25 Kasım, Birleşmiş Milletler tarafından 1999 yılında Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü olarak kabul edildi. Türkiye'de bu mücadeleye daha erken başlayan, kadın hakları aktivizminin öncü kuruluşlarından biri de KA-MER Vakfı. Vakıf Başkanı Nebahat Akkoç, KAMER'i Diyarbakır'da kurduklarında, ildeki kutuplaşmanın bir parçası olmadan, yalnız kadın hakları için çalışmayı amaçladıklarını anlatıyor; bugüne gelirken yaşanan siyasi ve hukuki değişiklikleri önemsiyor. Akkoç, şu anda 23 farklı ilde şubesi bulunan KAMER'in 12 yıllık tarihine sığdırdığı çalışmaları ve kadına yönelik mücadelenin bugününde kadınlar, erkekler ve kurumlarla ilişkilerini bianet'e anlattı:
İlk KAMER'in açıldığı günden bu yana, kadına yönelik erkek şiddeti ile mücadelede nereden nereye gelindi? Son yılın kayda değer gelişmeleri neler?
KAMER'i 1997 yılında kurduk. Kurulmadan önceki hazırlık sürecini de sayarsak 1994'te çıkmış bir fikir. O dönemde, herkesin taraf olmaya zorlandığı, her şeyin siyah beyaz olarak görüldüğü bir yerde, orta yerde duran, bağımsız örgütlenen ama kadının insan haklarından yana bir kadın kuruluşu olarak son derece zorlandık ve çok acı çektik. Ama bugün baktığımız zaman bu bölgede pek çok kadın kuruluşu var. Bunların pek çoğunun KAMER'e karşı bir söylemleri olsa da, bizim çabalarımız sonucu ortaya çıktıkları için onların varlığından çok memnunuz.
Kadının insan hakları meselesi öncelikli bir mesele olarak görülmüyordu. Önce özgür bir ülkemiz olsun, sonra biz özgürleşiriz gibi bir slogan vardı. Şimdi bu slogan değişti, herkes anladı ki bireyler özgürleşmeyince ülkeler, toplumlar özgürleşmeyecek. Yaklaşık 50 bin kadınla toplumsal cinsiyet konusunda farkındalık çalışması yürütüldü. Birbirimizi yargılamadan, savunmaya geçmeden anlamaya yönelik bir iletişim dili geliştirdik ve bu dil giderek yaygınlaşıyor.
Kadınların yaşadıkları şiddeti algılayışları değişiyor mu?
Biz KAMER'i açmadan önce yapılan bir çalışmada, 10 kadından 9'u "Kadın olmak şiddet yaşamayı beraberinde getirir" diyordu. 2008 ve 2009'da yapılan iki araştırma ise 10 kadından 9'unun "haklı şiddet olmadığını" söylediğini gösteriyor; şiddeti hak etmediklerini ve buna karşı mücadele edeceklerini söylediklerini gösteriyor. Bu çok önemli bir zihniyet değişikliğine işaret ediyor. Bu tespitin kendisi, başlarken işimizin ne kadar zor olduğunu da gösteriyor. Sorun sahibi, kendisi sorunu üstlenmiyorsa, ona karşı bir şey yapmak çok zordur.
Kadınların bu sorunu fark etmeleri, toplumsal cinsiyet konusunda farkındalık yaşamaları çok önemlidir bence. Adalet Bakanı'nın açıklamasında olduğu gibi, bütün veriler şiddetin arttığını gösteriyor. Ben bunun kadınlardaki bir zihniyet değişimiyle çok paralellik gösterdiğine inanıyorum. Şiddet arttı gibi görünüyor çünkü kadınlar şiddeti fark ettiler ve artık şiddet kaydedilebiliyor, izlenebiliyor. Örneğin eskiden sadece fiziksel şiddet başvuruları gelirdi. Fiziksel şiddetin zaten içinde birçok şiddet türünü barındırdığını biliyoruz ancak şu anda sadece psikolojik şiddet yaşadığı için başvuranlar var. Şiddetin türleri de anlaşılmaya başlandı.
Özellikle son yılda gözlemim, kadınların yaptıkları çalışmalar sadece "kadınlar ve şiddet" meselesine indirgenmeye çalışılıyor. Bu önemli bir mesele tabii ama biz kadınlar özellikle demokratik açılım sürecinde ciddi varlık gösterdik ve feministlerin aslında ülkenin her türlü sorun ve politikalarının içinde olduğu görüldü. Toplumsal cinsiyet meselesinin sadece kadınlık rolleriyle ilgili olmadığı, aslında erkeklik rollerinin de sorgulanması ve değişmesi gerektiği kavranmaya başlandı. Dolayısıyla erkekler de bu çalışmanın kendilerine karşı değil, erkeklik rollerine karşı bir çalışma olduğunu anladılar ve destek oluyorlar.
