bianet'in görüştüğü, kararı temyize götüreceklerini açıklayan Tuğluk ve Türk'ün avukatı Nuri Özmen'e göre, ne bu suçlar gerçekleşti ne de Tuğluk ve Türk yargılanabilir durumda.
Özmen, suç olduğu iddia edilen basın bildirisinin, DTP'nin kadın örgütünün hiç dağıtılmamış olmasına karşın Yalova Sulh Ceza Mahkemesi'nce toplatılan bir bildiri olduğunu, davanın bunun üzerine açıldığını, ancak Türk'ü ve Tuğluk'u bağlayan bir yanı da bulunmadığını söylüyor.
"Genel Başkan'ın yargılanabilmesi için, bu bildiriye dair partinin Merkez Yürütme Kurulu'nun defterinde bir kararın olması gerek. Böyle bir karar yok. Parti Meclisi'nin de böyle bir kararı yok. Bunları mahkemede de anlattık."
Kaplan: DTP çalışamaz hale getirilmeye çalışılıyor
Partinin Genel Başkan Yardımcılarından Hasip Kaplan'sa, kurulduğundan bu yana DTP'nin baskı altında olduğunu, bunun bir eğilim olduğunu vurguluyor.
"Amaç DTP'nin olası olarak bağımsız adaylarla Meclis'e girip grup kuracak düzeyde temsil ihtimalini engellemek" diyor. Daha büyük amacınsa, "Kürt sorununun barışçıl, demokratik yoldan çözümünün engellenmesi" olduğunu söylüyor.
"Buna planlı bir süreç denebilir. Anketlerde yüzde 6'nın üzerinde oy aldığı öngörülen bir partinin milyonlarca seçmeni olduğu dikkate alındığında, yasal, meşru, demokratik haklarını adeta kullanamaz duruma sokma anlayışı, bir konsept olarak geliştiriliyor. DTP'nin çalışamaz hale getirilmesi hedefleniyor."
Kaplan, yeni Ceza Yasası'nın (TCK) suçu ve suçluyu övmeyi düzenleyen 215, halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılamayı düzenleyen 216 ve örgüte yardımcı olmanın içinde yer aldığı 220. maddeleriyle, Terörle Mücadele Yasası'nın örgüt üyesi gibi davranmayı kapsayan 7. maddesine dayanarak partinin il ve ilçe yöneticilerine sürekli olarak soruşturma açıldığını anlatıyor.
"DTP'nin kurulduğu ilk gün, Şemdinli baskını yapıldı. Parti kurucu üyelerimize yönelik bir saldırı gerçekleştirilmişti. Yasal, demokratik siyasi parti faaliyetlerinin tamamı, güvenlik güçlerinin engelleyici uygulamalarına maruz kaldı, yapılan her açıklama soruşturma konusu olmaya başladı. Genel Başkanların yaptığı bütün konuşmalar hakkında soruşturmalar açıldı, bunların çoğu devam ediyor. Belediye Başkanlarına yönelik yüzlerce soruşturma açıldı."
Kaplan güvenlik uygulamalarının da baskıcı, engelleyici olduğundan söz ediyor:
"Genel Başkanlar Hakkari'ye, Van'a, Ağrı'ya miting için gittiğinde, araç konvoyları defalarca jandarma tarafından, polis tarafından arama bahanesiyle durduruluyor. Kimlik yoklaması, trafik yoklaması adı altında engellenmeye çalışılıyor.
"Son olarak seçilmiş DTP'lilerin Ankara yürüyüşünde, Şanlıurfa'ya girişte yürüyüş engellenmeye çalışıldı, ama tepkilerden sonra vazgeçildi."
"Barışçıl çözüm ve sivil siyaset için bütün haklarımızı kullanacağız"
Kaplan, DTP'nin Meclis'e girmesi halinde "Kürt sorununun çözümünde çok olumlu katkı sunacağını, uzlaşı, diyalog kanallarının yaratılacağını" düşünüyor.
"Sivil siyasetin artık şiddet dışında barışçıl çözümler geliştirmek zorunda olduğunu düşünüyoruz" diyor ve ekliyor: "Somut olarak yasalardan kaynaklanan tüm haklarımızı, sonuna kadar kullanmakta kararlıyız." Ancak, "Eğer örgütlenme hakkımız bu denli engellenmeye devam edilirse, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) de gidebiliriz."
Koçali: Kürt sorununa barışçı çözüm engellenmek isteniyor
Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) Genel Başkanı Filiz Koçali " DTP Eşbaşkanlarına Kürtçe nedeniyle ceza verilmesi, Van ve Diyarbakır DTP İl Başkanlarının tutuklanması, Bölge'de yapılan Emniyet Müdürleri toplantısı, Türkiye çapında estirilen milliyetçi-şoven hava gösteriyor ki, belirli güçler Kürt sorununun barışçı çözüm alternatifini ortadan kaldırmak istiyor" diyor ve ekliyor: "Çünkü buna ihtiyaçları var."
