"Yeniden 50'lere döndük, insanlar o dönemlerde nasıl evleri için yıllarca mücadele ettilerse, şimdi aynı şekilde ikinci bir mücadele sürecine girdiler."
Afet yasası ile hızlanması beklenen kentsel dönüşüm, Çevre ve Şehircilik Bakanı'na göre Türkiye'nin en önemli ve "hassas" gündem maddesi. O kadar ki, kentsel dönüşüm mağdurlarını anlatan Ağır Roman dizisindeki "kentsel dönüşüm" kelimesine dahi, kavrama karşı kötü bir algı yarattığı için tahammül yok.
Dizi yayından kalksa da gerçek hayatta mahallelerdeki mağduriyetler mücadeleyi de beraberinde getiriyor. Mesela Tarlabaşı boşaldı; ama Maltepe Başıbüyük, Sarıyer Derbent, Tuzla Aydınlı ve Tozkoparan gibi dönüşümün pençesindeki mahalleler barınma hakları için örgütlü bir mücadele veriyor.
Öte yanda, İstanbul'daki dönüşümün ilk örneklerinden biri olan Ayazma ve Tepeüstü'ndeki mahalleli Bezirganbahçe'deki TOKİ binalarına gönderildi. Peki, diğer dönüşümlere de örnek teşkil etmesi planlanan bu proje gerçekten başarıya ulaştı mı?
TÜBİTAK projesi kapsamında, iki yıl boyunca yukarıda sayılan altı mahallede yaşayanların kim oldukları, nasıl bir dönüşüm istedikleri ve şimdi ne durumda oldukları araştırıldı.
Yakında kitaplaşacak "İstanbul'da Eski Kent Merkezleri ve Gecekondu Mahallelerinde Kentsel Dönüşüm veSosyal-Mekânsal Değişim" başlıklı proje, Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü'nden Doç. Dr. AsumanTürkün'ün yürütücülüğünde Doç. Dr. Besime Şen, Doç.Dr. Şükrü Aslan,Doç.Dr. Binnur Ökten ve Yüksek Mimar Mücella Yapıcı tarafından hazırlandı.
"O evlerin altında büyük bir emek var"
Asuman Türkün ile projenin satır başlarını konuştuk.
Bakan Bayraktar'ın "İstanbul bir yağ lekesi gibi sarıldı" diyerek sorunsallaştırdığı kentte nasıl bu noktaya geldik?
1950'lerde devlet eliyle tarımda makineleşme ve sanayileşme politikaları çerçevesinde sanayinin yoğunlaştığı kentler çok ciddi göç alıyor. İstanbul ilk sırada. 50'lerde genelde kamu arazisi işgal edilerek gecekondular inşa ediliyor. 60'lardan sonra ise gecekondu sayısı azalıyor; daha çok hisseli arazi üzerinde kaçak yapı dönemi başlıyor. İmara açılmamış bir arazide örneğin tarla statüsündeki bir araziyi mülk sahibi parçalara bölüp satıyor. Yani aslında insanların yasal olarak arsa mülkiyeti var ama üstündeki yapı kaçak. İstanbul'un az çok her yeri böyle.
Bu arsalar yasadışı mı satıldı?
Bir dönem ayyuka çıkmıştı. Çok miktarda arazinin birilerinin üstüne geçirildiği, mafya tipi grupların belli yerleri çevirip onları sattığı, tapusunu üstüne geçirttiği vs. Kısacası o dönem toprak üzerinden ciddi yolsuzluk yapıldı, müthiş rant sağlandı. Ancak şimdi tek sorumlu burada yaşayanlar olarak görülüyor.
Tüm bunlar olurken devlet ne yaptı?
Devlet, barınma sorununu kendi kendine çözen bu gruba göz yumarak çözdü aslında.. Avrupa'da dar gelirli kesimlere nasıl sosyal konut inşa ediliyorsa, Türkiye'de buna paralel olarak, meseleyi kendi kendine çözen göçmenlere göz yumularak bu sorun halledildii.
Bu mahallelere özellikle seçim dönemlerinde peyder pey alt yapı götürüldü. Yıllarca çeşitli aflar çıktı, emlak vergisi, su, elektrik parası alındı. En son 1984'teki af yasalarıyla insanlar belli paralar ödeyerek tapu tahsis belgesi aldı. Bu belgeyle, imar planı yapıldıktan sonra sonra tapular alınacaktı. Ancak pek çok bölgede imar planları gecikti ve insanlar tapularını alamadılar. Şu anda pek çok insan çok da güvenceli olmayan tapu tahsis belgelerine sahip; aslında bugün çıkan yasalarla birlikte kimsenin tapusu garanti sağlamıyor.
İnsanlar bu evleri nasıl yaptı?
Bu evlerin inşa edilmesinin altında çok ciddi bir emek var. Az kaynakla kente gelip kendilerine yaşam kurmaya çalıştılar. Kimi zaman işgal ettikleri, kimi zaman satın aldıkları hisseli arazi üzerinde inşa ettikleri konutlara bütün birikimlerini aktararak iyileştirdiler, kat çıktılar. Bunun bedelini genç nesiller, kadınlar ödedi. Kadınlar hep şunu söyler, "Biz bu evler için sırtımızda su taşıdık, elektrik yoktu, yol yoktu biz inşa ettik." Çocuklar okuyamadı, İstanbul, ilkokulu bitirdikten sonra çocuklarını konfeksiyona veren ailelerin kentidir. Bu evlerin kurulması için ciddi bedeller ödendi.