KAMER bu sürede hızla büyüdü, bugün 23 ayrı ilde çalışıyor. Değişen yasalar, kurum içi eğitimler ve basının konuyu sorunsallaştırması ile birlikte kadınların size ulaşabilirliği, verebildiğiniz yardımların boyutu nasıl değişti?
Biz tabii ki ilk zamanlarda yaptığımız işi anlatmak, kendimizi tanıtmak için çok yoğun bir çaba harcadık. Şimdi tam kapasite çalıştığımız halde bazen her şeye yetişemiyoruz. Ancak bu yine de bütün kadınların bize rahatça ulaşabildiğini göstermiyor. Geçen yıl yaptığımız bir değerlendirme, kentin varoşlarında yaşayan, göçle oluşmuş mahallelerdeki Türkçe bilmediği için iletişimsizlik yaşayan, kentin en dezavantajlı kesimini oluşturan kadınların, ölüm tehlikesi veya çok ciddi fiziksel şiddet olmadıkça bize veya başka bir yere başvurmadıklarını gösteriyordu. Bu sene bu yüzden bir çalışma planladık. Her ilde son yıllarda oluşmuş iki mahalle tespit ettik, hane ziyaretleri yapıyoruz. 23 ilde ortalama her ilden 3000 kadına ulaşacağız. Bir yılın sonunda 69 bin yeni kadınla çalışmış olacağız.
Şiddete uğrayan kadınlara daha kolay ulaşabilmek için ne gibi stratejiler izliyorsunuz?
Bazı yerlerde, kadınların bize gidip geldiği görünsün istemiyoruz. Çarşı içi yerine apartman dairelerinde yer tutuyoruz. Kadınların uğrak yerlerine broşürler bırakıyoruz. Kasım ayından itibaren Şeş TV'de her pazartesi Kürtçe programa başladık. Toplumsal cinsiyet konusunda farkındalık yaratmaya çalışacağız.
2009 Kasım ayında bakanlıklar arası imzalanan protokolle polis şiddet gören kadını eve gönderirse sorumlu olacak. Bu protokolün polise yüklediği sorumlulukla ilgili olumlu veya olumsuz örneklerle karşılaştınız mı?
Çok şey değişti. Aslında sadece polisle ilgili de değil. 2006'da yayımlanan Başbakanlık genelgesinde kadın ve çocuklara yönelik şiddet ve namus cinayetleri ile ilgili bütün kurum ve kuruluşların sorumlulukları tarif edilmiş bulunuyor ve sevinerek görüyoruz ki bu genelge hazırlanırken kadın kuruluşları raporlarından oldukça yararlanılmış. Namus cinayetleri üzerine tek başınıza hiçbir şey yapamazsınız. Jandarma, polis, vilayet işin içindedir. Genelgenin uygulandığı yerlerde, hep birlikte çalışıldığında başarılı oluyor. Ancak eksik kalan şey, uygulamamanın yaptırımı tarif edilmedi. Emniyet ve jandarmada emir komuta üzerinden gittiğinde genelde onları bağlayabiliyor ama devlet dairesinde bunu ciddiye almayanlar olabiliyor onun için her zaman çantamızda genelgeyi taşıyoruz. Son yıllarda bir kadının polise gittiğinde "Kocandır, döver de" denildiğini anlattığına rastlamıyoruz.
23 ilde barolarla çalışmalarınız nasıl yürüyor?
Barolar olmasa işin yasal kısmını nasıl çözeriz bilmiyorum. Baroların kadın komisyonları ve çalışmalara destek olan kadın avukatlar aracılığı ile kadınların yasal işlemlerini takip etmeyi beceriyoruz. Onların desteği olmasa olmaz. Acil bir durum, çok zor durumda bir kadın olduğunda iletişim kuruyoruz.
Kadınların sığınma evlerine gönderilen kadınlardan nasıl geri dönüşler oluyor?
Sığınma süresi olan üç ay uzatılabiliyor ama eskiden bize geri dönen ve yeniden yardım isteyenlerin sayısı daha çoktu. Sığınma evlerinin iç koşullarını bilemiyorum ancak bize dönenlerin sayı giderek azalıyor gibi görünüyor. (YC)