Ev ararken, aynı sayın başbakanımın şu sıralar mecliste yaptığı gibi bütçe görüşmelerini yürütüyorum kendi kendime ki uzun hesapların sonunda maaşın dörtte birini kiraya ayırmaya karar verdim.
Sokak sokak dolaşıyorum, o evden çıkıp bu eve giriyorum fakat ev sahipleri bir türlü benim bütçe talimatlarım çerçevesinde verdiğim tekliflere he demiyorlar.
Baktım geri adım atmıyorlar, ben de, sayın başbakanımın bütçe görüşmeleri sırasında meclis kürsüsünden yaptığı gibi hafiften çemkireyim dedim: "Ev sahibi evini kiralamakla mükelleftir. Evini vermeyen... işte oraya ben üç nokta koyuyorum" diye başladım; "Sizi edebe davet ediyorum" diye devam ettim.
Amma velakin buranın ev sahipleri sayın muhalefet milletvekillerimizden daha dişli çıktı; ne de olsa Avrupalı bunlar, önerdiğim para karşılığında bana üç oda bir salon ev mev vermediler.
Sonuç itibariyle ben "Avrupalara geldim" diye gerim gerim gerinirken kendimi hafiften dış bir mahallede, tek göz bir evde buldum. Bir şeyim eksik olduğundan değil ama insanın salonsuz bir evde de yaşayabileceğini akrabalara nasıl anlatacağım, onu bilmiyorum
Yerel siyasete nasıl dahil oldum?
Neyse, başta biraz üzüldüm tabii ama sonra baktım ki, belediye dış mahalle filan demiyor; şehrin göbeğindeki her türlü hizmeti buradaki vatandaşlara da getiriyor, üzüntüm bir miktar azaldı.
Mesela, bir gün eve geldim bir baktım ki apartmandaki posta kutuma adımı yazmışlar, böyle "ACAR" diye, bayağı yakışıklı duruyor; hemen fotoğrafını çekip memlekete yolladım.
Sonra baktım posta kutusuna her ay beleş bir gazete geliyor belediyeden. Önce durumu şüpheyle karşıladım; ne de olsa sekiz forma kuşe kağıda renkli filan bir gazete...
İçi biraz propaganda tabii, şunu yaptık bunu ettik diye ama her mahalleden haberler de var, herkes ihtiyaçlarını söylüyor, belediye bütçesinin nasıl harcanacağı tartışılıyor...
Bir sayıda şaşırdım, meğer İstanbul'un 30'da biri kadar şehirdeki raylı taşıma hattının uzunluğu neredeyse İstanbul'la aynı. İnanmadım tabii, işin içinde bir oyun sezinledim, telefona sarılıp hemen mühendis Hakan abiyi aradım.
O da verileri doğruladı; bir de hazır yakalamışken yok yurttaşların katılımı, yerel yönetimlerin özerkliği, bilgilenme hakkı, demokrasinin nimetleri başladı anlatmaya.
Dediklerinin yarısını anlamıyorum; bir ara Galata Port, Karadeniz sahil yolu, Gökkafes gibi imar işlerine daldı; oradan çıktı, her mahalleye sağlık ocağı, kütüphane, çocuk parkı dedi, aldı başını ki gidiyor...
Tam tiyatro, sanat sepet mevzuuna girmişken "Hakan abi" dedim, "Sözünü balla kesiyorum ama biliyorsun uluslararası arıyorum; kontörler üçer beşer gidiyor, daha sana danışmam gereken bir şey var".
Sağ olsun okumuş adam tabii, alınganlık etmedi.
Bize kısa çam ağacı düştü
Mühendis Hakan abiye başladım buradaki Noel kutlamalarını anlatmaya. Bir ay kadar önce belediye gazetesi kutlama programını dağıtmıştı zaten, her şey programa uygun ilerledi. Şehrin her tarafı ışıklarla, posterlerle, konfetilerle süslendi.
Gerçi bizim mahalleye biraz küçük bir çam ağacı koymalarına biraz bozuldum; Hakan abiden aldığım nasihatler doğrultusunda belediye başkanına bir mektup döşeneyim dedim ama sonra bayram zamanı kendisini rahatsız etmemeye karar verdim.
Neyse, şehrin merkezine koydukları 20 metrelik ağaç neşemi yerine getirdiydi zaten; meydanlara küçük Noel pazarları kuruldu; sıcak şarap, çeşit çeşit krepler ve hamur işleriyle şehir bir ay boyunca panayır yerine döndü.
Bu soğukta hala köprü altında yatmak zorunda kalan insanları görünce belediyeye inancım biraz sarsıldı ama sıcak şarabın da etkisiyle bu konu üzerine fazla düşünmedim.
Nasıl Rudolf oldum?
Her şey iyi güzel giderken bizim işteki ecnebi arkadaşların Noel'ini kutlayayım dememle durum sarpa sarmaya başladı. Ne de olsa çocuklar benim bayramımı kutladıydı; ben de karşılık vereyim dedim.
Hakan abi de bu davranışımı onayladı; kardeşlik üzerine konuşmaya başlamıştı ki bu kez biraz da sert bir şekilde uyardım kendisini.
Problem şu: Arkadaşlar çocukları için hazırladıkları Noel oyununda bana da bir rol teklif edince kıramadım kabul ettim. Fakat ortaya çıktı ki, bana Noel Baba'nın kızağını çeken can yoldaşı geyik Rudolf rolünü vermişler.
Son anda vazgeçemedim tabii, sahneye çıktım. Hayır, başıma koca koca boynuzları geçirmeleri umurumda değil ama bir ara seyirciler arasında kebapçı Şerif'i fotoğraf makinesiyle gördüm; ondan çekiniyorum.
Mühendis Hakan abiden fotoğrafları ele geçirmek için yardım istediysem de gülmekten boğulduğu için sanırım, cevap vermedi. Ben de yeni yılını kutlayıp kapadım telefonu. Yeni yıl herkes için hayırlara vesile olur inşallah... (EÜ/EÖ)