Ersun Yanal'ın milli takımdaki görevine son verilirken akla gelen teknik direktör adayları arasında onun adı da telaffuz ediliyordu. Ancak o günlerde kimi köşe yazarları her nedense Terim'in bu görevi kabul etmeyebileceği düşüncesine kendilerini kaptırmışlardı. Sonradan kendisine tevdi edilen görevi kabul etti, aylık 110.000 YTL'ye Futbol Federasyonu ile anlaştı, milli takımların tümünün başına geçti. Mehmet Özdilek'ten (Şifo Mehmet), Oğuz Çetin'e kadar pek çok genç ve başarılı antrenörü de beraberinde milli takımlara taşıdı.
İlaç gibi görev...
Daha önce de milli takım teknik direktörlüğü yapan Fatih Terim, Galatasaray ile 4 kez üst üste Türkiye Ligi Şampiyonluğu'nu kazanıp ardından da UEFA kupasını kaldırdığında kendisini gökyüzündeki yıldızlardan daha parlak bir kariyere sahip olduğu düşüncesine epey kaptırmıştı.
İşe İtalya'ya gidip saç modelini değiştirerek başladı. Fiorentina başkanı ile anlaşamayıp takımdan ayrıldı, sonra da dünyaca ünlü Milan'ın başına geçti. İtalyanca öğrenip yıllarca bu ülkede çalışacağı izlenimi verdiyse de Berlusconi'nin kulübü ile de macerası kısa sürdü. 2002 ortalarından bu yana da işsizdi. Hatta kadim dostu Mehmet Ağar DYP'nin başına geçtiğinde ona partisinde Genel Başkan Yardımcılığı görevini teklif etti. Aklı futbolda kalmış olacak ki, kibarca kendisini reddederek "benim işim futbol" dedi. Milli takım antrenörlüğü ona "ilaç gibi" geldi.
Terim ve tavırları
Saçlarının ardından Terim'in mimikleri değişti. Küçük dağları yaratan haliyle Fatih Hoca, öyle bir havaya girdi ki yanına kimse yanaşamaz oldu. Öyle kerli ferli spor yazarları falan kendisiyle konuşurken iki büklüm olmaya, lafları olabildiğince dikkatli seçmeye başladılar. Spor kamuoyunda saygın yeri olan bu "abilerimiz" bile Terim'den "fırça yememek" için yazılarında, yorum ve haberlerinde daha bir dikkatli olmaya başlamışlardı.
Terim çevresindekileri sözün tam anlamıyla eziyordu artık. İki "laf çaktığı" insanlar birkaç zaman kendine gelemiyor, şöyle hafiften sertçe baktıkları kıpkırmızı kesiliyordu. Spor camiasında artık erişilmezi oynayan Terim, herkeste benzer etkiyi bırakıyordu. Hele mesleğe köşe yazarlarından çok daha geç başlayan yeni muhabirlerin korkudan mideleri tutuyordu...
Röportajlar yeniden...
Kritik bir dönemde milli takımın başına tekrar geçen Fatih hoca röportaj vermeye de yeniden başladı. Danimarka maçı öncesi ve sonrasında benim izleyebildiğim kadarıyla bu kez karşısına "genç ama deneyimli" spor muhabirleri geçti. "English pub" tarzında dizayn edilmiş bir salonda maç sonrası yapılan röportajları izledim. Terim Önce NTV muhabiri Serkan Korkmaz'ın sorularını yanıtladı.
Çocukcağız, daha bakar bakmaz bir tedirginlik içindeydi. Yüzündeki o bitimsiz "aman hocam bir hatam olursa affola" ifadesi ile Terim'in karşısına oturmuştu. Muhabir Korkmaz, zaman zaman belli ki elleri terleyerek, gazetecilik tabiriyle "kontur" sorular sormaya yelteniyor, ancak yüzüne öyle sevimli bir ifade yerleştirmeye çalışıyordu ki, hocanın merhametine mazhar olabilsin...
Stüdyodaki yılların eskitemediği spor yorumcusu, eski hakem Dr. Ahmet Çakar bile "aman bir yamuk olmasın" kabilinden iyi seçilmiş laflarla hocayı zora sokmama uğraşındaydı. Zaten Terim de soruyu öyle bir yanıtlıyordu ki, takım dünyanın en kötü, en akılsız futbolunu bile oynamış olsa siz bunun taktik icabı olduğuna ikna oluyordunuz.
Karizma tavana vurunca...
Netice itibarıyla Fatih Terim öyle bir karizma yaratmış ki, 7'den 77'ye herkes kendisine ona karşı korkuya karışan bir saygı duyuyor. Gazeteciler, bir daha haber alamayabilirim kaygısıyla sorularını sorarken akla karayı seçiyor. Terim ise sıklıkla kuruyan dudaklarını dişleri arasına alıp gözlerini kısarak soruları dinliyor, soruyu sorana "ben ne halt ettim?" dedirtiyor.
Artık benzer görüntüleri daha çok izleyeceğiz. Terim usulü röportajları izleyerek "güç bende artık" tavrının en sağlam örneklerini göreceğiz. Genç spor muhabirleri de böylece meslek yaşamlarının en çetrefilli deneyimlerini milli takım çalışmalarını izlerken yaşayacak. (BD/EK)