Tophane'deki DEPO, Tanja Ostojic'in 2009'dan bu yana sürdürdüğü "Mis(s)placed Women?" isimli katılımcı sanat projesine ev sahipliği yapıyor.
30 Ekim'e kadar gezilebilecek sergi, altı kıtadan, farklı kökenlere sahip ve büyük çoğunluğu kadın olan 170'ten fazla kişinin katkılarını içeriyor.
Projenin 13 yıllık arşivi etrafında şekillenen sergi için Arzu Yayıntaş ve Ostojic, erişilebilirlik, feminizm, queerlik, iklim değişikliği ve yerinden olma konularına değinen katkılar arasından bir seçki hazırladı.
Arzu Yayıntaş, sergiyi, projeyi, İstanbul'daki performansları ve atölyeleri bianet'e anlattı.
İzleyici katılımcı oluyor
"Mis(s)placed Women?" projesinden söz eder misiniz? 2009'dan beri devam ediyor sanırım. Bu süreklilik nasıl sağlanıyor? Türkiye'ye nasıl ulaştı?
"Mis(s)placed Women" Tanja Ostojic'in 2009 yılından beri altı farklı kıtadan, büyük çoğunluğu kadın olan yüz yetmiş kişinin katılımı ile yapmakta olduğu performans atölyelerinden ve çevrimiçi bir platformtan oluşan çok katmanlı bir proje.
Tanja Ostojic, disiplinlerarası çalışan bir performans sanatçısı. "Mis(s)placed Women" projesi ile izleyiciyi de katılımcıya dönüştürerek performans sanatına farklı bir açılım katıyor. Dünyanın farklı yerlerinde katılımcılara açık çağrı yaparak performans atölyeleri düzenliyor ve katılımcılar ile kamusal alanda kimi zaman deneysel bir yaklaşımla, kimi zaman gerilla taktiği ile performanslar yapıyor. Atölyelerde önceden tasarlanmış performans skorlarının (senaryolarının) yanı sıra katılımcıların tasarladığı solo ve kolektif performanslar da hayata geçiriliyor. Katılımcıların kolektif karar verme ve hareket etme ile oluşturdukları bu komünite bilinci farklı kıtalardan kadınları "Mis(s)placed Women" çevrimiçi platformunda birbirine bağlıyor.
"Sanatsal üretimimde farklı bir kapı"
Ostojic, proje için her seferinde atölyenin gerçekleşeceği şehirdeki farklı yapıdaki kurumlarla ve oluşumlarla işbirliği yapıyor. Bu kimi zaman bir kültür kurumu olurken kimi zamansa bir üniversite olabiliyor. Bu işbirlikleri sayesinde ve açık çağrılar ile çok farklı kesimlerden insanlara ulaşabiliyor. Projenin bu kadar etkileyici olmasını ve de dolayısıyla 13 yıldır yapılmasına rağmen tekrara düşmenin aksine her seferinde farklı katmanlar eklenmesini sağlayan özelliği yapılan açık çağrıların sürecin tamamına katılmayı kabul eden, tüm yaş, cinsiyet, köken ve sosyal çevre gruplarından, sanat deneyim seviyesi gözetmeksizin herkese açık olması. Delege edilen performanslar, performans sanatçısı olmayla izleyici olma arasındaki ayrımı bulanıklaştırıyor. Daha önce performans sanatını deneyimlememiş birisi için bedeni, çevresi ile etkileşimini farklı bir yaklaşım sunarak, bu bağları ve kendini yeniden kurgulamasını sağlıyor. Örneğin atölye daha önce performans deneyimi olmayan bir sanatçı olarak bana çok farklı bir deneyim sağladı ve sanatsal üretimimde farklı bir kapı açtı.
Benim de katılımcılarından biri olduğum projenin İstanbul'daki atölyesi Eylül 2021'de Performistanbul organizasyonunda Tarabya Kültür Akademisinin işbirliği ile gerçekleştirildi. Haziran ve Eylül ayları arasında Ostojic Tarabya Kültür'ün misafir sanatçılarından biri olarak İstanbul'da kalıyordu ve Eylül ayında da açık çağrı ile seçtiği katılımcılarla atölyeleri gerçekleştirdi. Aynı dönemde Depo'ya "Mis(s)placed Women" sergi önerisini getirdi.
