Gündemdeki konulardan hiç şüphesiz en önemlisi İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Tarihi Yarımada için hazırlattığı Koruma Amaçlı Master Plan. Bu planın İstanbulun kaderini tayin edecek bir adım olduğu söylenebilir. Yalnızca içerdiği kararlar ile değil, bundan sonraki aşamalarının yeniden yapılandırılabilir ve elbette ki gelişmeye açık olması nedeniyle.
Bugüne kadar burada yaşayanların ve STKların plan hazırlığı hakkında bilgisinin olması önemli bir sorun. Ancak plan henüz onaylanmadığı ve yerel eylem planı mahiyetindeki planlar henüz tamamlanmadığı için süreç sona ermiş değil.
Bu nedenle bu aşama sonrasında da kamuoyunu bilgilendirmek, farklı kesimleri buluşturup bir konsensüs oluşturmak planın gelişmesini etkileyebilir. Bu nedenle yerel yönetimin bu planı tartışmaya açması ve katılımı sağlaması için STKların yapabilecekleri çok şey var.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi STKlardan gelen talep üzerine bir adım attı ve İzleme Komitesi üyelerine bir sunuş yaptı. Bu sunuştaki birkaç ayrıntıya değinerek neler yapılabileceğine dair bir kaç örnek vermek istiyorum: İlk önce bugüne kadar yapılan çalışmada fazla bir anlam ifade etmeyen bu ayrıntının altını çizmekle başlayalım:
Plan raporunda bundan sonraki aşamalarda bir yönlendirici komitenin oluşturulmasından ve bu komitede STKlar da dahil olmak üzere ilgili kuruluşların yer almasından söz edilmekte.
Eğer STKlar herhangi bir sivil toplum kesimini temsil eden organlar olarak değil, farklı sivil toplum kesimlerinin planlama sürecine katılmalarını talep eden kuruluşlar olarak hareket ederlerse bundan sonrasını değiştirmek için önümüzde bir fırsat var.
Ancak bunu engelleyen temel sorun, yönetimlerin STKları gerekirse görüşü alınacak kuruluşlar olarak kabul etmeleri. Bu durumda bazı kurum ve kuruluşları temsil eden kişiler aynı zamanda yerel yönetimden iş alan çıkar grupları olarak iş görüyorlar.
Bu nedenle kapalı devre bir katılım süreci oluşuyor, en önemli yönetim işlevi, bilgi paylaşma yükümlülüğü ortadan kalkıyor. Planlar bir kesimin kendi özel görüşü olarak kabul görüyor ve meşruiyet sorunu oluşuyor. Oysa sorun kamu işlevlerine iş takipçisi bir takım uzmanların katılımları değil, halkın, farklı çıkar gruplarının katılımı.
Çoğu zaman bazı uzman kişiler yerel yönetimlerin proje toplantılarına katılarak hem kendi duyarlılıklarını, hem de kendi çıkarlarını temsil ediyorlar. Yaptıkları tepeden inme projelerle kendi uzmanlıklarını sergiliyorlar.
Halk, farklı görüşleri temsil eden kesimler, planlama sürecinden dışlanıyor. Planlama bu nedenle bir uzmanlık çalışması olarak görülüyor ve tepeden inme kurallar bütünü olarak algılanıyor.
Dolayısı ile adına planlama denilen kamu işlevini rehabilite etmek için ilk önce uzmanların iki ayrı şapkayı aynı anda giyerek kendi kamu yararı kavramlarını temsil etmelerinin önüne geçmek gerekiyor.
Bu planda yer alan ve gene üzerinde durulması gereken bir önemli ayrıntı ise planın koruma amaçlı olmasının sorgulanması. Yasal olarak bir yerin SİT alanı ilan edilmesi, yani koruma kurulu kararı ile bütünlüklü koruma alanı olarak ilan edilmesinden sonra yerel yönetimler tarafından bir koruma planı yapılması zorunlu. Buna karşılık bu işlev tepeden inme bir biçimde planın koruma statüsü ile belirlenebilecek bir şey değil.
Koruma bir grup uzmanın kendi kararı nedeniyle değil, Tarihi Yarımada gibi bölgenin kendi özelliklerinin gerektirdiği ve herkesin sahiplendiği bir statü olarak plana yön vermeli.
Öncelikler tepeden inme bir biçimde belirlendiği ölçüde halk kültür varlıklarının korunması, planlama gibi yönetim işlevlerini kendi refahı için değil, bir takım seçkinlerin kendi çıkarlarını savunmak veya başkalarına eziyet etmek için uydurdukları kurallar olduğunu düşünüyor.
Planın açmazları
Gelişmeye kapı aralayan bu iki noktaya değindikten sonra şimdi gelelim planın açmazlarına:
Plan içinde bir çok bölgelendirme, yeniden işlevlendirme ve bağlantılı proje paketi tanımlanıyor. Başka bir deyişle yerel yönetimin bu planla bölgede neler yapılabileceğini, hangi işyerlerinin açılabileceğini, yapıların nasıl kullanılacağını, kimlerin yaşayacağını belirlemesi sözkonusu. Buna karşılık bu planın hazırlandığından kimsenin haberi yok.
