Prof. Dr. Fuat Ercan, ekonomik krizin işsizliği artırıcı etkisinin bizi yanıltmaması gerektiği kanısında:
"Türkiye'deki kapitalizmin bulunduğu evre, zaten işsizlik üretiyordu. Krizden önce işsizlik resmi rakamlara göre 2,4 milyon, diğer hesaplamalara göre 4,6 milyon kişi civarındaydı. Krizin etkisi var, ama işsizliğin krize havale edilmesine izin vermemeliyiz. Son yılların işsizliği tarımdan, nüfus artışından değil, kapitalizmin yapısından. İthal teknoloji üzerinden üretim gerçekleştiren, görece artık değerin, birikimin arttığı yerde, kapitalizm işsizlik üretir."
Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, krizin 46 milyon yeni yoksul ürettiğini söyleyip "Müdahale edilmezse, bu bir insanlık krizine de dönüşebilir" dedi. Üç emek örgütü konfederasyonuysa, yaklaşık 40 bin kişinin bir araya geldiği dünkü (15 Şubat) eylemde "Krizin bedelini biz ödemeyeceğiz" dedi. İstatistik Kurumu, Kasım 2008 verilerine göre 645 bin kişinin daha işsiz olduğunu açıkladı; ancak iktisatçı Mustafa Sönmez gerçek işsizlik oranının bunun yaklaşık iki katı olduğunu söylüyor. Meclis'te bu hafta, hükümetin "kısa çalışma ödeneği"nin süresini ve miktarını artıran yasa değişikliği görüşülüyor.
Ercan'a göreyse, krizde sermayenin ve hükümetin tutumu şöyle özetlenebilir.
Hükümet sermayenin anlık taleplerini karşılıyor, sermayeye yetmiyor: Uluslararası sermaye "Türkiye'ye yatırım devam edecek, işgücü ucuz, ama vergiler yüksek" diyor. Bakan Mehmet Şimşek de "Bütçe olanaklarını hazırladığımızda vergi düşecek" diyor. Kriz dönemi işaret edilerek devlet, sermayenin tüm taleplerini yerine getiriyor. Bu, "delik deşik olmuş devlet". Tuzla'da işçi öldüğünde, bakan "Kriz var, pazar günü de çalışılmalı" diyor. Başbakan'ın krize karşı açıkladığı ilk önlem, esnek ücret politikası oluyor. Ama işveren sendikası TİSK daha fazlasını istiyor, hükümeti eleştiriyor.
İşsizlik ödeneğine odaklanmak yanlış: Kısa çalışma ödeneğinin artırılması, işsizlik ödeneğinin, yani kamu kaynaklarının özel sermayeye aktarılması demek. Ekonomik Sosyal Konsey'e katılan sendikalar bunu kabul ediyor. Oysa bu, devletin zarar eden bankayı kamulaştırması, evlere buzdolabı dağıtması gibi. Kamusal kaynakların sermaye için nasıl kullanılacağına dair, uzlaşmacı dil oluşuyor.
Kapitalizm her yerde vuruyor: Kapitalizm bizi sadece işyerinde, üretim alanında değil, her yerde, eğitimde, sağlıkta, yolda vuruyor. Bir tarafta sürekli tüketenler, bir tarafta tüketemeyip sürekli üretenler var. Kriz elde edilmiş hakları buduyor, bunu bahane eden sermaye, yeni kazanımlar için hükümeti daha çok sıkıştıracak.
En çok profesyoneller etkilenecek: Bir zamanlar avantajlı olan örgütsüz doktorlar, mühendisler, öğretim elemanları, beyaz yakalılar, şimdi kapitalizmin en hızlı değersizleştirdikleri.
Bütüncül sosyal haklar mücadelesi
Ercan'ın bu dönemde emekten yana mücadele için önerisi, çoğulluğunu koruyan, bütüncül bir sosyal haklar mücadelesi. "Ortak platformlarda, emek örgütleri, hak örgütleri, politik oluşumlar hiyerarşi kurmadan bir araya gelebilir. Örneğin kadın örgütleri su mücadelesinde yer alabilir, kesişen alanda mücadelelerini yürütebilir. Böyle bir ortamda kimse de onlara 'Neden kadın sorununu öne çıkarıyorsun' dememeli." Ercan, bu tür örgütlenmelerin kriz sonrası için de hazırlık olacağı kanısında.
"Emekçiler sendikaları dönüştürebilir"
Ercan'a göre, bu dönem emekçilerin kendi örgütlerini dönüştürmesine de olanak sağlıyor. "Bugün zarar gören sendika üyesi işçiler, sendikalarının yapısını dönüştürme ihtiyacı duyacak mı, önemli olan bu. İşçiler, kendilerini temsil eden yapıya sahip çıkabilir, işe yaramadığını düşündükleri yapıları değiştirebilirler." (TK)