Futbol sahaları sadece bu oyunun değil, dönemsel olarak çeşitli siyasal eğilimlerin de yansıma alanı olmuştur. Nasıl ki futbolun ekonomik alana etkisi alabildiğine yoğun, aynı biçimde politik algılamalar da hem tribünde hem de bizzat sahanın orta yerinde yankısını buluyor.
Daha önce siyasi hareketlerin taraftar kitlelerini maç anında nasıl yönlendirdiğini okudunuz: Taraftar gruplarının savaş karşıtı hareket içerisinde niye yer aldığını, milliyetçi saiklerle hareket eden kitlelerin Diyarbakırspor'a bakışını simgeleyen tezahüratlarını, 1 mayıs mitingine bütün bir grubu temsilen takım formaları ile katılanları vesaire...
Ancak bugün yeni faşizm algısını, futbol alanında ırkçılığın sistematik olarak nasıl kendini gösterdiğini tartışmaya çalışacağız. Faşizmin yeni kurgulanışı içerisinde "sivil toplum" çizgilerini kullanmaya çalışması, yeni bir olguyu karşımıza çıkarıyor. Dolayısıyla az sonra teorik arka planını anlamaya çalışacağımız "yeni faşizm"in olası yeşil saha tezahürleriyle ilgili olarak da tahminlerde bulunacağız. Ve elbette futbolun globalleşme sürecinde Cezayirli annesine İtalyanca küfür edildiği için Fransa Milli Takımı kaptanının Materazzi'ye kariyerinin sonunda attığı kafayı da kısaca ele alacağız, işimiz zor kısacası.
Yeni Faşistler
İşin sportif yanına bakmadan önce, şu "yeni faşizm" adını verdiğimiz olguya bir göz atalım.
Hepimizin malumu, Kemal Kerinçsiz. diye bir adam musallat oldu başımıza. Kerinçsiz ile birlikte hareket eden, fiiliyata dökmekte beis görmedikleri faşist saldırılarıyla bildiğimiz Ramazan Bakkal ve Ramazan Kırkık adlı iki kişiyle beraber sayıları sanırım 20-25 kadar olan bir güruhtan söz ediyorum.
Aralarında kadınlar da var. Onlar da sanırım şu 6-7 Eylül olayları sırasında çekilen fotoğraflarda görüp şaşırdığımız, elinde kazma üzerinde döpiyesle azınlıkların dükkanlarına saldıran kadınların torunları. Onları her yerde görüyoruz, arife tarif gerekmiyor, zira görmeyenler de gazetelerde okudular zaten işlenen suçları: Ermeni konferansı, Orhan Pamuk davası, Aydın Engin, Hırant Dink duruşmalarındaki tükürüklü, yumurtalı saldırılar, son olarak da TESEV'in basın toplantısında olanlar...
Sivil faşizm teorisi
Yaptıkları şu: Faşizmlerini "sivil toplum" üzerinden teorize ediyor, bir sivil toplum kuruluşu gibi örgütlenip eylemliliklerini doğrudan veya dolaylı saldırı biçiminde ortaya koyuyorlar. Aslına bakılırsa onlar Karl Popper tarafından teorik alt yapısı hazırlanan, epey bir zamandır da George Soros tarafından uygulama alanı yaratılan "Açık toplum" fikriyatından feyz alıyor, "açık toplumun düşmanları" rolünü hunhar ögeler sergilemek suretiyle oynuyorlar.
Kısacası aslında hem totaliter rejimlere karşı çıkmış Popper'e, hem de asıl olarak açık toplum filozofisinin bugünkü yürütücüsü durumundaki Soros'a karşı olan bir tuhaf kitleden söz ediyoruz. Bu kitle ilgisi olsun olmasın sevmedikleri her fikriyatın mensuplarına karşı saldırıda bulunuyor ve herkesi Soros'cu olmak ile eleştiriyorlar, havada uçuşan yumurta ve yumruklar cabası. Nitekim, gönülden bağlı oldukları, daha önce safında siyaset yapmak istedikleri MHP'nin üst düzey yöneticileri bile bu insanlara randevu vermiyor.
"Sözde STK"
Aslında yola çıkış noktaları, belli klişeler üzerinde ortaklaşan insanları bir araya getirmek. Adına Hukukçular Birliği denen örgütün başına geçen ve kendisini "Ben bir sivil toplum örgütünün önderiyim" diyerek bir yerlere oturtmaya çalışan Kerinçsiz ile Türkiye Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (TSTKB) adındaki "sözde STK"nın başkanı Ramazan Bakkal, amaç-hedef-eylem üçgeninde kendi isimlerini duyurmak peşindeler.