Koçali, bu durumun Ortadoğu politikaları ve Kürt sorununa demokratik, barışçıl çözüm arayışlarının yükselen etkisiyle de bağlantısını kuruyor:
"Türkiye Barışını Arıyor Konferansı'nda da görüldüğü gibi ortada somut barışçı çözüm alternatifi varken, Türkiye'nin Güney Kürdistan ve Kerkük'e karşı bugün izlediği politikayı izlemesi mümkün değil. Hegemonyacı ve tehdit edici politikalar, 'PKK terörü' bahanesiyle gizlenilmeye çalışılıyor. Süregiden ateşkes durumu ve Türkiye Barışını Arıyor Konferansı'nın sonuçları ortadayken bu bahanenin inandırıcılığı ortadan kalkıyor.
"Hrant Dink cinayeti nedeniyle konferansın ve 324 aydının Kürt sorununun barışçı çözümüne dair yayınladıkları bildiri gündemden düştü. Askeri çözüme daha doğrusu çözümsüzlüğe karşı barışçı çözüm çabalarını yeniden canlandıracak, Konferans ve aydınlar bildirisinin sonuçlarını yeniden bilince çıkaracak ve bu taleplerin ve çalışmaların etrafında örgütlenecek bir çalışma yürütmek gerekiyor."
Yalçıner: Savaş yolunu açmak benimsenir gibi
Emek Partisi'nden (EMEP) Mustafa Yalçıner'se, Kerkük tartışmalarının, Kandil'e operasyon görüşmelerinin, ABD'yle pazarlıkların bağlantılarını kuruyor ve "Hepsi aynı kapsamda. Kürt sorununda barış çabalarında ileri adımlara atılıp görmezden gelinerek, savaş yolunu açmak benimseniyor gibi" diyor.
Hatta, bunun yalnızca DTP'yle ilgili değil, Türkiye'nin barış ve demokrasi yoluyla doğrudan ilgili olduğunu söylüyor:
"Genelkurmay Başkanı Türkiye Barışını Arıyor Konferansı'nı da hedef gösterdi. Barışa dair talep ileri süren herkes tehdit altında. Barış, normalleşme isteyen herkes devreden çıkarılmaya çalışılıyor. Hrant Dink cinayeti de bu kapsamdadır."
Güler: Kürtlerin siyasetten alıkonması akıldışı
Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Başkanı Aydemir Güler de bu süreci Türkiye'nin ABD'nin Ortadoğu politikalarına askeri olarak eklemlenirken bunun bir parçası olarak Türkiye'de Türk-Kürt geriliminin artıracak adımlar atılması diye yorumluyor.
"Mart ayı çok kritik bir ay. Bunları mutlaka ABD'nin Ortadoğu planları olarak düşünmeli. Türkiye Ortadoğu'ya ABD'nin çıkarları ile beraber sokulmaya çalışılıyor.Tezgahlanan Türkiye'nin Irak'a Kürtlere karşı veya 'Türkmen soydaşlar' için girmesi."
Güler bu durumu, Türkiye'deki "anti-Kürt politikaların" arkasında, aslında bir "Kürt düşmanlığıyla Türkiye'nin bütün toplumsal psikolojisini ABD'nin çıkarlarına hizmet eder duruma getirmek" olarak yorumluyor.
Ama açıklıyor ve ekliyor:
"Bunun topluma yansıması inanılmaz bir milliyetçilik yükselişi. İki milli kimliğin karşılıklı restleşmesi planlanıyor. Oysa Türkiye'nin çok önemli bir bileşeni olan Kürt halkının kendi kimliğiyle siyaset yapmaktan alıkonması akıl dışı durum. Derin tehlikelerin başladığı yer de burası. Nasıl Türk kimliği adına siyaset mümkünse, diğer önemli kimlik de siyasal açıdan özgür olmak durumunda. Tersini düşünmek mümkün değil."
Uras: DTP siyasetin sivilleşmesi yönünde önemli bir misyon yüklenebilir
Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Genel Başkanı Ufuk Uras'sa, "DTP'ye yönelik sindirme ve baskı politikaları kabul edilemez" diyor.
"Eğer bu Irak'a yönelik operasyon niyetinin bir parçası olarak, arka bahçeyi dikensiz gül bahçesi haline getirme eğilimiyse, demokratikleşme açısından büyük bir sorun olduğunu görmek gerekiyor."
Uras, "Önümüzdeki süreçte DTP siyasetin sivilleşmesi yönünde çok önemli bir misyon üstlenebilir" diyor ve açıklıyor:
"Kürt siyasi hareketinin Meclis'e girmesi ülkeyi rahatlatır. Çok kimlikli, çok kültürlü Türkiye mozaiğinin bir sonucu olmalı bu."
Ancak Uras bunun Türkiye'deki bütün siyasi partilerin sorunu olduğunu ısrarla vurguluyor:
"Sağıyla, soluyla bütün partilerin bu durum karşısındaki tutumu, demokrasinin turnusol kağıdıdır. Sadece sosyalist partiler değil, Türkiye'deki 50 küsur partiden ortak tutum almalarını bekliyorum."
Çünkü "Türkiye'deki bütün siyasi partilerin siyasi partilere yönelik baskı, yıldırma yöntemlerini kabul etmemek, bana dokunmayan yılan bin yaşasın anlayışını reddetmek ve siyaset yapma, ifade özgürlüğü önündeki çarpık zihniyeti eleştirmek, demokratik siyasetin olmazsa olmaz koşuludur" diyor Uras. (TK)