Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Melda Onur, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) yaptığı Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü bütçesi ile ilgili konuşmada, tutuklu gazetecilere dikkat çekti ve "Siz büyük adalet sarayları yaptıkça, adalet küçülmeye devam ediyor" dedi.
Ragıp Zarakolu, Füsun Erdoğan, Ahmet Şık, Nedim Şener, Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, Baha Okar, Erdal Süsem, Müyesser Yıldız... Onur, farklı davalardan tutuklu olan birçok gazeteciden bahsetti.
"Meslektaşlarımızı Kürdistan Topluluklar Meclisi (KCK), Devrimci Karargah, Ergenekon ve diğer örgüt suçu torbalarına attınız" diyen Onur, konuşmasında özetle şunları söyledi:
Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü'nün hedeflerinde şöyle yazar: "Güçlü ve özgür basın ortamının sağlanmasına katkıda bulunan referans kurum olmak." Sanırım bu vizyon, 212 Sayılı Basın İş Kanunu'nun gereğince uygulandığı zamanlardan kalma... Bugün ise çalışan gazetecilerin yalnızca yüzde 5'i bu kapsamda.
Özgür basın tutuklu, tutuksuz olanlar ise özgür değil.
Ragıp Zarakolu'nu herkesin şaşkın bakışları önünde alıp götürdünüz. Ahmet Şık ve Nedim Şener bugün 283 gündür tutuklu. Çalışanlarının tümünü aldığınız OdaTV davasında, iddianameden anlaşılan o ki, amaç muhalif bir haber sitesini yok etmek.
Dört yıldır tutuklu Tuncay Özkan'ın bir yıldır neden hücre hapsinde tutulduğunu anlamıyoruz. Milletvekili seçildiği halde aramızda olamayan gazeteci Mustafa Balbay ise milli iradeye konan ipoteğin sembollerinden oldu.
Bilim ve Gelecek dergisi editörü Baha Okar'ı bir sabaha karşı aldınız, bir yıldan fazladır tutuklu. Eylül Dergisini çıkardığı için Erdal Süsem'e müebbet verdiniz. Birçok meslektaşımızı Kürdistan Topluluklar Meclisi (KCK), Devrimci Karargah, Ergenekon ve diğer örgüt suçu torbalarına attınız.
"Ya bırakın ya hüküm verin"
Peki ya Füsun Erdoğan'ı duyan, bilen var mı? Başbakan'ın akrabası değil... Olsaydı bugün belki bir gazete sahibi olurdu. O bir muhalif... Erdoğan tam 12 Eylül 2006'dan beri tutuklu... Radyocuydu. 12 Eylül 2010'daki referandumda onun da tutukluluğunun dört yılı bitti. Son davası 13 Ekim'deydi, tam dört ay sonra yeniden hakim karşısına çıkacak.
Beş yıldır tutuklu, ya bırakın ya hüküm verin!
Dün burada Adalet Bakanı'nı dinledik ve 21. Yüzyılın ileri demokrasi ülkesinde gazetecilerin nasıl "terörist" ilan edildiğini duyduk.
Sorarım size Füsun'un silahı mikrofon mu, cinayet mi işledi? Ahmet'in kitabı mı, Nedim'in makalesi mi, Baha'nın fikirleri mi? Müyesser'in bilgisayarı mı?
Ortada bir gasp varsa, gasp edilen hayatlar ve özgürlüklerdir. Ortada bir cinayet varsa, o da hukukun katlidir. Telekulaklarla insan özellerinin gazete sayfalarında boy boy afişe edilmesidir...
Hakim, daha önceden ihtilaflı olduğu sanıkların davalarına bakmakta bir sakınca görmüyor, evrensel hukuka göre davadan çekilmesi gerekirken, ısrarcı oluyor, reddi hakim talepleri geri çevriliyor.
Üzülerek gördüm ki Bakan Ergin'in hukuk ve adalet anlayışı demokrasiye değil, intikama dayalı. Savunduğu hukuk da kan davası hukuku. Yüzde 50'ye varan bir oranla iktidarı aldınız... Ama büyük bir korku içindesiniz! Deniz Feneri'nden de korkuyorsunuz, Hopa'dan da, Tortum'dan da, özgür gazetecilerden de...
Siz büyük adalet sarayları yaptıkça, adalet küçülmeye devam ediyor. (AS)