Yazar Dadal Ugan'ın felsefî öykü türündeki dördüncü kitabı "Güncelliğin Sarsıcı Değişmezliği" okurla buluştu. Kitap bir psikolog ile Türkiye İş Kurumunun (İŞKUR) kapısında iş bulmak için bekleyen bir adam arasında geçen diyaloglardan oluşuyor. Yazar Ugan, öykü kitabında gündelik yaşamdan ve güncel olaylardan ivmeyle etik/ahlâk, adalet, özgürlük, eşitlik konularını tartışmaya açarken, 'ideal insan'a dair bir reçete sunuyor.
İşsizlik ki bu ülkenin en yakıcı gerçeklerinden. "Güncelliğin Sarsıcı Değişmezliği", işsiz insanın "sıradışı" öyküsünü hatırlatıyor. Kitap Türkiye'de sayısı milyonlarla ifade edilen, sosyal hayatta birçok sorunla mücadele etmeye çalışan işsiz veya iş arayan insanın psikolojisine dair de önemli ipuçları veriyor.
Yazar Ugan, "kapıda bekleyen adam" diye tarif ediyor kitaptaki isimsiz kahramanı:
"Bıçak sırtında bir yaşam onunkisi... İşyerinde zam talebiyle bir cesaret sesini yükselttiği için işini kaybetmiş. İşsiz kalınca yine ailesini ve geçim sorununu hatırlayıp bu kez pişman olmuş... Özgüven eksikliği yaşayan, çekingen biri aynı zamanda."
İşsizlik, geçinme gailesi üzerine başlayıp hayvan ölümleri, eğitim sorunları, özgürlük meselesi, kadın-erkek ilişkisi gibi güncel konular üzerine gelişen öykü; ahlâk ve vicdan kavramı özelinde bir sorgulamaya davet ediyor okuru. Kitabında insana ve hakikate çok yönlü bir bakış sergileyen yazar Dadal Ugan'la "Güncelliğin Sarsıcı Değişmezliği"ni konuştuk.
Kitaplarınızı yayımlarken kendi adınızı değil de mahlasınızı kullanıyorsunuz. Geçmişte de bazı yazarların mahlas kullandıklarını biliyoruz. Bunun özel bir anlamı var mı?
Sanırım bunun nedeni hayatımda yeni bir sayfa açmak istememdendi. Eski sayfalarda ne mi vardı? Tecrübesiz, kendini cesaretsiz gören, ismiyle kavgalı, akılda kalıcılığa önem veren ve bunun yolunu arayan, yazdıklarını beğenmeyen, yazmak hususunda kabul edilebilir bir erginlikten uzak, hatalar yapan, edebiyatla iç içe olmanın ve yazmanın ailede yaratamadığı gurur sevinci ve bunu göremeyişi, ahengin ve dengenin önemini henüz keşfedememiş genç bir yazar vardı. Evet, yeni bir isme ihtiyacım vardı. Şöyle ki, bu isim, içinde ahenk ve denge barındırmalıydı; böylece yazın hayatım boyunca beni ensemde takip edecek, dengeyi ve ahengi bana hep hatırlatacak bir nedenim olacaktı. Yeni ismimi seviyorum; beni mahlasım gibi akılda kalıcı, yararlı sözler yaratmaya itiyor.
"İnsanlığın ihtiyaç duyduğu şey adalettir"
Güncelliğin Sarsıcı Değişmezliği'nde "kapıda bekleyen adam" nepotizmin, kayırmacılığın, liyakatsizliğin, çifter maaşlı bürokratların bu kadar arttığı, hatta normalleştiği bir ülkede işi kendi imkânlarıyla bulmakta kararlı bir profil çiziyor, o kişi ekmeğini kazanacağı bir iş bulabilmek için onuruyla İŞKUR'un önünde hâlâ bekliyor. Kitapta bunun ahlâk ve vicdan temelinde tartışıldığını görüyoruz. Tüm değerlerin alt üst olduğu bir çağda bizi insanî değerlerden, asgarî iyilikten, eşitlikten bu kadar uzaklaştıran ne?