DEPO'daki sergide multimedya yerleştirme, performans fotoğrafları, videolar, çizimler, objeler yer alıyor. Sergiyi oluşturanlar 13 yıllık bir arşiv aslında. Seçkiyi nasıl hazırladınız?
Daha önce de belirttiğim gibi İstanbul'daki atölyenin katılımcılarından biriydim ve proje gerek benim kişisel hayatımda, gerekse sanatsal üretimimde önemli bir katman oluşturdu. Tanja ile atölye sonrasında da iletişim içerisindeydik. "Mis(s)placed Women" projesinin 13 yıllık yolculuğunun detaylı bir aktarımının olacağı bir sergi yapmak istediğinden bahsetti.
Depo'nun politik tavrı, eşitlikçi yaklaşımı ve sivil toplum ile destekleyici ilişkileri nedeniyle böyle bir sergi için doğru bir seçim olacağından konuştuk. Tanja projenin detaylı bir kitapçığının hazırlık sürecine girdi ve sonrasında sergiye eş-küratörlük yapmak için beni davet etti. Projenin fotoğraf, video, katılımcı deneyimlerinin aktarıldığı metinler, şiirler, objelerden oldukça zengin bir dokümanter arşivi vardı. Bunun üzerinde beraber çalışarak performans skorları üzerinden ilerleyerek bir seçki yaptık. Seçkiyi ve sergi tasarımını yaparken bir yandan olabildiğince çok katılımcıya görünürlük vermeye çalışırken bir yandan da projenin performans sanatına verdiği gücü, projenin kolektif ruhunu, katılımcıların çeşitliliğini ve bir performans skorunun farklı katılımcılarla nasıl dönüştüğünü göstermek istedik.
Kendine ait çantayı boşaltmak...
Sergi "Kendine Ait Bir Çantayı Boşaltmak" isimli 1. Skor ile başlıyor ve toplamda 6 farklı performans skor ile devam ediyor. Aslında bu skor serginin bel kemiğini de oluşturuyor diyebiliriz. "Mis(s)placed Women" göç, yerinden edinilme, mobilite, yersizlik üzerine bir skor ile başlıyor ve daha sonra süreç içerisinde güç ilişkileri, kamusal alan ve beden ilişkisi, toplumsal cinsiyet eşitliği, iklim değişikliği, kapsayıcılık, kırılganlık ve cinsiyetçilik gibi konulara uzanıyor.
"Kendine Ait Bir Çantayı Boşaltmak" skoru toplu taşıma noktası, otogar, havaalanı gibi bir seyahat noktasında çantanızı ve ceplerinizi objeleri tek tek çıkararak ve ters çevirerek boşaltmayı içeriyor. Bu performans birçok şeye referans oluyor. Çantanın içinin boşaltılması yani mahrem olanın ortaya dökülmesiyle performansı yapanın kendisini çıplak hissederken, yoldan geçen ve performansa tanık olan bu mahremiyet ile bu kadar yalın bir şekilde karşılaşınca birçok sorgulamaya vesile oluyor.
2009 yılından beri proje kapsamında yapılan bu performans farklı katılımcılar ile süreç içinde dönüşüyor ve farklı anlam katmanları kazanıyor. Sergi, boşaltılan bir çanta ile başlayarak izleyiciyi mobilite, yurtsuzlaşma, bağsızlaşma, objeleşme, zorunlu göç, sınırlar, kamusal alan, cinsiyet kodları ve güç ilişkilerine uzanan bir yolculuğa çıkarıyor.
Teşvikiye, İstiklal Caddesi ve Kadıköy
Bu katılımcı sanat projesinin Türkiye ayağı nasıl, hangi aşamalardan geçti? Katılımcılarla nasıl bir yol izlediniz?
