Farklı kültürler arasındaki önyargıları kırmayı amaçlayan programdan 21 Temmuz'da dönen gençlerle izlenimleri hakkında konuştuk.
En çok İskoçyalı gençlerin farklı bir kültürü anlamaya olan açıklığından etkilenen Başak grubu proje boyunca aynı açıklığı hem birbirlerine hem de İskoçyalı gençlere göstermeyi öğrenmiş.
Gruplarının Alevi, Sünni, Kürt, Türk, Laz dostluğunu hayata geçirdiğini söyleyen gençler anlama isteği oldukça, aynı dilin konuşulmadığı zamanlarda bile farklı kimliklerin bir araya gelebileceğinin altını çiziyor.
"Kimliklerimiz atölyelerde anlattık"
Alev,Mesut, Murat,Gökhan, Nur,Kadriye, Selim,Erol, Şeyma,Ümit...Hepsi de zorlu -ve çoğu için zorunlu- göç sonrası İstanbul'a gelmiş ve İskoçya gezisi hepsinin yurtdışına ilk çıkışı olmuş.
Başak Vakfı'nın Kayışdağı'ndaki binasının salonunda iki kanepesine sığmışlar, gözleri hala heyecandan parlayarak 12 günlük geziye dair hissettiklerini ve düşündüklerini anlatıyorlar.
10 kişilik Başak Grubu İskoçya'ya gittiğinde önce "Türk grubu" olarak algılanmışlar.
Gençlerin "Türk grubu"nun içinde barındırdığı farklı kimlik ve kültürleri karşısındakilere anlatmakta seçtiği yol ise müzik ve folklor atölyeleri olmuş.
Programın üçüncü gününde düzenlenen müzik atölyesinde İskoçyalı gençlere Kürtçe, Lazca, Türkçe, Zazaca ve Ermenice türküler söyleyerek hem kendi gruplarının hem de Türkiye'nin çok kültürlü yapısını anlatmaya çalışmışlar.
Müzik dinletilerinin kendilerini anlatmakta çok başarılı olduğu konusunda gençler hem fikir; program süresince bir kere sergilemeyi düşündükleri dinletinin gittikleri yerlerde sürekli onlardan istendiğini, İskoçyalıların bazı türküleri ıslıkla eşlik edecek kadar öğrendiğini de mutlulukla vurguluyorlar.
Proje koordinatörü ve grup lideri Erol'un anlattıklarına göre ise İskoçyalı izleyicilere en anlamlı gelen an, Türk olan ve Zazaca bilmeyen Ümit'in Zazaca bir türküye eşlik etmesi olmuş.
Programda çıkan bazı aksaklık ve değişiklikler sonucu gençler kendi ürettikleri ve sadece beden diliyle yaşadıklarını anlatmaya çalışan tiyatro oyunundan vazgeçmek zorunda kalmış.
Ancak halk dansları atölyesinin de kendilerini anlatmada çok başarılı ve anlamlı olduğunu düşünüyorlar. Mesut, İskoçyalı gençlerin oldukça karmaşık dansları hızla öğrenip türkülere halayla eşlik etmesine şaşırırken, Kadriye'yi ise en çok öğrenmeye ve eşlik etmeye yönelik istekleri etkilemiş.
Göçle gelen İstanbul
Gençler hayatlarını anlatmak için bir de kendi hazırladıkları "Göç Kenti İstanbul" kısa filmini kullanmışlar. 15 dakikalık tanıtım filminin amacı turizm broşürlerinde zengin, güzel ve mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir şehir olarak gösterilen İstanbul'un görünmez olan ve kılınan diğer yönlerini de göstermek.
Proje katılımcılarından Murat'a göre filmin amacı "İstanbul'un varoşlarının da olduğunu ve iç göçle gelip bu varoşlarda yaşayanların verdiği yaşam savaşını göstermek". Film ayrıca Başak Kültür ve Sanat Vakfı'nın göç mağduru çocukların yaşam mücadelesindeki önemini vurguluyor.
İskoçyalı gençler filmi izlediklerinden sonra İstanbul'un şimdiye kadar gördükleri tanıtımlarından çok farklı olduğunu ve çok etkilendiklerini dile getirmişler.
İskoçyalı gençlerin yorumları arasında Ümit'i en çok etkileyen ise onların varlık içinde yaşarken ne kadar mutsuz olduklarını fark etmeleri ve Başak grubuna içinde bulundukları şartlara rağmen mutlu ve olumlu olabildikleri için duydukları saygı olmuş.
Dil ve önyargı bariyerine karşı anlamaya açıklık
İskoçya'da gördüklerini, yaptıklarını ve kurdukları dostlukları anlatıp çektikleri onlarca fotoğrafı gösterirken gençler o kadar heyecanlı ki programdaki aksaklıklar ve zorlukların ya hiç lafı geçmiyor ya da yaşanan güzel anların yanındaki önemsizliği vurgulanıyor.
Nur, "İlk gittiğimde annemi çok özledim ve ağladım ama program bittiğinde hiç dönmek istemiyordum ve hatta dönmemek için ağladım" derken neredeyse bütün grubun hislerini anlatıyor.
