Dört üniversitenin işbirliği ile hazırlanan bu planın amacı, İstanbul'un depreme karşı güvenli hale getirilmesi için yapılması gerekenleri tespit etmek ve pilot uygulamaları bu plan aracılığıyla yönlendirmektir.
Afetle ilgili planların temelinde, spesifik hedefleri ve spesifik durumlara göre farklılaşan öncelikli alanları bulunur. Planlama faaliyetleri, eğer koşullar gerektiriyorsa, genelde bu planların yarattığı dinamikler ile gözden geçirilir, yeniden yapılandırılır. Bu nedenle İstanbul'da bu Deprem Master Planı çalışmalarından böylesine bir dinamik yaratmasını beklemek için bir çok neden olduğunu düşünüyorum.
"Planlama bitmiş ürün değildir"
Plan hazırlığında, çeşitli sektörlerin plana "görüş bildirmesi", farklı yarar gruplarının temsili, kamuoyu tarafından sahiplenilmesi gibi temel ve vazgeçilmez standartların geliştirilmesi için Sivil Toplum Kuruluşları'na (STK) önemli bir rol düşmektedir.
Planlama kararları gibi kamu ürünleri, halkın karşısına bitmiş ürünler olarak çıkamazlar. Çıktıkları takdirde uzmanların veya yöneticilerin özel kararları olurlar, özelleşirler. Bu nedenle bütün kamu ürünleri, projeleri, kararları gibi planlama kararlarının da kavramsallaştırılmaları zorunludur. Kavramsallaştırılmadıkları ölçüde kamu ürünü vasfı kazanamazlar.
Deprem hazırlığı zorunlu olarak "çok aktörlü" bir çalışmadır. Uluslararası standartlara göre plan hazırlığının STK'ları kapsaması gerekir. Buna karşılık hazırlanan plan raporunda çoğu zaman "toplumsal aktörler" içinde "STK'lar" ile "sivil toplum" kavramının birbirinin yerine kullanıldığı veya karıştırıldığı gözlemlenmektedir.
Master plan hazırlığı için farklı alanlara ve yerel koşullara yönelik planları hazırlayacak, bunları formüle edip uygulayacak yerel kurumlara ve otoritelere ihtiyaç bulunmaktadır. Deprem Master Planı'nin bir "Nazım Plan" veya "İmar Planı" olmadığı söylenmektedir. Eğer öyleyse, öngörülen bu farklılığın hem katılımcı aktörlerle, hem de konular bazında plan hazırlığına yansıması gerekir.
Plan hazırlığında halkın katılımından söz edilirken, halkın görüşlerinin alınacağından, halkın katılımından söz edilmesi yeterli değildir. STK'ların bağımsız bir izleme kapasitesinin olması ve süreçte yer almaları zorunludur. (STK'lar tanımlanmadan uzmanlık işlevlerinin yerine getirilmesi, duyarlılık yaratılması, halkın plan hazırlıklarına katılması mümkün değildir.)
Bu amacın yerine getirilmesinde STK'ların da sorumluluklarının olduğunu, kamu yönetimleri ile STK'ların çalışma alışkanlıklarını geliştirmek için bu sürecin STK'lar tarafından dikkate alınmasının gerekli olduğunu düşünüyorum.
Bu nedenle kamu otoritesi ile toplumsal aktörler arasındaki ilişkilerin sürdürülebilir bir ilişki zemininde geliştirilmesi zorunludur.
Deprem Master Planı raporunda toplumsal aktörlerin müzakere ortamında buluşturulması, planlama önceliklerinin müzakere ortamında belirlenmesi' gerektiği yer almaktadır. Ancak bu müzakerenin nasıl yapıldığına, plan hazırlığında nasıl yer aldığına dair bir bilgi yer almamaktadır. Buna karşılık kamu otoritesinin STK'lar ile ilişkileri tanımlanmamakta, "stratejilerin uygulama imar planları, tasarım ya da dönüşüm projeleri biçiminde gerçekleşmesi için yerel aktörlerin de katılacağı çalışma grupları ayrıntılı teknik çalışmalar yaparlar" denmektedir.