Üstelik bilinçli veya bilinçsiz yaptıkları eylemler hoş görülüyor. Bu hoşgörü polisin duruma tam akıl erdirememesinden kaynaklanıyor olabilir. Ve fakat, hayata geçirdikleri fiili saldırılar herhangi bir sol grubun elinden çıksaydı, onlar çoktan "terörist" damgası yemek suretiyle hapsi boylamışlardı. Bildiğim kadarı ile Kerinçsiz, Bakkal ve adamları hala dışarıda, neyse...
Kerinçsiz ve yeşil sahalar
Türkiye'de tırmanan gerilimlerin tribünlere nasıl aksettiğini biliyoruz. Gerek Kürt sorunu ve azınlık meselesi, gerekse Avrupa Birliği (AB) sürecinde demokratikleşme adımları, ırkçılığın akabileceği uygun mecralar tanımı içerisinde yerini bulan futbol izleyicisi üzerinde etkisini gösterebilir.
Böyle bir durumda kimi tribünler demokrasi safında yerini alırken, aynı takımın açık tribünü tam tersi yönde bir tavır belirleyebilir. Kemal Kerinçsiz gibilerin kışkırtmaları bir futbolcuyu Kürt, bir tribün liderini Ermeni, bir futbol takımı yöneticisini ise Yahudi olduğu gerekçesiyle eleştiri ve saldırıların odağına oturtabilir.
Daha önce eski Fenerbahçe yöneticilerinden birinin solcu olduğunu açıkladığı için bir futbolcuya açıkça tavır aldığını biliyoruz. Faşizm kışkırtmalar yoluyla futbola doğrudan yansırsa, yaşanacakların sorumluluğunu kimin üstleneceği sorusu ucu açık bir cümle olarak kalabilir. Futbol izleyicisi gibi kolay yönlendirilebilen ve her türlü etkiye açık kitlelerin, provokasyonlar karşısında vereceği tepkiler öngörülebilir olmadıkları için durumun vehametini tahayyül etmek bile istemiyorum.
Zidane'ın kafayı Joga Bonito'ya mı attı?
Nitekim globalleşen futbol endüstrisi, Zidane'a kariyerinin son maçında attığı kafanın yarattığı krizle meşgul şu aralar. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, küreselleşme, içerisinde azınlık sorununu da içinde barındıran bir futbol piyasasını ortaya çıkardı.
Yani görüldü ki, Paris'te bir arkadaşlarının polis tarafından vurulmasına isyan eden Kuzey Afrika asıllı Fransız gençlerin yaşadığı sorunlar hiç de tesadüfi ve Paris'e özgü değil. Futbol hayatı boyunca yaşamadığı başarı kalmamış, yetenekleri tartışılamayacak Fransa Milli Takımı'nın Cezayir asıllı kaptanı Zidane, ihtimal, kökenini de ihtiva eden tumturaklı bir küfre sinirlenip İtalyan Materazzi'ye kafa atarak bıraktı futbolu.
Profesyonelliğin bir sınırı var mı? Irkçılık ve faşizm mağdur Zidane ve fail Materazzi üzerinden nasıl sorgulandı? Sizce bütün dünya Almanya 2006'yı ve İtalya'nın şampiyonluğunu bir kenara bırakıp neden bu olayı konuşuyor?
Bu soruların yanıtı, faşist ideolojinin-ırkçılığın toplumsal algısındaki gizi ve kiri ortaya sermemize yardımcı oluyor. Kupadaki maçlardan birinde bir Alman futbolcunun Nazi selamına benzeyen el işareti ile tribünleri selamlaması günlerce konuşuldu.
Toplumların ve bireylerin faşist ideolojiler karşısında bu denli hassas olması çok önemli anlamlar taşıyor. Mahkeme salonlarında bile kafamıza yumurtalar yağdıranların bulunduğu bu ülkede faşizmin sahalardan ve tribünlerden uzak tutulması çok büyük bir önem taşıyor. Bu nedenle Kemal Kerinçsiz ve adamlarının isimlerinin bir an önce sahalara girmesi yasak olan holigan listesine eklenmesi gerekiyor. (BD/KÖ)