Hrant Dink'in anısına düzenlenen atölye çalışmalarındaki "Toplumsal Cinsiyet, Etnisite ve Feminist Siyaset" oturumunda konuşan KAMER'den Nebahat Akkoç, aidiyetlerin sorgulamayı, kendini keşfetmeyi ertelemek olabildiğine dikkat çekerek "Feminizm bize bütün aidiyetlerden bağımsız bir alan öneriyor. Ayrımcılığı, hiyerarşiyi ortaya çıkarıyor" diye konuştu.
Önceki gün (23 Mayıs) Tophane'deki Tütün Deposu'nda, Yeşim Arat'ın kolaylaştırıcılığındaki atölyede "Çok kültürlülük bizi bir yere götürmüyor. Ama çok kimliklilik bana çok şey kattı. Kurtuluş bireylerin çok kimlikliliklerini fark edip çoğalmasında" diyen Akkoç, kendi çok kimlikliliğinin farkına varışını anlattı.
Evde Kürtçe konuşmayan Kürt bir ailenin çocuğu olarak yıllarca Kürt aidiyeti için çabaladığını, daha sonra köklerinde baba tarafından Ermeni, anne tarafından Zaza ve Alevi olduğunu fark ettiğini söyleyen Akkoç, "kadınların milliyetinin olmadığını" anladığını dile getirdi.
Akkoç "farklı topluluklar birbirine değip akmadıkça" değişimin olmadığını söylerken "Türkçe öğrenen Kürt kadınların asimile olduğuna" dair savın da geçersiz olduğunu vurguladı.
Kişisel deneyiminde 12 Eylül darbesinin ardından anadilini konuşamamanın haksızlığını fark edişini, 1993'te eşinin faili meçhul bir cinayetle öldürülmesinin ardından şiddetin nasıl, nerede normalleştiğini sorguladığını anlatan Akkoç, "Bu soru beni aile içi şiddete götürdü" dedi. Akkoç, daha sonra Fethiye Çetin'in "Anneannem" kitabının, Atilla Durak'ın "Ebru" sergisinin ve Hrant Dink'in öldürülüşünün kendisinde yeni farkındalıklar yarattığını söyledi.
Çağlayan: Kürt hareketinin feminist politikaya ihtiyacı var
40 Örük'ten Handan Çağlayan da milliyetler üzerinden üretilen siyasetlerin kadınlarının hayatını derinden etkilediğini, ayrımcılığı ve şiddeti artırdığını dile getirdi.
Kürt hareketinde kadınların aktif katılımcı olduğunu, evden çıktığını, siyasi temsilin yükseldiğini, ama bunun yeterli olmadığını söyleyen Çağlayan, "Kadınlar evden çıktı, ama bu özgürleşme değildi. Makro şiddet kadınların gördüğü şiddeti daha da görünmez kıldı. '99'dan sonra şiddetin dozunun düşmesiyle konuşulmaya başlandı" diye konuştu.
Kendisine gözaltında nasıl işkence yapıldığını anlatan bir erkeğin eşiyle görüşmesini anlatan Çağlayan, kadının kendisine daha sonra "Demek kocam da bana işlence yapıyormuş" deyişini örnek verdi.
Doğu ve Güneydoğu'da özellikle DTP'li belediyelerin toplu iş sözleşmelerinde kadınları ve kız çocuklarını gözeten hükümleri önemsediğini belirten Çağlayan "Ama bunlar yeterli değil. Kürt hareketinin ihtiyacı olan kadın hakları talepleri var. Başta kadınların yaşam hakkı, dolaşma hakkı geliyor. Kürt hareketi güçlü örgütlenmesini harekete geçirerek çok şey yapabilir. Bunu sağlayacak olan feminist politikalardır" dedi.