Sanırım körlük... Jose Saramago, "Körlük" adlı kitabında, "Bizler aslında kör olmadık, zaten kördük" der. Yeryüzünün nimetlerinin tüm insanlığın ortak mirası olduğunu bilmek kadar, onun eşitlikçi bir vicdanla paylaşılması da gerekir. Sanırım burada devreye bir şey giriyor ve bunun gerçekleşmesini engelliyor. O şey "Tüm insanlar eşittir" söyleminin, sadece söylenmesinin vicdanları rahatlatacağı düşüncesi olabilir belki. "Tanrı olmayana da versin" dediğimizde, üstümüzden büyük bir sorumluluğu atmış ve vicdanî görevimizi yapmış sayıyoruz kendimizi. Evimize dönüp aynaya baktığımızda, bu bakışı, yanıldığımız düşüncesi aklımıza gelir diye fazla tutmuyoruz. Çünkü bizlerin de kapısında beklediği bir çıkar söz konusudur da ondan. Ondan vazgeçemiyoruz. İhtiyacı olmadığı hâlde üç, dört eve sahip bir kişi, bunun yanlış ve gayri ahlâkî bir durum olduğu düşüncesi aklına gelir diye ödü kopuyor mudur? Bilmiyorum! Bildiğim bir şey varsa, o da ikiyüzlülüğümüzdür. İşte menfaatlerimizi tatlı bir kıvama getiren ve onu bize alımlı kılan, albenili yapan da kaybettiğimiz ve bulmaktan korktuğumuz vicdanımızın yerine koyduğumuz gündelik çıkarlarımızdır. İnsanlığın ihtiyaç duyduğu şey merhamet değil, adalettir.
Kitapta bir psikoloğun iş arayan adamı fark etmesi, gözlemlemesi ve ona yönelmesiyle başlayan bir hikâye yaratıyorsunuz; yani psikoloji biliminden yararlanıyorsunuz. Öncesinde psikoloji alanına yönelik araştırma yapma olanağınız oldu mu? Yazar olarak psikoloji disiplinini anlamaya yönelik hazırlık sürecinden biraz bahseder misiniz?
Çok değilse de araştırmalarım oldu. Ama daha çok benliğimden gelen, insanları ve onların eylemlerini, sebeplerini anlama, hissetme yeteneğime borçluyum. Bir yazar, karakterleri oluştururken -aslında tüm karakterler yazarın iç sesidir ya- özellikle onlardan birinin yerine kendisini koyar, düşünce ve duygularının temelini onun aracılığıyla ve de onun üzerinden iletir. Ben de kitabımda isimsiz kahramanın ağzından bunu yapıyorum. Aslında bir yandan da psikoloji biliminin insanların sorunlarını çözemeyeceğini söylemiş oluyorum.
Tek sorumlu kendisi
Her gün işsizliğe uyanan bir insanın geleceğe dair umudunu koruyabilmesi gerçekten zor bir iş. İş arayan bir insanın izini nasıl sürdünüz? Kişiden kişiye elbette değişir ama kitaptaki karakter üzerinden düşünürsek "kapıda bekleyen adam"ı ve onun iç dünyasını, yaşadığı psikolojiyi nasıl tanımlarsınız?
Yaşadıklarının tek sorumlusu kendisidir o adam. Çekingen, özgüvensiz, sulu göz bir adam. Ailesi için cesaretini topladığı anları olmuş ama verimsiz ve geçici yararlar sağlamış. İşini kaybetmesinin nedeni de sesini yükseltip zam istemesi oluyor. Çekingenlik ve özgüvensizliği de burada devreye giriyor; patronunun kızmasıyla geri adım atıyor ve pişmanlık duyuyor, çünkü aklına ailesi ve geçim sorunu tekrar geliyor. Oysa yaşadıklarının nedeni de zaten buydu: Ailesi ve zorlaşan geçim kavgası onu bu yola tevessül ettiriyor ya da tevessül etme cesaretini pompalıyor... Karakter ne yapmalıydı da işini kaybetmemeliydi, diye sorarsanız, psikoloğa söylediği sözlerini hatırlatırım: "İnsan, uğruna ölmek silahını cebinde taşımalı" diyor. İçimizde yanan özgürlük ve hakkaniyet ateşini sadece ısınmak için kullanıyoruz. Harekete geçmekten hep korkuyoruz, çünkü sevdiklerimiz bize katlanmayı öğretiyor. Ne çıkılmaz bir yol değil mi? Evet, bu karakteri ben yarattım ama böyle bir karakteri yaratmak için olağanüstü çabalara ihtiyaç yoktur. Yaşadığınız coğrafya size yazmak istediğiniz karakterin birebir aynı olanından karşınıza çıkarabiliyor. Kimbilir, belki o karakter sizsinizdir.