Uzmanlar Tarihi Yarımada için nelerin uygun olduğuna, nelerin yapılması gerektiğine, halkın nasıl yaşayacağına karar veriyorlar ve bunu yerel yönetimin planlama faaliyeti içinde gerçekleştirmek istiyorlar. Bu konudaki tercihlerini ise koruma amaçlı planın bir niteliği olarak sunuyorlar.
Plan aynı zamanda bir takım proje paketleri (geleneksel el sanatları atölyeleri, turizm, kültür, endüstri tarihi müzesi gibi) öngörüyor. Kentsel alanda bir takım yeniden işlevlendirmeler getiriyor. Bazı işlevleri sakıncalı olarak tanımlayarak kent dışına çıkarıyor. Ancak bu işlevlerin hangi süreçlerle, kimlerle tanımlandığı, projelerdeki önceliklerin nasıl belirlendiği açıklığa kavuşmuyor.
Buradaki tuhaflık ise hangi faaliyet türünün tarihi çevreye uygun olduğuna gene bir takım uzmanların kendi başlarına karar vermesi.
Diğer taraftan bu tercihler ile çok önemli kararlar karanlıkta kalıyor. Örneğin bu planda öngörülen projeler de dahil olmak üzere profesyonel mimarlık ve şehircilik hizmetlerinin elde edilmesine yönelik ilkeler ve yöntemlerden sözedilmiyor.
Bu kamu işlevlerine dair önemli kararlar tercihlerin arkasına gizleniyor. Planın politikasını bu tercihler belirlediği için koruma konusunun tarihselci bir kent dekorasyon biçimi olarak algılanması mümkün. Planda yerel yönetimin Feshane, Sütlüce Mezbahası, Topkapı Şehir Parkı, surların restorasyonu, Topkapı Sarayı bahçesine yapılması öngörülen binalar gibi projelerinin hangi yöntemlerle geliştirildiğine dair en ufak bir ipucu yok.
Planda sayılan geleneksel halk sanatları, ebru, hat, işlemecilik, bakır dövmecilik gibi işler ve İstanbulun bu bölgesindeki hanlar, odalar gibi yapılar için sayılan işlevler de buna tipik bir örnek. Bu tercihleri kim, neden ve nasıl yaptı, projelerini kim hazırladı gibi sorulara da yer yok.
Koruma kurulları, ilçe belediyelerinin imar konuları gibi servisleri, deprem, yangın gibi risklere karşı yerleşim güvenliğini geliştirmeye yönelik önlemlerin nasıl üretileceği, finansman yöntemleri ve destek hizmetleri konularında da bir bilgi yok.
Kamu işlevlerinin nasıl geliştirileceğine, çok taraflı bir uygulama olarak proje paketlerinin nasıl yönetileceğine, profesyonel proje hizmetlerinin nasıl elde edileceğine dair de bir ipucu yok. STKların plana nasıl katılacağı, hangi yöntemlerle katkıda bulunacakları da bu planda yer almıyor.
Yerel uygulama planı niteliğindeki süreçlerle ilgili olarak da yerel aktörlerin nasıl katılacağına, kamu otoritesinin bilgi paylaşma yükümlülüklerine, yerel servislerin oluşturulmasına ve koruma mekanizmalarına yönelik öneriler de getirilmiyor.
Bunları tartışmayı talep eden STKlar da yok. Çünkü plan siyasal bir belge değil, dediğim gibi bir uzmanlık çalışması olarak görülüyor. Bu nedenle planı halka, profesyonel deneyimlere, kentin enerjisini dışlamayan gelişmelere açacak kamu işlevleri değil, yalnızca tercihler konuşuluyor.
Her şey çok açık: STKlar ve profesyonellerin örgütleri olan meslek odaları -tercihlere takılmak yerine- kendi alanlarına ve faaliyetlerine yönelik düzenlemelerin geliştirilmesini talep ederlerse bu plan hazırlığı işe yarayacak.
Eğer bu plan çalışmalara katılma fırsatı bulan kişilerin kendi tercihlerinden ibaret kalırsa önümüzdeki bu önemli fırsat kaçmış olacak. Bu plan da -diğer planlar gibi- tozlu raflardaki yerini alacak. Yalnızca planlama sürecinden dışlanan kesimler fakirleşmeyecek, herkes kaybedecek: Turizmciler, esnaf, burada yaşayan halk ve bütün İstanbul uygulanmayan planlar, yok olan değerler, gelişmeyi düzenleyemeyen kamu işlevleri yüzünden kaybedecek... Türkiye kültür mirasını koruyamayan ülkeler sınıfına girecek.
Ne dersiniz? Planlama denen kamu faaliyetinin bir takım insanların özel görüşü değil, bir kamu işlevi olduğunu düşünmenin zamanı hala gelmedi mi?