İktidarı kullanan özneler değişse de, iktidarın kendisi zerre değişmeden Türkiye modernleşiyor. Modernleştikçe gözaltı da büyüyor.
Michel Foucault'nun Hapishanenin Doğuşu kitabının öz bir özetini sunan arka kapağında kitap şöyle tanıtılıyor:
"İktidarın kendini gösteriş ve debdebe içinde dışa vurduğu, gücünü bu gösterişten aldığı eski siyasal sistemden mümkün olduğunca ve giderek artan bir şekilde görünmez hale geldiği modern siyaset sistemine geçiş, bir yandan iktidarı kişileştiren hükümdarın yerine, adsız kişiler tarafından kullanılan bir yönetim aygıtının yerleşmesiyle, diğer yandan da kamuya açık cezalandırmadan, gizli cezalandırmaya doğru olan bir hareketle belirlenmektedir.Bu alıntıda Türkiye'ye tam uymayan tek nokta okuyanların gözünden kaçmayacağına emin olduğum askerin orduyla/kışlayla sınırlandığı saptamasıdır. Askeri kışlayla sınırlanmak yerine, militarist mantık bütün bürokrasiye ve her düzeyde toplumsal ilişkiye nüfuz ediyor. Askeri tamimlere benzeyen "sivil" düzenlemeler yapılıyor. Meclisin yetkisi resmi gazeteyle sınırlı bir resmi yayıncılık düzeyine indirgeniyor.Kendini öne çıkartan iktidar bireyin oluşmasını engellemiştir; oysa karanlıklara çekilen modern iktidar herkesi bireyselleştirmek istemektedir; çünkü bireyselleştirmek, gözetim altında tutmak ve cezalandırmak yani egemen olmak demektir. Böylece modern iktidar çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tımarhaneyle, askeri orduyla/kışlayla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak bireyselleştirmiş, kaydetmiş, sayısal hale getirmiş, egemen olmuştur.
Her kişi bir yerde kayıtlı hale gelince, herkes denetim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır. Modern iktidar büyük gözaltıdır."
Milletvekili genel seçimleri yapılıp, bir grup Kürt'ün Kürtler adına her şeye rağmen Kürt milletvekili olarak seçilip Meclis'e girdiği kesinleşince, iktidar vaziyet almakta gecikmedi. Daha seçim boyalarının bulaşığı parmaklarımızdan çıkmadan, iktidarın tehditkar parmağı burnumuza değdi. Hangi ölçünün, Kürt milletvekillerinin boyunun ölçüsü olduğu, temsilin nerede başlayıp nerede bittiğinin ilk işareti bir yönetmelik değişikliği ile verildi.
Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı 28 Haziran 2007 tarihli Resmi Gazete'de, Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmesi Hakkındaki Yönetmeliği değiştirdi.
İki temel değişiklik yapıldı ve ikisi de hiç kuşku yok ki, DTP milletvekillerine yöneliktir. Laf arasında yönetmelikle söylenen söz, "Söz geçiremediğimiz halkın temsilcisi olabilirsiniz ama temsil sınırınız iktidarın/devletin sınırları ile sınırlıdır" sözüdür.
Sakıncalı damgası
Değişikliklerden ilki, yakınları dışında yakın olma koşulu aranmaksızın üç kişi ile görüşme hakkı bulunan tutuklu ve hükümlülerin bildirecekleri bu üç kişi hakkında kollukça "sakıncalılık" araştırması yapılacağına dair. Buna göre, tutuklu ve hükümlü tarafından görüşmek için bildirilen kişi hakkında istihbarat çalışması yapılacak ve bu kişi devletin âli çıkarlarına uygun bulunmazsa sakıncalı damgası ile şimdilik dışında tutulduğu hapishanenin bir süre daha dışında tutulacaktır.
Bu düzenleme iki temel hakkın ihlaline yol açmaktadır. İhlal edilen ilk hak, masumiyet karinesinidir. Masumiyet karinesine göre suçluluğu belirlemede tekel yetkisine sahip mahkemelerin bu yetkisi kaldırılmakta ve yurttaş tüm hakları ile birlikte kolluğun "şefkatli" kollarına teslim edilmektedir. İhlal edilen ikinci hak ise; özel hayatın ve aile hayatının gizliliğidir. Anayasanın 20. maddesine göre hiç bir sınırlama sebebi öngörülmemiş bu hak, bir yönetmelik maddesi ile bertaraf edilmektedir.
Milletvekiline sınırlama, iktidarın parlamento dışında olduğunun dışavurumu
İkinci değişiklikse milletvekillerinin tutuklu ve hükümlüleri ziyaretlerini kısıtlamaktadır. Bu değişikliğe göre, milletvekilleri bir ihtisas komisyonunun görevli üyesi olmadıkça "siyasi" suçlardan tutuklu olanlarla görüşemeyecektir.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yasa'da milletvekillerinin tutuklu ve hükümlülerle görüşmesini önleyen bir düzenleme mevcut değilken, dahası denetim yetkisi kapsamında bu en doğal parlamenter yetkisiyken bunun kısıtlanması iktidarın aslında parlamentoda değil, başka yerlerde olduğunun dışavurumudur.
Bu mesele üstüne söylenebilecek elbet çok şey var, ancak çok şey söylemek çok gerekli değil.
Eskilerin deyimiyle, "üslubu beyan, ayniyle insan". Din dersi verip cami yapan "laik"; her şeyi parayla satan "sosyal"; yasayı ve yargıyı aşan "hukuk"; milletinden, meclisinden, vekilinden korkan "demokratik cumhuriyetimiz" yeni yasaması ile hayırlı olsun. (AK/TK)