Fotoğraflar: Sosyal Medya
Sanatçı Nur Sürer, altığı ödüller, hayat verdiği roller kadar politik kimliği ile Türkiye kamuoyunun gündeminde. Çoğu kişinin hatırasında, "Uçurtmayı Vurmasınlar" filmindeki "İnci" karakteri ile iz bırakan Sürer, "İnsanların ne derece vahşileşebildiklerini görmek hayrete düşürüyor, anlamakta güçlük çekiyorum da" diyor.
Ev emekçisi kadınların sorunlarına da değinen Sürer, hem ev emekçilerini anlatan "Toz Bezi"ne filmini hatırlatıyor hem de ekliyor: O filmde oynamak isterdim. Eskiden benim de annem, ev işlerine giderdi; iyi bildiğim bir konu. O filmin yönetmeni de Çiğdem Mater. Adını anarken, selam da yollamış olalım böylece..."
Sürer, anlatıyor.
"Ödülümü İHD'ye adadım"
Son ödülünüzden, ödülü de adadığınız Cumartesi İnsanları’ndan bahsederek başlayalım mı?
25 Haziran2022’de Frankfurt Film Festivali’nden “Yaşam Boyu Onur Ödülü’ aldım. Menderes Samancılar ile birlikte, ödül almıştık. Menderes, ödül konuşmasında İstanbul Sözleşmesi’ne vurgu yaptı, onlara adamıştı.
Ben de ödülümü Cumartesi İnsanları adına aldım. Çocukları/Yakınları kaybedilen, onlarca yıldır kayıplarının akıbetini soran insanlardır: Cumartesi Anneleri/İnsanları.
2-3 yıldır Galatasaray Meydanı, yıllardır oturdukları meydan kendilerine kapatıldı. Ödülümü, İnsan Hakları Derneği’nin İstanbul Şubesi’nde, sahiplerine teslim de etmiş oldum.
"Kadın hikayeleri pek anlatılmaz"
Yaz aylarınız çok yoğundu. Hangi karakterlerle karışımıza çıkacaksınız, beraber oynadığınız diğer oyunculardan, hikâyelerden de bahseder misiniz?
Birisi, Ay Yapım şirketiyle, Netflix için çekilmiş, bir projesiydi. Bir yıl sonra gösterime girecek. Bağımsız filmler yapan, Uluslarası birçok ödül de almış; Erdem Tepegöz yönetmenliğini yapıyor.
“Kül” adında. Baş rol oyuncusunun annesini oynuyorum. Demans hastası bir kadın. Darülaceze gibi bir yerde kalıyor. Kızının ziyaretlerinde de, bazen tanıyor, bazı anlarda da tanımıyor kızı. Başrolünde, Funda Eryiğit var.
Funda, Barış Atay’la oynadığımız filmde, gençliğimi de canlandırmıştı...Yine Netflix için yapılmış, başka bir filmde de gençliğimi oynamıştı Funda.
Öteki projeyse, Berkun Oya’nın yazıp yönettiği güzel bir kadın hikâyesi. Sen de bilirsin; kadın hikâyeleri pek anlatılmaz. Bu filmi de çok önemsiyorum.
"Nur abla kıza sevgiyle yaklaşma..."
Aslında beyazperde yüzüsünüz. Son yıllarda, TV dizilerinde de görüyoruz. Televizyonla daha büyük kitleye ulaştınız mı?
Yeşilçam’ın orta kuşağıyım. O dönemlerde de televizyonlar hayatımıza girmişti zati. Orayla ve sinemayla sıkı bağlarım var ve de hiç kopmadı.
Televizyonda olmayı seviyorum; daha geniş kitlelere de ulaşmanın yolunu açıyor. Sinemaya girdiğim süreçte, şimdilerde “Bağımsız Filmler” denilen; “Festival Filmleri”nde rol alıyordum. Haliyle onların seyircisi, çok fazla değil. Televizyonun bu anlamda getirisi daha fazla insana ve kesime de ulaşma olanağınız var.
Dizi sektörü, hem daim büyüyor, dev bütçeli işler çekiliyor. Her sette, daha önce hiç görmediğimiz, yeni aletler çıkıyor; drone gibi mesela... Hikâyeye göre; lüks villalar, yatlar kiralanabiliyor. Sinemanın bu bütçelere yetişmesi de zor, o anlamda...
3. Sezonuna giren “Camdaki Kız” dizisinin, başkarakterinden olan; Feride’yi canlandırıyorsunuz. Feride kimdir? Sizi tanıyorum; taban tabana da zıt bir karakterdesiniz, zorlandığınız oluyor mu?
Teklif geldiğinde, başta biraz tereddütlüydüm de. Daha önce böyle bir karakter oynamamıştım esasında. Önceleri daha anaç, evladını sarıp sarmalayan rollerdeydim. Bu anlamda, ters köşe bir rol, biraz düşündürmüştü de. İçine girmekte zorlandığım anlar da oldu bazen.