Projenin İstanbul aşaması aslında üç ayaklıydı. İlki Eylül 2021'de Performistanbul tarafından açık çağrı ile yapılan üç günlük atölye, ikincisi sergi, üçüncüsü ise sergi kapsamında yapılan performans günleri. Eylüldeki atölyeye katılımcıların açık çağrı ile seçilmesi çok farklı alanlardan kadınların bir araya gelmesini sağladı. Bu atölyenin ilk gününde birbirimizi tanıdık ve neler yapmak istediğimizi konuştuk. Performansları hangi semtlerde gerçekleştirmek istediğimizi belirledik ve rotamıza karar verdik. İlk günü İstiklal Caddesi'nde, ikinci günü Teşvikiye'de, üçüncü günü ise Kadıköy'deydik. Teşvikiye'deki küçük meydanda tüm gün kimse tarafından rahatsız edilmeden performansları gerçekleştirdik. Teşvikiye'de performanslar daha çok toplumsal cinsiyet ve bedene odaklanmıştı.
*Sen Kimin Fantezisisin
Kadıköy'de zorlu bir performans günü
Kadıköy ise zorlu bir performans günüydü. Polis ilk anda yanımızda belirip bizi uyardı. Bazı yerlerde durmamıza izin vermedi, bazı yerleri ise serbest bıraktı. Bu yaklaşımdan Kadıköy'de bazı noktaların çok politikleştiğini ve buralarda durmaya bile tahammülün olmadığını anladık. Kadıköy'de çok farklı konulara odaklanan performanslar gerçekleştirildi. Bunlardan biri yanında bir erkek olmadan sokağa çıkması yasaklanan Afgan kadınlarla dayanışma için yaptığımız çığlık eylemi oldu. Kadıköy sokaklarında, sesini duyurmakta zorlanan ve kamusal alanda görünürlüğü kısıtlanan Afgan kadınlar için ses sınırlarımızı zorlayan çığlıklarla dolaştık. Restoranlarda oturanların, özellikle de kadınların desteğini aldık. Çığlıkların ne için olduğunu söylemememize rağmen yoldan geçenler Afgan kadınlar için olduğunu anladı. Projenin ikinci ayağı olan sergide, Depo'nun ikinci katı İstanbul atölyesinin detaylı bir anlatımını içeren bir video ve fotoğraflara ayrıldı.
"Çığlıklarla geri geri yürüdük"
Projenin 3. ayağını sergi sırasında izleyiciye açık olarak gerçekleştirilen performanslar oluşturdu.
Galata'nın en turistik ve işlek caddesinde, birbirine bağladığımız eşarpları kafamızın üzerinde tutarak çığlıklarla geri geri yürüdük. Çığlıklarımız bu sefer İran'da özgürlükleri için mücadele veren kadınlar içindi. Yürüyüşümüz, eşarpların gösterişi çığlıkların sarsıcılığı kocaman oldu ve dar sokakları doldurdu. Yoldan geçenlerin alkışlar ile desteklediği bu güçlendirici deneyimi yaşamak, biz katılımcılar için paha biçilemezdi.
Ezber bozan aksiyon
"Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden Çekilmesine Karşı Eylem Fularları" ve "Erkeklere Laf Atma" performanslarından söz eder misiniz? O iki gün neler yaşadınız, tepkiler nasıldı?
İlk günü İstiklal Caddesi'nde geri geri yürüyerek performansa başladık ve daha sonra buna rüzgârda salınan fularlarımız ve İstanbul Sözleşmesi Yaşatır sloganları eklendi. Polis toplum hafızasını yok sayarak Türkiye'de toplumsal hareketler için sembolik bir yer haline gelmiş olan İstiklal Caddesi'nde son altı yıldır en ufak bir basın açıklamasının yapılmasına bile izin vermiyor. Yıllarca feminist eylemler için yürüdüğümüz bu caddede baskı ve yasakların yüzyılında ve Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesinden çekildiği bir zamanda "İstanbul Sözleşmesi Yaşatır" sloganıyla akışın tersine yürümek benim için çok anlamlıydı. Hatta performans sanatının söyleminin gücünü keşfettiğim an olarak bile niteleyebilirim. İstiklal Caddesi'nde geri geri yürümek aslında polisin bu şiddetli baskısına karşı ezber bozan, toplumsal hafızayı tazeleyen bir aksiyon oldu.