Bu ifade biçiminden STK kamu yönetimi işbirliği STK'ların "sivil toplumun temsilcileri" olarak "görüş bildirmesi" olarak anlaşılmaktadır. Bu yaklaşım planın öngördüğü uluslararası standartlara, destek sağlanması hedeflenen kurumların çalışma yöntemlerine uygun olmayacaktır. Bu nokta STK'lar ile sivil aktörlerin nasıl plan hazırlığı sürecine katılacağını da belirsiz bırakmaktadır. Planın daha önceki imar planları sistematiğinden farklılaşması için bu belirsizliğin aşılması, STK'ların kamu yönetimi ile ilişkileri açık, tanımlı olmasının, plan hazırlığının siyasal boyutları ile tekamül etmiş olarak tartışılması gereklidir.
Kamu otoritesi gruplara eşit mesafede olmalı
STK'lar uluslararası normlara göre, planlama sürecinde çıkar gruplarına göre farklı (bu açıdan "temsil dışı") bir işlev yerine getirirler.
Uzmanlık grupları, konu temelinde çalışan kuruluşların kendilerini diğer sivil aktörler gibi konumlandırması, kendi temsil araçlarının bir üst dil oluşturmasını, yani akılcılaştırma imkanlarını, bilginin paylaşımın engeller ve planlamanın içe kapanmasını sağlar. Bu sorun Türkiye'de planlama kararlarında belirleyici olmuştur. Planlamanın tasarlayıcı olması, kamu otoritesinin kural koyma vasfı ile çelişmektedir..
Kentin yaşanabilirlik, rekabet gücü, iyi yönetim ve işletme, finansman başlıkları altında sıralanan koşullar içinde gelişmesi için yerel aktörler kadar, STK'lar, profesyonel proje grupları ile kamu yönetimi arasında da açık ve tanımlı bir ilişkilerin olması gerekir. Kamu otoritesi bu gruplara eşit mesafede durmalıdır. Plan raporu, kentteki yoksulluğun, eşitsizliğin azaltılması için kamu yönetiminin bu niteliği kazanmasına yol açacak yöntemlere kavuşturulması konusunda önermeler içermelidir.
Raporda dile getirilen 'müzakere ortamı' planın kendisinde karşılığını nasıl bulacaktır?
Bu senaryo konular ve kurumlar bazında kimler tarafından nasıl oluşturulmaktadır? Sözü edilen değişik dinamikler plana nasıl etkide bulunmaktadır? Stratejilerin belirlenme aşamasında sözü edilen ana planlama problemleri kim tarafından kimlere, nasıl açıklanacaktır ve nasıl kesinleştirilecektir?
Farklı çıkar veya yarar gruplarının bir araya getirilmesi, bir vizyon oluşturulması planın hangi aşamasında kimler tarafından gerçekleşecektir? 'Kullanıcılar' kavramının 'aktör' terimiyle karşılandığı belirtilmektedir. Bu aktörler arasında işçiler, bankacılar, özel şirketler, resmi görevliler, üniversite, araştırma kurumları gibi örnekler sayılmaktadır. Bu kavramın operasyonel olabilmesi için ( 'aktör' kavramının) birbiriyle türdeş olmayan işlevleri ve ilişkilerinin açımlamasının yerinde olacağını düşünülebilir.
Örneğin: Kamu otoritesi ne tür bir aktördür? Üniversiteler nasıl bir aktördür? STK'lar nasıl bir aktördür? (STK'lar, üniversiteler, uzmanlık kurumları kendi kamu yararı kavramını temsil eden aktörler ile türdeş midir?)
Farklı kamu yararlarını temsil eden gruplar nasıl bir aktördür? Bu aktörler arasındaki ilişkiler nedir? Kamu otoritesinin sorumlulukları nedir? Kamu kuruluşu olan üniversitelerin sorumlulukları nelerdir? Bu kurumların ürettiği kamuya ait bilgiler toplumsal aktörler tarafından nasıl paylaşılır, özel sektör kuruluşları bu süreçte nasıl yer alır?