Aslında, hikâyede travması olan, benim oynadığım roldeki; Feride. Onun hatalarıyla acılar, travmalar yanaşıyor. Yönetmenimiz çok iyidir. Bazen, beni engelliyordu provalarda; “Nur Abla, kıza sevgiyle yaklaşma gibi...”
Karakter olarak zıt bir rolde olmak, başlangıçta, bu anlamda zorlamıştı. Rolü birlikte çıkardık, yönetmenimiz Nadim Güç ile beraber. Sonrasında da rolü tamamen bana bıraktı, öyle de gidiyor.
"İnci'yi ben de çok severim"
Benim için, en özel ve unutulmaz karakteriniz “Uçurtmayı Vurmasınlar/İnci”dir. Size, İnci demeyi, hep sevmişimdir. Sizin için, gerek TV gerekse de sinema da özel olan, karakter/ler var mı?
33 yıl olmuş, Uçurtmayı Vurmasınlar çekileli. İnci, benim de sevdiğim; birçok insanın da en sevdiği karakterlerdendir.
Uçurtmayı Vurmasınlar dedik, yönetmeni Tunç Başaran’ın; hikâyeye dair garipsenecek de bir açıklaması olmuştu. İnci’ye göre de apolitik bir film miydi?
Hayır hayır; apolitik değildi. Orada, Başaran’ın bir nevi tuzağa düştüğünü düşünüyorum. Röportaj yaptığı kurumun (Sabah) çarpıtması olabilir. Bir cümleyi bağlamından koparmak veya diledikleri gibi kullanmak. Bu anlamda biraz da sanki iyi niyetinin kurbanı da oldu; böyle bir sonuç doğacağını da düşünmemiştir. Kimle röportaj yapacağınızı çok iyi seçmek lazım... Bazen hepimiz tuzağa düşebiliyoruz.
Şöyle tarif etmiş olabilir, “Bu aynı zamanda bir sevgi filmidir” derken; onlar, onu alıp başkaca anlamlara açık hale getirmiş olabilirler. Sonuçta, konuştuğunuz gazete de Sabah Gazetesi...
İçinde olduğumuz günlerde, “Uçurtmayı Vurmasınlar” çekilebilir miydi? Hikâyeyle, günümüzün politik realitesi örtüşüyor mu?
Evet, çekilirdi. Filmlerin çekilmesinde bir beyis yok yani. Her şey çekilir. En fazla, Danıştay’dan alınan kararla falan çıkar, izleyiciyle buluşurdu. Bizim birçok filmimiz de oradan çıkan kararla yayınlanmıştır.
Mesela, ilk çekilen Yılanların Öcü, Metin Erksan’ın çektiği de sansüre takılmış. O zaman ki Cumhurbaşkanı, sanıyorum Cemal Gürsel’di; onun sayesinde sansürden geçmişti.
Bizim çektiğimiz, ikinci versiyonu olan “Yılanların Öcü” de Danıştay’dan alınan kararla yayınlanmıştı. Filmler çıkıyor, bir şekilde gösterime giriyor. Öyle, izleyiciyle buluşmamış bir film hatırlamıyorum, sinemacı olarak da.
Sorunun ikinci kısmına gelirsek; çok daha önüne geçtiğini düşünüyorum... O zamanda bu yana, cezaevi koşulları daha da ağırlaştı. Eşim Sarp (Kuray) çıkalı, beş yıl oluyor. Sekiz sene yattı. Son beş yıldan beri dahi, daha da ağırlaşmakta cezaevi koşulları. Özellikle pandemiyle beraber; insanları aileleriyle görüştürmediler, kapalı görüşleri bile yasakladılar.
Kapalı görüşte, camın arkasında görüşülmekteydi zati. N’olacak, camın arkasından mı virüs bulacaktı? Kapalı görüşleri, ay da bir yapılan açık görüşleri; hele de bu bahaneyle, açık görüşleri iyice kaldırdılar... Sanırım yeni yeni başladı, açık görüşler.
Eskiden televizyon, telefon yoktu. Mesela; Kürtler’in neler yaşadığını, bu kaybedilen insanları biliyor muyduk? Bizim gibi duyarlı insanlar, orada bir şeyler döndüğünü biliyorduk; boyutunu, rengini bilmiyorduk...
Yıllardır sınıf temelli, hak mücadelesi de veren birisiniz. 80’lere, 90’lara kıyasla, şu an neredeyiz?
Eskiden en azından, gene de mahkemelerde savunu yapabilirdiniz, dinleniyordunuz; avukatlarınız dinlenirdi. Günümüzde avukatların sözü kesiliyor, söyledikleri kaale alınmıyor; ceplerinde mahkemenin sonucuyla geliyorlar... Sonucu, önceden belli, bir oyun oynanmakta. Genel olarak, hayli gerisindeyiz de 80’lerin, 90’ların...
