındaki kadının doğası gereği zayıf, güçsüz, duygusal, mantıksız, aşırı gibi olumsuz yapısal özelliklere sahip olduğunu kabul ettiğini söyler. (Dursun, 2008) Bu açıdan bakıldığında, cinsiyetçi söylem, kadını erkek karşısında ‘zayıf’ olarak konumlandırdığı ve bunu da cinsiyetler arası güç ilişkileri üzerinden yorumladığı için temelde bir eşitsizlik söylemidir. Nitekim kadının ‘zayıf’ olarak konumlandırılması, erkeğin toplumsal yaşamda iktidarını kurmasına ve pekiştirmesine olanak sağlar.
Toplumsal yaşamda kök salan ve haliyle medyada da sıklıkla yer bulan cinsiyetçi söylemin minimize edilmesi noktasında, medyada orta ve üst düzey kadın yöneticilerin sayısının artmasının çözüm olup olmayacağı yönündeki tartışmalar uzun süredir gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Medya sektöründe orta/üst düzey kadın yöneticinin azlığı ve haber üretiminde erkeklerin niceliksel olarak oynadıkları rolün daha fazla olduğu bilinen gerçekler. (Yazılı medya istatistikleri açıkladı, 2013) Ancak yine de medya sektöründe kadın istihdamının artması, varolan eşitsizlikçi söylemin kalkacağı hususunda bizlere garanti verme noktasında yetersiz kalıyor. Bu cinsiyetçi söylemin toplumsal hayattaki kökenlerine baktığımızda, hemen her kadının toplumsal cinsiyete ilişkin zihin dünyasının ataerkil söyleme dayandığını görebiliyoruz.
Günlük yaşamda “adam, erkek, delikanlı” gibi kavramların kadınlar tarafından da övgü dolu ifadeler olarak kullanıldığını hepimiz tecrübe ederiz. Sonuç olarak, erkek egemen söylem sadece erkeklerin ürettikleri bir söylem olmadığı ve erkek ve kadınlar tarafından birlikte üretildiği için, kadınların medyadaki temsilinin artmasının bu söylemin ortadan kalkmasını ya da azalmasını sağlayacağı yönündeki argümanların tam bir garantisi yoktur.
Haber dili ve imgeler
Haber metni içerisinde ve haberin mutfağında cinsiyetçi perspektifi yakalamak birçok sefer mümkün. Bunun en açık örneklerini haber metinlerinde kullanılan imgelerde görebiliriz.
Haberlerde sık sık “mağdur kadın” kavramsallaştırmasının kullanıldığına hepimiz tanık oluyoruz. Esasında “mağdur kadın” imgesiyle satır altından verilen mesaj ve toplumsal cinsiyetlere yönelik perspektif, kadının etkili bir toplumsal güç olamayacağı şeklinde.
Buna karşılık yine karşımıza en sık çıkan imgelerden “kurban kadın” imgesi, çok daha sorunlu bir haber diline işaret ediyor. Nitekim kadının kurban konumunda olması, aslında kendi zayıflığından kaynaklanıyormuş algısını yaratmakta. Nitekim bu imgeyle birlikte kadının “pasif, kolayca el konulabilir, hükmedilebilir bir cinsel haz nesnesine” dönüştürülmesi söz konusu. (Dursun, 2008) Böylece, kadın kimliği patriarkanın tanımladığı cinsellikle örtüştürülür ve ortaya çıkan ‘kurbanlık durumu’ toplumsal yapıyla ilgisi yokmuş gibi haberlerde işlenir (1).
Erkek şiddeti haberlerinin büyük çoğunluğunda özel hayatın gizliliği ilkesinin, söz konusu kadınlar olduğunda ne kadar rahatça ihlal edildiğine sık sık haber metinlerde rastlıyoruz. Bunun da genelde kadınların ‘kurban’ olmadan önceki yaşamlarına ve cinsel yönden ‘garip’liklerine yapılan vurgular üzerinden gerçekleştiğini görüyoruz.
Haberde kullanılan imgeler açısından sonuncusu ise “talihsiz kadın” imgesi. “Talihsiz kadın” imgesi ilk bakışta önceki imgelere göre daha az cinsiyetçi gelebilir. Ancak insanların kafasında şiddete maruz kalmanın bir talih, yani şans işi mi olduğu sorusunu uyandırması bakımından ilginç bir imgedir. Aynı zamanda kadınların ‘talihsiz’ olmasına yapılan vurgu, yine erkek şiddetine zemin hazırlayan toplumsal yapıyı sorgulatmaması ve verilen haberin sanki istisnai ve bireysel olduğunu göstermeye çalışması bakımından sorunludur.