Tarihsel çevreye yönelik tespitler ve çözümler de raporda çoğunlukla 'teknik' boyutta kalmaktadır. Raporda yalnızca tarihi yapılara yönelik özel güçlendirme tekniklerinin olmasının gereğinden söz edilmektedir. Koruma mekanizmasının yerelleşmesine, yerel aktörlerin güçlendirilmesine, sorun sahiplerine sağlanacak desteklerin nasıl yerine getirileceğine ve STK'ların işlevine dair bu bölümde gerekli olan hususlar yer almamaktadır. Bu nedenle raporda yerel yönetimlerin hangi görevleri üstlenecekleri, yapılardaki köhneme, eskime, yıpranma karşısında kullanıcıların, mülk sahiplerinin uzmanlık kurumlarından nasıl yardım alacakları, tarafları buluşturan ve karşılıklı etkileşime açan ara mekanizmaların nasıl oluşacağı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları'nın yapısı ve işleyişi, yerel yönetimlerin oluşturacağı yönlendirici servisler, kamu yönetimlerinin STK'larla nasıl ilişkiler nasıl geliştirecekleri yer almalıdır.
Risklerin azaltılmasına yönelik öncelikli konular yerel yönetimin düzenlediği atölye çalışmaları ile saptanabilir ve teknik imkanlar bu kurumlarla oluşturulan eylem planları içinde tanımlanabilir.
Raporda yer alan 'uygulamalı halk eğitimi programı taslağı' sivil toplumun eğitilmesini doğrudan kamu yönetiminin bir sorumluluğu olarak görmektedir. Bunun yanısıra sorun sahiplendirme, katılım açısından STK'lar sivil toplumla ve yerel halkla birlikte anılmaktadır. Oysa STK'lar bağımsız kamuoyu oluşturucu bir işlev görürler. Bu nedenle STK'ların sivil toplumla karıştırılması, uluslararası normlara uygun olmadığı gibi, bağımsız olarak varoluşlarını da engelleyecek bir biçimde kamu sahasında varoluşlarını etkiler. Bu nedenle yerel yönetim STK'lar ile ortaklığa gitmelidir. Çok aktörlü bir plan hazırlığı için STK'ların rolünün tanımlı ve açık olması gerekir. Bu durum sektörlerin plana görüş bildirmesi, çıkar gruplarının temsilinden biraz farklıdır. Bu grupların üniversiteler gibi, uzmanlık temelinde katılmalarını sağlayacak mekanizmalar tanımlanmalıdır. Gerek Avrupa Birliği (AB), gerekse de Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler (BM) proje standartları bunu zorunlu kılmaktadır.
Bu yaklaşımın bir uzantısı olarak, halkın müdahale kapasitesini geliştirmek için ilk yardım, yangın gibi konularda eğitim verilmesi somut örneklerle (yangın söndürme aletinin kullanılmasının tarif edilmesi gibi) açıklanmaktadır. Oysa Deprem Master Planı işbirliği yapılacak çok sayıda STK'nın ve sivil örgütlenmenin yerel ve bölgesel ölçekte kamu yönetimi ile nasıl işbirliği yapacağını, ortak standartların nasıl oluşturulacağı, acil durum yönetim planlarının nasıl oluşacağını, nasıl yönetileceğini, nasıl finanse edileceği gibi konuların müzakere edilmesini gerektirir.
Mahalle bazındaki eğitimde STK'larla işbirliği konusu somutlaştırılmalıdır. Örneğin yönetimi gönüllü olan STK'ların faaliyetlerinin nasıl finanse edileceği, nasıl destekleneceği açıklığa kavuşturulmalıdır.