Mardin'deki Bilge (Zanqirt) köyü katliamına da değinen Çağlayan, "Kürtlerin töresi" damgalamalarını anımsatarak "Milliyetçi iktidar söylemi yeniden üretildi" dedi ve ekledi: "Kadın katli söz konusu olduğunda konu doğrudan Kürtlere getiriliyor. Eskiden 'Doğu'nun makus talihi' denirdi. Ama Kürtlerin asimile edilememesi ve kalkınmacı paradigmanın yerini neoliberal paradigmanın almasıyla artık 'modernize edilerek Türkleştirilecek bir Doğu' yok. Onun yerine varlığı kabul edilen ama damgalanan Kürtler var. Kürtlere 'olumsuzluk' ve 'değişemezlik' atfediliyor."
Mutluer: "Çıplak hayatlar"ın dayanışmasına ihtiyaç var
Amargi'den Nil Mutluer de ataerkilliğin, iktidarın, hiyerarşinin "kodlarına uymadıkça" dışarı atılanları "çıplak hayatlar" diye niteledikten sonra, "Çıplak hayatlar nasıl buluşup ortak ses çıkarabilir?" diye sordu; bunun yavaş yavaş ve sabırla olabileceğini söyledi.
Bunun için feminist politikanın "açık alan" yaratabileceğini dile getiren Mutluer, kadınların milliyetçiliğe, hiyerarşiye, ataerkilliğe karşı, hiyerarşiden bağımsız, kendi kendine örgütlenebilme deneyimlerine dikkat çekti. Mutluer, böylesi bir hak mücadelesine erkeklerin katılımının nasıl olabileceğini de tartışmaya açtı.
Başaran: "Genel ahlak"la "milliyetçilik" el ele
Lambdaistanbul'dan Yeşim Başaran, Türkiye'de eşcinsel örgütlerine açılan kapatma davalarında sürekli öne sürülen "genel ahlaka ve Türk aile yapısına aykırılık" savlarının milliyetçilikle benzerliğine dikkat çekti. İki durumda da iktidar ilişkisindeki "temizlik" iddiasının zedelenmesinden korku duyulmasının ortak olduğunu söyledi.
Eşcinselliğin etnik kültürler arasında ayrımcılık için "pin pon topu" gibi kullanıldığını söyleyen Başaran bunun Türkiye'den ve Hollanda'dan örneklerini verdi. Türkiye'de "bizden öylesi çıkmaz" sözünün yaygınlığını anımsattı; Kürt bir transseksüel seks işçisinin arabasına bindiği Türkiyeli Kürtlere Arap olduğunu, Araplara da Kürt olduğunu söylediğini, her seferinde aynı "zaten bizden çıkmaz" yanıtını aldığını aktardı.
Hollanda'daysa göçmenleri dışlamak için "homofobik" olduklarını söyleyen Hollandalıları ve kendi topluluklarındaki eşcinselleri "yozlaşmış" diye niteleyen göçmenleri anlatan Başaran, ülkedeki eşcinsel göçmenlerle bağlantı kuran ve onların da haklarını savunan eşcinsel örgütlerinin ezberlerinin bozulduğunu, milliyetçiliklerini sorguladıklarını ve dönüştüklerini vurguladı.
Tekeli: Kimlikleri bilmiyorduk, keşfettik
Türkiye'de feminist hareketin öncülerinden Şirin Tekeli de, kendi kökenleri ve dünya görüşünü örnekleyerek çok kimlikliğini dile getirdikten sonra sorduğu "O halde ben kimim" sorusunu "Irkçılığa, milliyetçiliğe, militarizme, hiyerarşiye karşı, feminist, kadın bir aktivistim" diye yanıtladı.
80'lerin başında bir araya gelen az sayıda kadın olarak kendilerini ilk başta "feminist" diye adlandırmaya çekindiklerini anlatan Tekeli, korkunun yol açtığı kendini sessizleştirmenin sakıncalarını da anımsattı.
Türkiye'deki feminist hareketin ilk dönemi için "Kimlikleri bilmiyorduk; keşfettik" diye konuşan Tekeli "İyi ki de başkaları adına konuşmamışız. Şimdi Kürt kadınları, lezbiyenler kendi örgütlenmelerini kurdu" dedi; hiçbir yönünü dışarıda bırakmadan cinsiyetçilikle mücadele eden birçok hareketin olduğunu söyledi. (TK)