Kitabınızda en büyük muamma olan insan türünü anlamaya, anlatmaya çalışıyorsunuz. Bu topraklarda genel açıdan düşündüğümüzde insanın en büyük çıkmazı, zaafı ya da yazgısı nedir?
Soru, yaşadığımız topraklarla ilgili olduğu için cevabımı biraz değiştireyim. İtaat eden canlılar olduk. Bize itaat edildiğini gördüğümüz anda, itaat eden insan ya da bir köpek olsun, bu hoşumuza gidiyor. Ancak kendimizi yaşamsal gereklilik çemberinde tutmak için harcadığımız çabanın büyük bölümü başkalarına, yani kazanç elde etmemizi sağlayan insanlara gösterdiğimiz itaattir demekte de bir sakınca görmüyorum. Çaresizliğimiz yazgımızı, yazgımız ise benliğimizin hür ya da esir olacağına karar veriyor. Bunu biz yapıyoruz. Telefonla arayıp bize kredi satmaya çalışan görevliye kızmamızın ne anlamı var ki? İnsanı anlamaya çalışmaktan vazgeçemiyorsak inanın bunda da bir menfaat var. Zaaf ve yazgı birbirilerine kardeş kadar yakınlaştılar.
'Lanetlemek' makamı
Kitapta psikolog ile iş arayan adam arasında işsizliğin yanı sıra hayvan ölümleri, üniversitede eğitim meseleleri, kadın-erkek ilişkisi, iyilik-kötülük, özgürlük, kültür kavramları üzerine gelişip ilerleyen bir diyalog var. Kitabınızda bu memleket meselelerine yer vermeniz bir tesadüf olmasa gerek. Örneğin daha bir iki ay evvel Konya'da belediyeye ait bir barınakta barınak görevlisinin bir köpeği işkenceyle öldürdüğü haberini almıştık...
Ülkemizde ve hatta dünyada "lanetlemek" makamı var; oraya çıkıyor ve bağırıyoruz: "Lanet olsun!" Lanetlenmiş bir olgunun geldiği hâli, aldığı biçimi keşke gözlemleyebilseydim. Böylece lanetleme makamının tam karşısına yeni bir makam kurup lanetlenenlerin sonunu hatırlatma işini de ben yapardım. Kulağa olanaksız geliyor olabilir, ama bu toplum olarak, ellerimize kürek alıp o köpeği inciten adama aynısını yapma arzusundan daha mı olanaksız? Bunu okura bırakıyorum. Yok hayır, bunu yapalım demiyorum; insan olmanın bir anlamı var ve o anlamı yitiremeyiz. İçinizden güldüğünüzü biliyorum. İçinde bulunduğumuz insanî kaosun nedeni de zaten kaybettiğimiz insan olma erdemi değil miydi? Evet, onu kaybettik ama tamamen değil.
Yeni projeler
Sözü biraz da kitap yazarlığı konusuna getirmek isterim. Ülkemizde roman, öykü yazarak geçinmenin, yaşamı idâme ettirmenin ne gibi zorlukları var?
Profesyonellik beraberinde parayı da getirir, derler. Bu sözden ağzınızla kuş da tutsanız para kazanmıyorsanız profesyonel değilsinizdir anlamı çıkar mı? Doğrusu bu çok acımasızca olurdu. Meseleye basit bir cevap vereyim: Kitabınız, derginiz, gazeteniz binlerle ifade eden bir satış rakamına ulaşıyorsa ve bunun sürdürülebilirliği de varsa, yazan kişinin eline para geçecektir kuşkusuz. Özellikle öykü ve roman yazarları, para kazanma kaygısıyla yazıyorsa yaşadığı coğrafyanın kitapla mesafesine baksa iyi eder.
Yazarlığın farklı alanlarında üretim yaptığınızı biliyoruz; öykü, roman, oyun yazarlığı ve şiir... Gelecekte okuyucuyu nasıl bir eser bekliyor?
Tamamlandığına inandığım zaman, maddî imkânlar da el verdiği vakit okurla buluşturmayı arzuladığım dört öyküden oluşan bir proje üzerinde çalışıyorum. Yayımlanmaya hazır farklı dosyalarım var; özellikle oyun dosyalarım, fakat yayımlatma konusunda, yani maddî anlamda çok ciddi sıkıntılar var.
(SE/AÖ)