Burası için bir şeyler yapmak hissiyle döndük şehirden. Kolları sıvadık, sivil alan yaratmanın en kolay yolu sanattı; düzenli etkinlikler yapalım, insanlara bir arada durmak için bahane yaratalım dedik.
Üç kişinin bir araya gelmesinin örgüt muamelesi gördüğü bir yerden söz ediyorduk zira.
Ağustos'tan bu yana beş kere
Etkinliklere başlayınca, geçtiğimiz Ağustos'tan itibaren Hakkari bir komşu kapısı oldu benim için. Saymaya çalıştım bu sabah, "olağanüstü hal" haberini alınca, o yola kaç defa çıktım diye. Ağustos'tan beri beş kere gitmişim.
Her gidişim başka bir şey yarattı bende. Ama bu sabah yaşadığım dostlarım, arkadaşlarım için endişeydi.
Gittiğim, bildiğim bir yerdeki tanıdıklarımın bu sabaha sanki yedi yıl öncesindeymiş gibi uyandıklarını tahmin edebiliyorum, onlar için endişeleniyorum.
İlk kayarcasına geçiş
Öte yandan da kendini mi kandırıyorsun diye soruyorum kendi kendime. Gidiş gelişlerimi düşündükçe, soru kulağımda çınlıyor: Hakkari OHAL'den çıkmış mıydı ki?
İlk gidişim dedim ya Şemdinli'deki kitabevi bombalamasının hemen ardındandı.
İnsanlar gergindi ama biz o kadar kalabalık ve "elit" bir gruptuk ki (aramızda eski bakanlar bile vardı), kontrol noktalarından kayarcasına geçtik.
Misak-ı Milli değil mi burası?
Etkinliklerimiz başladıktan sonraki ilk gidişimde durumun bir önceki sefer kadar rahat ve kolay olmadığını fark ettim.
Van'dan Hakkari'ye kadar yolda toplam dört kez durdurulduk, soru hep aynıydı: Neden geldiniz? Çevirmelerden birinde, dayanamayıp "Misak-ı Milli değil mi burası, bir nedenim mi olması lazım" dedim.
Bir süre sonra, insan alışıyor, sıradanlaşıyor yol kontrolleri. OHAL resmi olarak kalkmadan önce Güneydoğu ve Doğunun durumu elbette daha kötüydü, onu da bilince, ister istemez durumla eğlenmeye başlıyorsunuz.
Sek sek oynar gibi yürümek
Aradaki gidişlerimde de durum benzerdi, hani alışıyor dedim ya insan. Ondan normal aslında.
Yoksa bir kentin bütün köşelerinin özel timin silahlı üyelerince tutulmuş olması, yerlerinden kıpırdamaya zahmet etmedikleri için kaldırımda sek sek oynar gibi yürümek durumunda olmanız, silahlarını inadına inadına yere doğru değil, yola doğru tutmaları çok da alışılacak görüntüler değil.
Ama son iki gidişimde gördüklerim, alıştıklarımın da ötesine geçti.
OHAL'den bile öte
Bundan yaklaşık bir ay önce iki hafta arayla iki kez gittim Hakkari'ye. İlk gidişimde ilk durak Yüksekova'ydı. İçinde bulunduğumuz minibüs Yüksekova'nın tek caddesine girdiği anda gördüğümüz manzara bildik bir OHAL'den bile öteydi aslında.
Önce askeri araçlar gördük. Cemse tabir edilen, askerlerin kamyonun kasasına monte edilmiş banklarda oturarak yolculuk ettikleri araçlardan.
Yaklaşık 10 araç, içlerinde operasyondan döndükleri her hallerinden belli olan askerle birlikte, şehrin tam göbeğinden geçiyorlardı.
Günlerdir arazide oldukları belli, kir içinde, komando kıyafetleri genç adamlar etrafa öfkeyle bakıyorlardı, içinden geçtikleri kentin ülkenin bir parçası olduğunu varsaymadan...
Kar maskeli özel tim
Sokaklardaki gerginlik insanların sözlerine "yıllardır unutmuştuk kar maskeli özel timi, yeniden çıktılar" diye yansıyordu.
2000 yılından bu yana elbette bölgede görece bir rahatlama olduğunu söylemek mümkün ama OHAL'in tamamen kalktığını, her şeyin çok rahat olduğunu söylemek en basitinden saflık olur.
Zira İstanbullu biri olarak jandarma noktalarında muameleyi çok fark etmeseniz de, minibüste kendinizi göstermeden duruma baktığınızda askerlerin halka ilişkisini net olarak anlayabiliyorsunuz.
Ses çıkarmak
İşte bütün bunlardan doğru, demem o dur ki, 6 Haziran tarihli Cumhuriyet gazetesinde, sanki akşama gelecek kararı bilircesine sıkı yönetim çağrıları yapan, bu işin tek çözümünün "iç temizliğin gereğince yapılabilmesi için o bölgede sınırlı bir sıkıyönetim ilan edilmesi" gerektiğini savunan Mümtaz Soysal'ın içi rahat etsin!
En azından Hakkari için ne OHAL ne de sıkı yönetim bizim bildiğimiz anlamda hiç sona ermedi.
İşte tam da bütün bunlar yüzünden şu anda yapılması gereken ilan edilen adı ne olursa olsun OHAL durumuna karşı olabildiğince ses çıkartmak. (ÇM/BA/EÜ)