Bundan tam 30 sene önce, 1987’de Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu çıktı. Konunun uzmanları bu kanunun sağlığın özelleştirmesinin temel taşı olduğunu söylerler.
Kanun, sosyal güvenlik sistemini de ele alıyordu, sözleşmeli sağlık çalışanı “olabileceğini” de söylüyordu.
Bu ne demekti? Anayasaya göre, sürekliliği olan temel kamu hizmetleri devlet memurları eliyle görülür. Dolayısıyla bu düzenleme açıkça değil, ama işaret ederek sağlığın temel bir kamu hizmeti olmadığını/olmayacağını söylüyordu.
Yasa, Anayasa Mahkemesi’ne gitti. Mahkeme pek çok hükme elini bile sürmedi (E-1987/16- K-1988/8). Ama “sözleşmeli sağlık çalışanı” olabileceği meselesinde dedi ki “Önemi ve değeri nedeniyle devletin başlıca görevleri içindeki hizmetler, genel idare esaslarına göre yürütülen hizmetlerdir. Genel idare hizmetlerinde görevli kimselerin yasaların güvencesi altındadırlar. Bu gereği yerine getirmeyen, dışlayan düzenleme, kamu hizmetinin sürekliliğine ters düşer”.
Aynı dönemlerde Anayasa Mahkemesi yap-işlet-devret sözleşmelerinin “imtiyaz” olduğunu, isim değişikliğiyle sorunun çözülemeyeceğini söyleyerek iptal kararları da verdi. Ardından 1999 senesinde Anayasa değişikliği yapıldı ve “özelleştirme” kelime olarak Anayasa'ya girdi yani Anayasal güvenceye kavuştu. TBMM’ye hangi sözleşmelerin özel hukuk hükümlerine tabi olacağına karar verme yetkisi verildi. Şirketlerle devletin eşit olacağı bu yeni düzende “imtiyaz/kapitülasyon” tartışması da bitirilmiş oldu. Ayrıca imtiyaz sözleşmelerinde uluslararası tahkimin önü açıldı, Danıştay’ın yetkisi budandı.
Bu hazırlık hareketlerinin ardından 2003 yılında iki değişiklik daha yapıldı. Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması Hakkında Kanun’la Anayasa Mahkemesi'nin iptal ettiği düzenleme yeniden getirildi. Aynı zamanda Devlet Memurları Kanunu'nun “sağlık ve yardımcı sağlık hizmetleri” bölümüne “Bu sınıfa dahil personel tarafından yerine getirilmesi gereken hizmetler, lüzumu halinde bedeli döner sermaye gelirlerinden ödenmek kaydıyla, Bakanlıkça tespit edilecek esas ve usullere göre hizmet satın alınması yoluyla gördürülebilir” maddesi eklendi.
Yani aslında tüm sağlık hizmetlerinin ihale edilebilir, taşerona verilebilir olduğu açıklanmış oldu.
Denizli Devlet Hastanesi derhal “2004 yılı (4 aylık) Psikiyatri Uzmanı, Onkoloji Uzmanı, Çocuk Psikiyatri Uzmanı, Alerji Hastalıkları Uzmanı Hizmetleri Satın Alma İşi” için ihaleye çıktı.
Türk Tabipleri Birliği, Sağlık Bakanlığı’na karşı ihale şartnamesinin iptali için dava açtı. Davada ihaleye dayanak Yasanın Anayasaya aykırı olduğu söylendi. Danıştay TTB’nin başvurusunu kabul ederek Anayasa Mahkemesine başvurdu. (E.2004/114-K. 2007/85)
Anayasa Mahkemesi bu kez bambaşka bir karar verdi. Sağlık hizmetinin ertelenemez, vazgeçilmez niteliğini yineledi tabii ve sağlığın bu niteliğini bu kez özelleştirme gerekçesi yaptı.
Kararda “…Bilime dayalı olması gereken tanı ve tedavi metotlarının insan yararına sürekli yenilik ve gelişme göstermesi, hizmet kalite ve beklentilerini çağın koşullarına yaklaştırmayı gerektirmektedir. Bu yönüyle sağlık hizmetleri, kendi iç dinamikleri ve nitelikleri gereği üretilmesi ve halk yararına sunulmasında özel sektörün kazanç, rekabet ve büyüme dinamiklerinden yararlanacak türdeki hizmetlerdendir” diyerek kamu yararının ancak özelleştirmeyle mümkün olacağını da söylemiş oldu.
Mahkeme, “…sağlık hizmetlerinin bütünüyle devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu bir kamu hizmeti şeklinde nitelendirilmesi olanaklı değildir. Dolayısıyla sağlık hizmetinin tamamının salt memur ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmesi gerektiğinden söz edilemeyeceği gibi, 47. maddesinde öngörülen hizmet kapsamında bunun özel hukuk sözleşmeleri ile üçüncü kişilere yaptırılabileceği olanaklıdır” dedi.
Böylece Anayasa Mahkemesi sağlık hizmetini temel kamu hizmetleri arasından çıkardı. Anayasa maddelerini yorumlarken “kamucu” olmak yerine “liberal” olmayı gerekçesine yazarak seçti.
Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi, kamu hizmetlerinin aşama aşama özelleştirmesine yol verdi ve hükümetlere de kararlarıyla yol gösterdi.
Siyasetçilerin çoğunu isim isim bilir, ama hakimleri pek hatırlamayız. Bu kararlarda kabul ve ret oyu veren hakimleri de anımsamakta yarar var. (ÖE/HK)