Bütün bu kullanılan imgeler, yukarıda anlatılanlara ek olarak, kadına karşı bir acıma duygusu yaratması bakımından, aslında erkek şiddetinin temel ayaklarından olan cinsiyetçiliğin yeniden ve yeniden üretmesine yol açıyor. Nitekim bu zihin dünyasına göre, kadınlar erkeklerin bir eşiti olmak yerine, ‘incitilmemesi’ gereken ‘narin’ insanlardır ve gerektiğinde erkek tarafından her türlü şiddete maruz kalabileceğinin bir önkabulü söz konusudur.
Cinsel şiddetin sunumu ve meşrulaştırılması
Erkek şiddeti haberlerinde ortaya çıkan önemli bir sorun da, tecavüz gibi cinsel şiddetin sunumunda pornografik çağrışımlar yapacak biçimde ayrıntılandırmaların söz konusu olması. Abdülrezak Altun, Mine Gencel Bek ve Emel Esen Altun’un medya sektöründe farklı basılı yayın organlarından muhabir ve editörlerle yaptıkları çalışma, bu noktada haberi hazırlayanların bizim için çarpıcı nitelikteki perspektiflerini önümüze sunuyor.
Nitekim dönemin Sabah gazetesinde adliye muhabirliği yapan 40 yaşında bir erkek gazetecinin niçin bu tür ayrıntılara yer verildiği yönündeki soruya verdiği cevap, yazının merkezine aldığı konu için önemlidir:
“Toplum olarak sekse aç insanlarız. İşitsel ve görsel anlamda. Bizim gazetelerin internet yayınlarına bakıp, şunu diyebilirim; bir mankenin erotik fotoğrafları varsa, haber çok tıklanıyor. Gayri ihtiyari siz de bu talebi kullanıyorsunuz. Bir yerde haberin okunması ve gazetenin satılması için kullanılıyor. Arka sayfa güzeli diye bir şey var, ne alaka diyeceksiniz, ama okutturuyor haberi.” (Altun, Bek, & Altun, 2007)
Bu alıntıda iki husus çok önemli. İlki, cinsel şiddet haberlerinde pornografik çağrışım yapacak ayrıntılara yer verilmesinin, “Toplum olarak sekse aç insanlarız” argümanıyla gerekçelendirilmeye çalışılması ve hatta sanki topluma bir hizmet veriliyormuş inancının taşınmasıdır. İkincisi ise, “çok tıklanmak”, “haberin okunması ve gazetenin satılması” gibi bahanelerle medya sektöründeki piyasacı mantığa dikkat çekilmesi ve tiraj artırmak için gerektiğinde bu tarz ayrıntılamalara gidilmesi gerektiğinin doğal olduğu düşüncesidir.
Erkek şiddeti haberlerinde medyanın meşrulaştırıcı bir işlev gördüğünün de altı çizmekte fayda var. Nitekim bu alanda yapılan haber taramaları (2), erkeklerin uzun süreli işsizlik, geçim sıkıntısı, çocuğun eğitimi vb. meselelerden kaynaklanan psikolojik sorunların ya da kadınların tahrik edici tutumları sonucunda şiddet eylemine yöneldikleri izleniminin yaratıldığını gösteriyor. Bu haberlerde erkek şiddetinin toplumsal sebeplerine hiç referans verilmemekle birlikte, çelişkili bir şekilde kadının hem ‘kurban’ sayılması hem de ‘genel ahlak’ ve namus anlayışına aykırı davrandığı yönündeki gerekçelendirmelerle kadının uğradığı şiddet meşrulaştırılır.
Haberin kaynağı sorunsalı
Haberlerin erkek egemen bir dille hazırlanmasının temel sebeplerinden biri olarak, haberlerde kullanılan kaynağın, şiddeti uygulayan erkek olmasından kaynaklandığını iddia edebiliriz. Haberlerdeki bu kaynak sıkıntısını muhabirler, “daha çok saldırıya uğrayan kadının konuşmak istememesinden kaynaklandığını” dile getiriyor ve şiddet olayları sonrasında genellikle kadınların konuşamayacak kadar ciddi sağlık sorunları yaşadığını ya da hayatlarını kaybettiklerini söylüyorlar. (Altun, Bek, & Altun, 2007)
Haberlerde kullanılan ifadeler çoğu zaman zanlıların savcılıkta ya da emniyette verdikleri ifadelerden yola çıkarak hazırlandığı için, muhabirlerin yukarıdaki argümanları akla yatkın gelebilir. Ancak yalnızca birkaç alternatif medya organı haricinde, özellikle de anaakım medyanın bu şiddet haberlerinde varolan onlarca uzman ve kadın kuruluşunun ifadelerine yer vermemesi, yukarıdaki argümanları çürütmek için yeterli bir sebep. Sonuç olarak, haber kaynaklarının kim olduğu haber yazımıyla ilgili olmakla birlikte, aynı zamanda benimsenen ve içselleştirilen erkek egemen normlarla da ilgili olduğu gözden kaçırılmamalı.
