Türkiye'de son zamanlarda sıkça tartıştığımız laiklik kavramı da yalnızca birileri istediği için Anayasa'da yer alan veya yer aldığı için de tartışılan bir kavram değil. Laiklik, modern devletin ve temsili demokrasinin üzerinde uzlaşılan "kurucu" kavramlarından biri.
Başörtüsü: Laikliği gerektiren bir çelişki
Ancak Türkiye'de laiklik kavramının bir toplumsal uzlaşmanın sonucu olduğu söylenemez.
Laiklik kavramının kendisinin bugün Türkiye'de uzlaşma değil, çatışma yaratan bir kavrama dönüştüğünü, simgesel içeriği ile bağlamı arasında ortaya çıkan çelişkilerin ve tartışmaların bizi belki de bir uzlaşmanın inşa edilmesine doğru sürüklemesini bekleyebiliriz. Eski deyişle "tarihin garip bir tecellisi olarak", modern devletin kurucu unsurlarından olan laiklik kavramı ile bize sunulmuş olan içerik sayesinde değil, "başörtüsü sorunu" gibi toplumsal çelişkiler içinde tanıştığımızı veya tanışmakta olduğumuzu varsayabiliriz.
İlginç olan Türkiye'de laiklik konusunun "tasarımcı" (ideolojik) devlet anlayışının, siyasal alanla devlet özdeşleşmesinin yarattığı sorunlar etrafında gündeme gelmesi. Bu nedenle başörtüsü konusunu "laikliğe karşı" bir "sorun" olarak değil, "laikliği gerektiren" bir çelişki olarak okumaktan yanayım.
Modern devlette kamu kişilikleri ve sivil toplum
Bu durumda laiklik kavramının bağlamı yanında içeriği üzerinde de bir tartışmaya gerek var:
Modern devlette kamu kişiliklerinin hukuksal özelliği (kişiler sivil toplulukların içinden gelseler de) sivil toplulukları temsil etme iddialarının olmamasını gerektiriyor.
Çünkü modern devlette kamu kişilikleri meşruiyetlerini daha önceki devlet biçimlerinde olduğu gibi süreklilik gösteren (tekrarlanan) bir yönetim tipinden değil, her defasında kendini yenileyebilen, müzakere edilebilen bir yönetim prototipinden alıyorlar.
Modern devletin kuruluşuna eşlik eden siyasal ütopyalar, bütüncül bir toplum tasarımı (ideoloji) öngörüsüne dayanırken, modern siyasal demokrasi siyasal partilerin sivil toplumu temsil etme işlevlerinin hukukla düzenlenmesini gerektiriyor. Böylece siyasal demokrasi temsilin sivil toplumla özdeşleşmesini engelleyen bir uzlaşma, bir hukuk platformu üzerine inşa ediliyor. Uzlaşma modern devlet kavramının ideolojiden arındırılmasına, temsil dışı olmasına ve siyasal temsil mekanizmalarının hukukla düzenlenmesine yolaçıyor.
Bu nedenle laiklik kavramı yalnızca bir ülkede yalnızca "farklı dinden insanlar yaşadığı için" toplulukların kabul ettiği, uzlaştığı bir ilke değil. Bir ülkede tek bir din, tek bir inanış olsa bile, kamu kişiliklerinin özelleşmesini engellemek ve hukukun üstünlüğünü sağlamak için üzerinde uzlaşılmış bir kavram. Sivil kimliklerle resmi kimliklerin özdeşleştiği bir durum ise demokrasinin karşısındaki en büyük tehdit.
Laiklik bağlamında "başörtüsü sorunu"nu tartışırken laikliğin yalnızca kamu kişiliklerini ilgilendiren bir nitelik, bir durum, bir koşul olduğuna işaret etmemiz gerekiyor.
Bu nedenle her kamu görevi için bu sorun ayrı irdelenebilir ve her kamu görevi hukuksal olarak tanımlanabilir. Sözgelimi yargıyla ilgili kamu kişiliklerinde simgesel bir anlam kazanan laiklik ilkesi, ulaşım, eğitim, sağlık gibi kamu hizmetlerinde kamu görevlerinin kendisine yönelik ilkeler halini alabilir. Bu nedenle laiklik konusunu kamu hizmeti alan kişiler (öğrenciler, hastalar, v.b.) üzerinden tartışmaktan vazgeçmemizi, müzakere edilerek tanımlanabilecek tek alan olan kamu görevleri üzerinden sorun etmeyi öneriyorum.
Kamu görevi hukukla tasarlanan bir kimliktir. Yani kamu görevlisinin hangi yetkilere ve sorumluluklara sahip olacağı, görevini nasıl yerine getireceğinin tanımlanması gerekir. Ama sivil kimlik tasarlanan, tanımlanan bir kimlik değildir.
Türkiye'de zenciler yaşasaydı...
Bu ülkede laiklik adına yalnızca kamu hizmeti alanların kıyafetinin sorun edilmesi değil, asıl kamu görevlilerinin koşullarının "tartışma dışı" olması sanki daha baştan kamu görevinin tanımlanabilir nitelikte olmasını ve uzlaşma arayışını reddetme niyetini ortaya koyuyor. Bu nedenle bu sorunu "kamu hizmeti alanlar" sorunundan ayırmaya karşı çıkıyorum. Türkiye'deki laiklik anlayışı kamu görevlilerinin yalnızca beyazlardan olmasını istemek gibi bir duruma benziyor.
Türkiye'de eğer zenciler yaşasaydı, vatandaş sayılmak, kamu alanına çıkabilmek ve kamu görevlisi olmak için korkarım her gün yüzlerine talk pudrası sürmek zorunda kalırlardı.
Ermeni, Rum, Yahudi, hatta Müslüman olup da "Türk" olmayan kamu görevlisi hiç görmedim.
Türkiye'de bütün siviller kamu sahasına çıkabilmek, kamu görevlisi olabilmek için sivil kimliklerini terk etmek zorunda. Bu nedenle çoğu zaman kamu görevlilerinin kendi sivil kimliklerinden arındırılması imkan dahilinde olan bir şey mi, gerekli mi, bunu tartışmak ayrı bir konu. Ancak bu konunun 'tartışma dışı' olmasının başka bir soruna, bir demokrasi anlayışı sorununa işaret ettiğini düşünüyorum. (KG/BB)