Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 'ın başörtüsü konusunda, "Mahkemenin söz söyleme hakkı yok. Din ulemasına sormak lazım, ulema ne diyorsa o olmalıdır" sözlerini "vahim" olarak değerlendiren Atılım Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Levent Köker de, "Hukuk devletinde bu gibi ihtilaflarda son söz bağımız yargı organlarınındır, ulemanın herhangi bir söz hakkı yoktur" dedi.
Başkent Kadın Platformu'ndan ilahiyat doktoru Hidayet Tuksal ise, "Başörtüsü ne mahkemenin ne de din ulemasının işi" diyor. "Demokratik bir sistemde kadınlar istedikleri gibi giyinme özgürlüğüne sahip olmalı, bu başörtüsü olabilir ya da olmayabilir. bu kadınların tercihi bazında çözülmesi gereken bir konu" diye konuştu.
Erdoğan ne demişti?
Erdoğan, Danimarka Avrupa Hareketi tarafından Kopenhag'da düzenlenen "Medeniyetler arası ittifak: Türkiye'nin rolü" konulu toplantıda yaptığı konuşmada, "Ülkemde 8 yıldır üniversitelerde din, vicdan ve eğitim özgürlüğü hiçe sayılarak başörtüsü özgürlüğü insanların elinden alınıyor. Bu konuda mahkemenin söz söyleme hakkı yoktur. Bu konuda o dinin ulemasına sormak lazım. Ulema bu konuda ne diyorsa o olmalıdır" demişti.
Başbakan, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararları ile son olarak bu kararları teyit eden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kesin hükmüne konu olan sınırlamayı, "son sözü din âlimlerinin söylemesi gerektiğini" savunarak eleştirmişti.
Tepkiler
Başbakan Erdoğan'ın bu sözlerine muhalefet partilerinden sert tepki geldi.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Grup Başkanvekili Haluk Koç Başbakan'ın türbana "şeriat kuralları çerçevesinde çözüm" istediğini söyledi.
Anavatan Partisi İstanbul Milletvekili Emin Şirin ise düzenlediği basın toplantısında başbakanın anayasal suç işlediğini ve bir an önce iktidardan ayrılması gerektiğini savundu. Şirin, "Halk, dini konularda Diyanet'e sorar ve fetva alır ama o bireyseldir ve bağlayıcı değildir" dedi.
Sosyaldemokrat Halk Partisi'nden (SHP) Hakkı Akalın da, "Bu tartışmaların özü ve temeli Cumhuriyet kurulduğu gün bitti. Başbakan ve meclis başkanı anayasayı çiğneyerek suç işliyor" dedi.
Tuksal: "Başbakan'ın sözleri çözüm değil"
Kadınların başlarını örtmesi konusunun fetvalar ya da mahkeme kararlarına konu olmasını çok abartılmış bir durum olarak gördüğünü ifade eden Hidayet Tuksal, "Arada biz kadınlar kalıyoruz. Ne mahkemenin kararı ne hocanın fetvası bizim işimizi görmüyor. Bu yüzden bize kimse karışmasın yeter" dedi.
Tuksal, Türkiye'de dinin güçlü bir olgu olduğunu belirterek şöyle devam etti:
"Din güçlü bir olgu olduğu için bunun uleması da var. Ama hangi kriterlere göre ulema o ayrı bir konu. Herkesin kendi uleması var. Cemaatlerin saygı duyduğu kendi alimleri var, bunlar ilahiyatçı olabilir yada onların hoca efendi olarak kabul ettikleri insanlar olabilir. Bu insanlara bu konuda görüşleri soruluyor ve bu görüşler kriter olarak kabul ediliyor. Hayrettin Karaman, Süleyman Ateş, Fetullah Gülen bunlar Türkiye'de birçok kişinin ulema olarak kabul ettiği kişilerdir."
Tuksal, Erdoğan'ın sözlerini çok sakıncalı bulmuyor, ama çözüm olmadığını ve çözümün böyle olmaması gerektiğini düşünüyor.
