Anayasalar bir ülkenin rejiminin çerçevesini çizen en genel ve en temel yasa metinleri. Bilindiği kadarıyla İngiltere hariç olmak üzere dünyanın hemen her ülkesinin bir anayasası var. Anayasaları yapan iradeye bu metinlerle uğraşan hukukçular genel olarak "kurucu irade" diyorlar. Ve anayasanın metni ile o metni ortaya çıkaran kurucu iradenin niteliği rejimin genel karakterini belirliyor.
Türkiye, Türkiye adını aldığından beri dört Anayasa yaptı: 1921, 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları. 1921 ve 1924 Anayasaları bir anlamada acemi yasalardı, akla gelen en zorunlu şeylerin derç edildiği metinlerdi. Kurucu iradenin sahibi bir şekilde meclisti ve her zaman sonuç vermese de en azından anayasalar yapılma aşamasında mecliste tartışılmıştı.
1961 ve 1982 anayasaları ise malum: Her ikisinde de kurucu irade silahlı kuvvetler. Ancak her iki anayasa arasında derin farklar var. 61 Anayasası nispeten daha demokratik bir anayasa. Bunun pek çok nedeni olmakla birlikte, çok önemli ve belirleyici olmayan başka bir nedeninin daha olabileceğini düşünüyorum: O da, darbeci kadronun sadece üst rütbeden generallerden değil, daha alt rütbeden asker kişilerden de oluşmasıdır.
1982 Anayasası'ysa Can Yücel'in deyişiyle aslında bir anayasa olmaktan çok "Amalıyasa"dır. Zira, Anayasa bir hak tanımladıktan hemen sonra "ama" ve "ancak" der. Uygulanan da çoğu zaman hakkın kendisi değil bu ama'sı ve ancak'ıdır. 1982 Anayasası'nın arkasındaki kurucu irade darbeci beş orgeneraldir. Dolayısıyla ortaya çıkan metin demokratik olmak kaygısından bile uzak bir askeri nizamnamedir. Haliyle ülke de bu nizamname ile olsa olsa en çok bir kışladır.
İşte Anayasal bir kurum olduğu her fırsatta dile getirilen Yüksek Öğretim Kurumu'na hayat veren irade de beş orgeneralin militarist iradesidir.
YÖK'ün işlevi, ilgili savunucuları tarafından üniversiteler arasında koordinasyonu sağlamak olarak açıklansa da buna dönük bir icraatına bugüne kadar rastlanmadı.
YÖK temsilcilerinin ve aynı ruha sahip bazı üniversite yöneticilerinin 25 yıllık icraatı, bu anayasal kuruluşların yazılmamış ama hep uygulanmış olan amacının ne olduğunu açıkça gösteriyor. İcraatlarından ve söylemlerinden yola çıkarak aslında üniversitelerin "kışlaların" "anaokulu" olduğunu söylemekte bir sakınca görmüyorum. Öğrencilere açılan soruşturmalar ve verilen disiplin cezaları , öğretim üyelerine reva görülen muamelelere , Milli Güvenlik Kurulu (MGK) iradesi doğrultundan yapılan yürüyüş ve açıklamalar bunu açıkça gösteriyor.
Örneğin; Prof Dr. İzge Günal, işten atılan 213 işçiyle ilgili olarak toplanan imzaları vermek için rektörden randevu alamamakta, görüşme için muayene fişi satın almak zorunda bırakılmakta ve bu nedenle de Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü tarafından iş akdi feshedilebilmektedir.
Örneğin; Ege Üniversitesinde emekli bir generali protesto eden öğrenciler üniversite güvenliği ve polis tarafından dövülebilmekte ve okuldan atılabilmektedir.
Örneğin; saz çaldığı gerekçesi öğrenciler hakkında soruşturma açılıp ceza verilebilmektedir.
Örneğin: İstanbul Üniversitesi'nin eski kudretli rektörü Kemal Alemdaroğlu intihal suçlamasına ve cezasına rağmen rektörlüğe devam edebilmekte, 130 bin şehit vererek Yunanistan'ı almaktan bahsedebilmektedir.
Örneğin, askeri suçlayan iddianame hazırladı diye bir savcının cezalandırılmasını üniversiteler isteyebilmektedir.
Bu örnekleri alabildiğine çoğaltmak olası ve mümkün. Ancak, gerekli değil.
1980 darbesinin verimli mahsullerinden YÖK'e ve bağlı üniversitelerine biçilmiş olan ve onların da gönüllü olarak oynadıkları rol, "askerciliktir". Temel amaç, düzenin korunmasına dair hizmette bulunmak.
1980 darbesi her açıdan ince tasarlanmış yeni bir askerileşmiş toplum projesi. Gerekli olan bütün kurumlar bu projeye uygun olarak tasarlamış ve bütün yasal alt yapıyı inşa etmiştir. Oldukça da başarılı olmuştur.
Kuruluş yıldönümünde YÖK ve Üniversitelerin totaliter zihniyeti muhalifler tarafından protesto edilmeye devam edecek ve muhtemelen bir şey değişmeyecek.
Bir şeyin değişmesi için 12 Eylül Anayasası'nın değişmesi, yani bir anlamada kurucu iradenin değişmesi gerekiyor. Kurucu irade askeri olmaya devam ettikçe değişiklikler de askeri olmaya mahkum.
Bu kadar depolitize, ancak had safhada militarist toplumdan nasıl bir kurucu, toplumun iradesinden nasıl bir sonuç çıkar, o da ayrı bir sorun olmaya devam edecek.
"Hayal etmeye devam et" demekten başka bir şey de gelmez şimdilik elden. (AK/TK)