Sonuç: Daha eşitlikçi bir medya için öneriler
Marian Meyers, haberlerde ataerkil mitlerin ve kalıp yargıların varlığını fark etmenin erkek şiddetinin temsilini değiştirmede ilk adım olduğunu, bundan sonraki aşamanın ise gazetecilerin bunu reddetmesi ve mitolojiyi sürdürmemesi olduğunu söyler. (Meyers, 1996) Şimdiye kadar haberlerde yer alan erkek egemen mitlerin varlığını ortaya koyduğumuzu düşünecek olursak, yıllardır hem gazeteciler hem de kadın çalışmaları yapan derneklerin yürüttüğü tartışmalardan yola çıkarak, daha eşitlikçi bir medya için şu önerileri sıralayabiliriz:
Haber metinlerde kullanılan dil de toplumsal yapının bir tezahürüdür. Varolan ataerkil yapıyı haber metinlerinden uzak tutmak için, her şeyden önce habere konu olan olayın arka planı ayrıntılı biçimde incelenerek; 1- toplumsal yapının oynadığı role dikkat edilmesi ve ön plana çıkarılması; 2- haber metinlerinde yer alan ifadelerin şiddeti meşrulaştırıcı yönünü ortadan kaldırmak için, hazırlanan haberin kaynağı bizzat olayın şiddet uygulayan erkek zanlısı olmaktan çıkarılmalı ve kadın dernekleri ile bu alanda çalışma yürüten akademisyenlerden görüş alınması; 3- başta cinayet haberleri olmak üzere bütün şiddet haberlerinden erkeğin kadına duyduğunu iddia ettiği sevgi ve aşk gibi pozitif ifadelerin haberlerde yer almaması ve böylece okuyucunun zanlıya ‘anlayış’ geliştirmesinin ve empati kurmasının önlenmesi; 4- cinayet haberlerinde toplumun kanıksamasını kolaylaştıran ılımlı ifadelere yer verilmemesi ve ‘cinayet, katliam’ gibi okuyucuyu rahatsız edecek ifadelerin kullanımıyla ortada yaşam hakkının ihlali olduğuna dikkat çekilmesi önerilebilir. (BK/ÇT)
Notlar:
(1) Erkek şiddetinin medyada yer alma şekli, her zaman toplumsal yapının şiddetin arkasında yatan nedenlerden en az birini yarattığını görmeyecek şekilde kurgulandığını söyleyebiliriz. Bu sayede toplumsal yapının sorgulamaya açılmaması, beraberinde toplumsal dönüşümü sağlayacak reform tartışmalarının da gündeme gelmesini engellemekte.
Örneğin, özellikle cinsel şiddet haberlerinde, aile içinde gerçekleşenlerden ziyade yabancıdan gelen beklenmedik seri saldırılar temsil edilir. Bunlar her gün cereyan eden ve ‘sıkıcı’ bulunan şiddet olaylarından daha fazla haber değerine sahip görülür. (Kitzinger, 2004) Böylece bu tür suçlar arada bir gerçekleşen, normal olmayan, patolojik suçlar olarak ele alınır ve toplumsal reformu gerektirecek bir toplumsal sorun olmak yerine bir hukuk ve düzen meselesine indirgenir. Her tecavüz olayı, ataerkil iktidar ilişkilerinin bir sonucu olarak görülmek yerine sanki ilk kez oluyormuş gibi izole ve tesadüfi bir olay gibi haberleştirilir. (Byerly & Ross, 2006)
(2) Bu alanda Bağımsız İletişim Ağı’nın (bianet) 2008 yılından beri tuttuğu “Şiddet, Taciz, Tecavüz Çetelesi” önemli bir yer tutuyor. Ayrıntılı bilgi için: http://bianet.org/bianet/bianet/133354-bianet-siddet-taciz-tecavuz-cetelesi-tutuyor
Kaynakça
Yazılı medya istatistikleri açıkladı. (2013, November 3). June 4, 2014 tarihinde TGRT Haber: http://www.trthaber.com/haber/medya/yazili-medya-istatistikleri-acikladi-106913.html adresinden alındı
Altun, A., Bek, M. G., & Altun, E. E. (2007). Aile İçi Şiddet Haberlerinin Üretim Süreci ve Medya Profesyonelleri. iletişim: araştırmaları, 9-61.
Byerly, C., & Ross, K. (2006). Women & Media: A Critical Introduction. Wiley-Blackwell.
Dursun, Ç. (2008). Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet ve Haber Medyası: Alternatif Bir Habercilik. T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü.
Fairclough, N. (2003). Söylem ve İdeoloji. (B. Çoban, & Z. Özarslan, Dü) İstanbul: Su Yayınları.
Kitzinger, J. (2004). Media Coverage of Sexual Violence Against Women. K. Ross, & C. Byerly (Dü) içinde, Women and Media, International Perspectives (s. 13-38). Wiley-Blackwell.
Meyers, M. (1996). News Coverage of Violence against Women: Engendering Blame. SAGE Publications, Inc.