Tuksal, başörtüsü yasağının Müslüman hakkı ihlali değil insan hakları ihlali noktasından hareket edilerek bir an önce kaldırılmasını istedi.
"Kadınlar için ayrımcılık ve sıkıntıdan bir şey doğurmayan bu uygulamanın bir önce kaldırılması lazım. Bu uygulama kaldırıldıktan sonra eğer aksi yönde bir baskı ve buna dair endişeler varsa bunlarından ortadan kaldıracak şeylerinde yapılması lazım."
Köker: "AİHM kararı özgürlükler önünde engel değil"
Levent Köker ise, başbakanın başörtüsü konusunda "Mahkemenin söz söylemeye hakkı yok. Din ulemasına sormak lazım" sözlerini vahim olarak değerlendiriyor. "Hukuk devletinde bu gibi itilaflarda son söz bağımız yargı organlarınındır, ulemanın herhangi bir söz hakkı yoktur" dedi.
Köker, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) son kararının Türkiye'deki mevcut yasaklardan kaynaklanan türbanla ilgili hukuki ihtilafın kurulu düzen lehine çözülmesine imkan verdiğine dikkat çekerek,"Yani AİHM mevcut yasakları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ihlal edildiği anlamında yorumlamıyor. Ama bu Türkiye'deki yasa koyucunun bu özgürlükleri genişletmesinin önünde de bir engel oluşturmuyor" dedi.
Laiklik ilkesinin çok açık bir biçimde getirdiği temel ilkenin, hukukun dinsel bir temele dayandırılamayacağı olduğunu hatırlatan Köker, Başbakanın "mahkemeye intikal edecek konularda son sözü din alimleri söyler" demek istemişse bunun laiklik ilkesini de çok doğru algılamadığını gösterdiğini söyledi.
"Başbakan'ın beyanın iyi düşünülmeden yapıldığı anlaşılıyor. Eğer iyi düşünülerek yapılmışsa da Türkiye Cumhuriyetinin ve demokrasinin temel prensipleriyle ve çoğulculuk açısından bağdaştırılabilir yanı yok. Öte yandan Başbakan bunu söyledi diye Türkiye'nin siyasi ve hukuki rejimi değişmez."
Üskül:"Başbakan hukukun içinde hareket etmek zorunda"
"Başbakanın bu sözü söylerken ne düşündüğünü elbette bilmiyorum" diyen Üskül, "Başbakan kendi görev alanı içinde ulemanın din adamlarının ya da başkalarının görüşleri doğrultusunda değil hukukun içinde hareket etmek zorundadır.Eğer hukuku bir kenara iterek din adamlarının görüşlerine ihtiyaç duyuyorsa ve o görüşler doğrultusunda hareket etmeye niyetliyse bu büyük bir hata olur ve hukuka aykırıdır " dedi.
Bireylerin kendi inanç dünyalarıyla ilgili olarak inandıkları dinin din adamlarının görüşünü alabileceklerini ifade eden Üskül,şöyle devam etti:
"Bu görüşlere uyabilirler, uymayabilirler bu bireylerin sorunudur. Ama kamusal alanda bir uyuşmazlık ortaya çıktığında ulemanın görüşüne başvurulması demokratik laik hukuk devleti ile bağdaşmaz."
Mahkemelerin mevcut hukuk kurulları çerçevesinde yargıçların vicdanlarıyla baş başa kalması suretiyle hüküm oluşturduklarını ifade eden Üskül, uyuşmazlıkların başka türlü çözümünün mümkün olmadığını söyledi.
* Kamusal yaşamı düzenleyecek kuralları koyacak olan meclistir. Kendi yetki alanı içinde hükümet yasalara uygun olarak düzenleyici işlemeler yapabilirler. Bireysel eylem ve işlemlerini de hukuka uygun olarak yürütmek zorundadır. Demokratik laik bir hukuk devletinde başka türlüsü düşünülemez. (KÖ/EK)