Önceleri sahte doktorların, öğretmenlerin yakalandığını duyardık. Şimdilerdeyse, sahte doktorlar; profesörleri, insanları tehdit eder; kapılarına daha dili bırakır ve ceza da almaz haldeler. Üstelik, Beştepe’den plaket de alıyorlar...
"Türkiye’de olmadığımı anımsadım"
Onur Haftası/Pride sürecinde yurtdışındaydınız. Resmi bir kurum önünde ki Gökkuşağı bayraklı bir görsel de paylaşmıştınız. Mesela, ülkenin o günlerini izlerken ne hissettiniz, dışarıdan nasıl görünüyoruz?
Ödül almak için Frankfurt’taydık. Çoğu kamu kurumunun önünde de rastlarsınız gökkuşağı bayraklarına.
O sırada da 2015 kadar kutlanabilen Onur Haftası’nın, artık kutlanamadığı, alanlara çıkan insanların işkenceye varır halde gözaltına alındığını görmek hem acı hem de anlam da veremiyorsunuz. Aslında, bir yandan anlamı var da sanki. İktidarın oyları iyice erimiş, elde bir tek dindarlar ve muhafazakârlar kalmışken; onları elde tutmak için, Lgbti+’lar üzerinde bunca baskı kurmaktalar.
Öte yandan, geçtiğimiz yıllarda bir trans kadın, yakılarak öldürüyor; davası ne âlemde, zanlısı yakalandı mı, ceza alacak mı belirsiz?
Erdoğan, iktidar olmadan önce; “Eşcinsellerin de hakları var” diyordu. Günümüzdeyse gelinen nokta da buralar ne yazık ki...
Bayrağı ilk sefer geçmiştim aslında. Sonra bir an, göz yanılması mı acaba diye geri döndüm. Gökkuşağı bayrağıydı; evet. İlk an garipsedim de biraz; resmi bir dairenin önünde asılı olmasını, Türkiye’de olmadığımın da ayrımına, o an iyice vardım...
Orada bir nevi görev gibi de asıyorlar, ayrım yok sonuçta. “Pride ve de bayrak asılmalı”, algısına sahipler. Tüm kamuda çalışan LGBTİ+'lar da var zati. Hatta, trans kadın milletvekilleri (Almanya) de var artık meclislerinde.
"Ev işçiliğini, iyi bilirim"
Yoğunluk veya başka sebeplerle, kaçırdığınız ama sonra; ah, keşke ben oynasaydım, dediğiniz roller var mı?
“Toz Bezi” diye, ev emekçisi kadınları anlatan bir film var. O filmde oynamak isterdim. Eskiden benim de annem, ev işlerine giderdi; iyi bildiğim bir konu. O filmin yönetmeni de Çiğdem Mater. Adını anarken, selam da yollamış olalım böylece.
Gelecek için planlarınız, oynamak istediğiniz roller nelerdir? Hiç kameranın arkasını düşündünüz mü? Yönetmen, senaristlik yahut?
Oyunculuk harici bir şey yapmak istemezdim, istemem de. Her seferinde hiç tanımadığın, ortak noktan olmayan insanları hayata dönüştürmek; inanılmaz keyifli, heyecanlandırıyor da.
Bazen oturduğumuz mekanlarda, duyduğum seslerden hikayeler kuruyorum. Yüzünü görmesem de seslerden, profiller oluşturuyorum.
Hayatın içinde de toplu taşımayı kullanırım, insanları gözlemlerim, onlardan da rollerime eklemeler yaparım; halktan besleniyorum yani.
Kadın olarak geleceğe dair umutlu musunuz? Mücadelede gelişme görüyor musunuz?
Bu konuda oldukça umutluyum. Umut olmazsa zati, hiçbir şeyin anlamı olmaz, hepimizin de bildiği gibi.
Güzel günler göreceğiz çocuklar...
İnci, en son neye ağladı/güldü? Yakın zamanlarda, çokça mutlu dolduğunuz bir olay var mı?
Bençokağlarım, kolayca ağlarım. Milas’ta, 18 yaşında bir kızı; parasını istediği için, patronu ve arkadaşları tarafından, vahşice dövülerek öldürülmüşlerdi. O halen içimi acıtır. Kadınlara çok ağlıyorum. Pınar Gültekin, gene öyle...
Cezasızlık çokça canımı yakıyor, bu birilerine de cesaret veriyor, daha da acı olanı bu...
İnsanların ne derece vahşileşebildiklerini görmek hayrete düşürüyor, anlamakta güçlük çekiyorum da.
Oğlum, en son, “Anne, sen çıtayı bayağı düşürdün; reklamlara bile ağlıyorsun” demişti.
Mutluluk kısmı biraz zor. Mutluluğa o kadar az gerekçe var ki, neye sevindiğimi dahi anımsayamıyorum...
(EEK/EMK)