Raporda yer alan 'görsel medya yoluyla toplum eğitimi' konusu da STK'larla yapılacak işbirliği içinde ve karşılıklı iletişim içinde tanımlanmalıdır. Kamu yönetimlerinin bütün özel sektör temsilcilerine, STK'lara eşit mesafede durması gerekir. Kamu yönetimlerinin STK kurması veya aktörler arasında ayrımcılık yapması bu ilkeyle çelişecektir. Bu nedenle kamuya ait bir bilgiyi temsil eden üniversiteler bu bilgilerini eşit koşullar içinde bütün STK'lara ve özel sektör temsilcilerine açmalı, kamuda araştırma, eğitim amaçlı bilgi bir kamu sermayesi olarak işlev görmeli ve bütün sivil aktörlerin bilgiye erişim koşulları açık ve tanımlı olmalıdır.
Genel değerlendirme:
Sonuç olarak kamu kararlarının, kamu yönetimlerinin dışındaki aktörlerle ilişki kurulmadan oluşturulamayacağı açıktır. Bu ilişkinin kurulmasında üniversiteler ve STK'ların yönetim dışı bir işlev yerine getirmesi ve rollerinin tanımlanması zorunludur.
Bu planlama faaliyetinin ana sorunsalını oluşturan deprem riskinin, temel bir değişken olarak esas planlama faaliyetlerine entegre edilmesi nasıl mümkün olabileceği bütün aktörlerle müzakere edilmelidir.
Afet hazırlığının gerçek aktörlerin katılımı, aktörler arasında bilgi paylaşımı ve iletişim kanallarının açık tutulmasını temel alan bir yöntemle yapılması için STK'ların rolü açıklığa kavuşturulmalıdır. Yerel yönetimler, STK'lar ve uzmanlık kuruluşlarının biraraya getirildiği ölçeklendirme, katılım mekanizmaları tanımlanmalıdır.
Yurttaşlar, yerel yönetimler ve ilgili kurumlar planın hazırlanması sürecine katılmalıdır. Gerçek anlamda bir deprem master planının oluşturulması için, gerçek aktörler ve temsilcilerinin sürece dahil edilmesi sağlanmalıdır.
Raporlama faaliyeti plana nasıl dönüşecek?
Bu sorunsal üzerinde çalışabilmek için uzmanlık gruplarının kendilerine yönelik de bir bakış geliştirmeleri gerekmektedir. Deprem Master Planı bugüne kadar hazırlanan 'normal' planların neden temsil kabiliyeti kazanmadığını, neden kentlerin planlanmasında bürokratik normlar oluşturmaktan ileri gitmediğini ve kent halkına asgari akılcılaştırma fırsatları sunmadığını plancıların, uzmanlık kurumlarının rolünden başlayarak tartışmaya açmalıdır.
Bu rapor gördüğüm kadarıyla 'bir taraf açısından' yazılmıştır. Oysa bu raporu ve dolayısı ile planı hazırlayan uzmanlık gruplarının taraf olmaması, bir sivil toplum kesimi veya bir toplumsal aktör gibi konulara yaklaşmaması, tarafları karşılıklı etkileşime açması, onların enerjisini dışlamadan ve özellikle iş yapabilirlik açısından onların yerine geçmeden bir meşruiyet zemini üzerinde bir üst dil kurması gerekir.
Planlama yönteminin ortaya çıkışı, yönetimlerle sivil toplum arasında bir yeni kademenin ortaya çıkması demektir. Bu kademe uzmanlıklar kademesidir. Eğer uzmanlıklar yönetimin bir işlevi olarak görülürse, bu ara kademe fiilen ortadan kalkar. Yönetim sivil toplumla doğrudan ilişki kuruyormuş gibi görülür ve sivil toplum sahasının düzenlenmesi, kamu kişiliklerinin sorumlulukları sorunsallaştırılmaz.
STK'lar, diğer toplumsal aktörler gibi kendi kamu yararı kavramlarını temsil eden gruplar değildirler. Diğer toplumsal aktörler, toplumsal çıkar ve yarar grupları bunu yaparak siyasal süreçlere katılırlar.
Deprem Master Planı planlama sürecinin normalleşmesini sağlayacak bir dinamik yaratmalıdır.(KG/NK)
*Ara başlık ve vurgular Bianet'e aittir.