Görünen o ki aileden ilk kez bu kadar uzun süre uzak kalıp dilini hiç bilmedikleri bir ülkede herkesin bu kadar rahat etmesinin nedeni her iki tarafın da karşısındakileri öğrenmeye ve anlamaya açıklığı ve bu yönde gösterdiği içten çaba olmuş.
Gençler bu yöndeki çabaları anlatmaya kendilerinden ve geride bıraktıkları ön yargılardan yola çıkarak başlıyor.
Nur ve Kadriye eskiden Hristiyanların misafirperver olmadığını, yabancılara karşı soğuk olduklarını düşünürlermiş. Programın son gününde herkes arkadaşlarının aileleriyle kalınca misafirperverlik ve sıcaklığın başka kültürlerde de olduğunu fark etmişler.
İskoçya'da geçen 12 günü değerlendiren Selim de programın hayatına kattıklarını ve değiştirdiklerini değerlendirirken "Önyargılı olmamak gerektiğini anladım" diyor.
Selim'in söylediklerine katılan Kadriye kültürler arası farkların bazen ilişki kurmayı zorlaştıracağını ancak bunu aşmanın yolunun önyargılara sığınmak değil tolarans, açıklık ve paylaşım olduğunu söylüyor.
Ümit'i en çok etkileyen, kendi hayatı ve ülkesi hakkında düşündüren ise İskoçya'da kadınlara olan yaklaşım olmuş. "Bizde kadınlar hep himaye altına alınırken orada baş tacı ediliyor. Bunları görmek bana keşke Türkiye'de kadınların durumu daha farklı olsaydı diye düşündürdü."
Gençlerin kendi ön yargılarını kırmalarında İskoçyalı gençlerin Türkiyeli grubun çok kültürlülüğünü anlamaya olan açıklığı ve içtenliği de çok önemli rol oynamış.
Birbirinin dillerini konuşmayan iki grup genç arasındaki iletişimsizlik sorunu de aynı içtenlik sayesinde aşılmış zaten. Gruplar müzik ve dansın yanında birbirlerinden öğrendikleri sınırlı sayıda kelime, vücut dili ve bol sabır sayesinde birbirleri ile iletişim kurabilmiş.
10 günlük süreci değerlendiren Gökhan önce kendini ifade edemediği için çok sıkıldığını ve zorlandığını ancak denemeye devam edince kendine güveninin geldiğini belirtiyor.
Bitirdikleri meslek liselerinden sonra Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası Ticaret bölümünde okumaya başlayan ve grubun İngilizce bilen iki üyesi olan Erol ve Mesut İskoçya'nın özgüvenlerini geliştirmede çok yararlı olduğunu belirtirken, Selim ise anlaşabilmek için dilin çok da gerekli olmadığını anladığını söylüyor.
Türkiye'de uygulanabilir mi?
Farklı dil, din, geçmiş ve kültürlerin buluşup önyargıların kırılmasında görülen başarı ister istemez benzer bir program Türkiye'de uygulanabilir miydi sorusunu akla getiriyor.
Gençlerin neredeyse hepsinin cevaplamak istediği soruya ilk önce Selim'den "Neden olmasın?" daha sonra ise Murat'tan "Biz İskoçya grubu olarak 10 kişi arasında onu yaptık zaten" cevabı geliyor.
Sonra yavaş yavaş gruplarının projenin bir buçuk senelik hazırlık süreci içinde yaşadıklarını ve gelinen noktanın o kadar da kolay olmayan aşamalarını anlatıyorlar.
Ortak noktaları göç mağduru olarak İstanbul'da zor koşullarda yürütülen bir yaşam olsa da çocuklar proje için bir araya geldiklerinde kendilerini ayıran bir sürü önyargının olduğunu fark etmişler.
Birbirine anlayış gösteren ve birlikte çalışabilen bir grup olma sürecinde yaşanan tartışmaların çoğu ise Alevi-Sünni ve Kürt-Türk kimlik eksenlerinde gerçekleşmiş.
Grup olmak nedir konulu atölyelere katılan gençler aynı zamanda kendi aralarında "Müslümanlık nedir?" ve "Kürt sorunu" gibi konuşulması zor, sabır ve anlayış eksikliğinde ise insanları birbirinden uzaklaştıran konuları tartışmışlar.
İskoçya'da Zazaca türkü söylemesi çok anlamlı bulunan Ümit bir buçuk senelik süreci ve İskoçya'da yaşananları değerlendirdiğinde "Kürt, Laz, Alevi, Türk kardeşliğini gördüm. Bunlar bizdik" diyor.
Gençler ayrıca birlikle geçirdikleri zaman boyunca üniversite öğrencilerinin pazarcılardan lise öğrencilerinin ev kızlarından ve hepsinin insan olarak birbirinden öğrenecek ne kadar çok şeyi olduğunu fark etmiş.
Sohbet biterken Nur'un bu yazıyı okuyanlardan haklı isteği ise daha çok insanların böyle programları merak edip katılması.(EK/EÜ)