Yürürken eşarbımı rüzgârda sallamaya başladım ve diğer katılımcılar da bana katıldılar. Bizim anlık bir kararla İstiklal Caddesi'nde dağılarak geri geri yürüme eylemimiz, başlarımızın üzerinde rüzgârın yönüyle şekillenen ve yürüyüş yönümüzde salınan rengarenk fularlar da çoksesliliğin ve doğru yönde akışın bir temsili gibiydi. Ayrıca fularların/kumaşların çeşitliliği bizi birbirimize bağlayıp olduğumuzdan daha büyük gözükmemizi sağlayan bir görsel duruşa dönüştü. Ön fasadında devasa boyutta İstanbul Sözleşmesi Yaşatır posteri asılı olan İstanbul Barosu'nun önünde durup polis gelip bizi engelleyinceye kadar İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçmediğimizi eşarpların güçlü eşliği ile bağırdık. Yoldan geçen diğer kadınlar da bize destek verdi.
Yılların verdiği bastırılmış öfke: Erkeklere laf atma
9 yaşımdan beri erkeklerin bakışlarına ve tacizlerine maruz kalıyorum. Küçük bir kızken kolunu omzuma atıp memelerimi ellemeye çalışan yaşlı amca ile başlayan serüven, yol kenarından seslenip pardösüsünü açana, otobüste ellemeye çalışandan, yolda yürürken arkamdan bağırıp, takip edene kadar geçen bir süreç. Kadınlar için kamusal alanda yürümek bir süre sonra vahşi bir ormanda yürümek gibi bir eyleme dönüşüyor. Yüzünde sert bir ifade ile çoğu zaman yere bakarak yürüyorsun. Kimi zaman erkeklerin attıkları laflar güzel iltifatlar da olsa, önceki sevimsiz ve travmatik deneyimleri hatırlattığı için kadınların kafasında her biri rahatsız edici sözlere dönüşüyor.
*Erkeklere Laf Atma
İkinci gün İstanbul'un en şık semti Teşvikiye'de toplanınca, çocukluğumuzdan beri hayatımızın bir parçası olan bu ataerkil olguyu ele almaya karar verdik. Bu performansta bir grup kadın olmanın verdiği güç ile bilindik eylemi tersine çevirip biz kadınlar erkeklere laf attık. Onlara "gözlerin ne kadar da güzel", "yalnız mısın?", " Gülüşün ne kadar tatlı!", "Ne kadar da güçlüsün!" gibi laflar söyledik. Adamların yüzlerindeki şaşkınlığın, utanmaya ardından zevk alıp gülümseye dönüşmesini gözlemlemek oldukça ilginçti. İlk başta kendilerine söylendiğine ihtimal vermeyip kendisine olduğunu anlayınca büyük şaşkınlık sonra da söylenenden hoşlanıp gülümseme ve utanma, kimisinde ise sadece şaşkınlığın verdiği dehşet ifadesi vardı. Kendilerinin bir taciz deneyimi olmadığı için iltifatları memnuniyetle kucakladılar. (En azından çoğunluğu. Bir tanesi gerçekten çok kızdı ve hemen oradan uzaklaştık. (gülüyor)
"Güçlendirici eylem"
Bu performans sırasında erkeklere bu şekilde laf atabilmek gerçekten güçlendirici bir eylem oldu ve yıllardır yaşadığımız tacizler, küçük düşürücü lafların yarasını az da olsa iyileştirdi. Yılların verdiği bastırılmış öfke, gerginlik ve utancın yerini coşku, haz ve güçlenme hissinin almasını sağladı. Öyle ki kadınların sokakta yaşadığı tacizlere dair bir farkındalık yaratmak için farklı kadın grupları ile düzenli olarak tekrarlaması fena bir fikir olmayabilir.
(AÖ)