Bazı gecekondu bölgelerinde dört kata kadar çıktılar. Ancak kimi zaman bu da abartılıyor; bizim araştırma yaptığımız mahallelerde yaşayanların yarısından fazlası bir ya da iki katlı konutlarda yaşıyor. Ayrıca kat çıkıldığında, diğer katlarda da ya kızı oğlu oturuyor, ya da çok düşük kiralarla akrabasına, yakınına kiraya veriyor. Yani bu yapılaşma da dar gelirli kesimler için ucuz kiralık konut stoğunu oluşturmuş bir bakıma. Bugün dar gelirli kiracılara ne olacağı hiç tartışılmıyor.
"1994'ten itibaren gecekondu 'ura' dönüştü"
Bir anda ne oldu da bu insanlar "işgalci" oldu?
Geçmişte, barınma sorununa, çeşitli politikalarla çözülebilir, iyileştirilebilir bir mesele olarak bakılıyordu. Getirilen aflar ve dağıtılan tapularla rantın paylaşılmasında nispeten bir ittifak sağlanmıştı; şimdi bu ittifak bozuldu.
Yaptığımız araştırmada, gazete taramaları yoluyla bu konuda söylemin nasıl değiştiğine baktık. Çok net bir kırılma var. 1994'te Recep Tayyip Erdoğan belediye başkanı olduktan sonra gecekondularla ilgili söylem değişiyor. Gecekondu ve kaçak yapılarda yaşayan insanlar artık işgalci oluyor. Daha önce devlet eliyle çözülebilir bir meseleyken birdenbire kesilip atılması, gözünün yaşına bakılmaması gereken bir ura dönüşüyor.
Neden?
İstanbul'da kent içinde arsa kalmadı, toprak çok sınırlandı. Eskiden kentin çeperinde sanayi alanlarının yakınındaki bölgeler, yani orta üst sınıfın tercih etmediği yerler, sanayinin de desantralize olup hizmet sektörünün gelmesiyle otel, rezidans, alışveriş merkezi ile doldu. Maslak aksını düşünün; ilaç fabrikaları olan yerler otellere dönüştü. Etrafındaki gecekondular da kıymetli kent toprağı oldu. Bu yüzden de dönüşüm hızlanmalıydı. Zaten şimdi inşaat şirketleri "kent içindeki arsa sorununu çözdük" diyor. Çünkü bu dönüşüm hamlesiyle birlikte kıymetlenmiş gecekondu arazileri onlara kalacak.
Devlet bir alanı yeni afet yasasıyla riskli alan ilan ettikten sonra artık orada ayrı bir hukuk işliyor. Devlet bir tür emlak ofisi gibi çalışmaya başladı, her türlü yasadan yararlanarak vatandaşının malını en ucuza kapatarak inşaat şirketlerine verme derdinde. Vatandaşın pazarlık etme gücü kalmıyor. Tabii ki burada insanların da ahlakı bozuldu, pek çok bölgede yaşanan eşitsiz rant aktarımları insanları etkiliyor; kimi zaman yaşam kalitesini düşünmeden bu rantı arttırmak için uğraşıyorlar. Ancak bu çok az bölgede geçerli, pek çoğu evimi kurtarayım, daha kötü duruma düşmeyeyim derdinde...
Peki sürekli söylenegelen dar gelirli kesimler için TOKİ ev yapmak zorunda, nereye yapacak sorusu ne olacak?
Ciddi bir dengesizlik var, orta ve üst sınıflar için daha düşük yoğunluklu havuzlu rezidanslar, villalar yapılıyor, onlara yer bulunuyor. Ama alt gelir gruplarına sıra geldiğinde deniyor ki "yer yok". Bu insanlar mümkün olduğunca sıkışık ve çok yüksek yoğunluklu 15 katlı bloklara mahkum ediliyor. Üstelik belli bölgelerde kullanılmayan, boş duran ciddi bir konut fazlalığı da var. Çünkü artık insanlar parasını bankaya yatırmak yerine yatırım amaçlı olarak daire alıp, değerlenmesini bekliyor.
Dönüşmüş ve dönüşmeye direnen bu mahallelerdeki en yoğun duygu ne?
Muğlaklık ve güvensizlik. Yıllarca güvenceli bir tapuya kavuşmanın hayaliyle mücadele vermişler. Hep bir kaybetme duygusu ile ne zaman yıkılacak korkusu yaşamışlar. Hiçbir zaman devlete güven oluşmamış. Zaten son dönemde bu belgeler de kale alınmıyor. Kesin olan herkesin yeniden borçlanarak tapulu bir eve sahip olmaya çalışması olacak. İnsanların güveni ciddi bir biçimde sarsıldı.
"Tüm aile 15 yıllık bıçak sırtı bir yaşama mahkum ediliyor"
Bezirganbahçe'ye gidenler bize ne söylüyor?
Bezirganbahçe, gecekondu alanlarında kentsel dönüşümün ilk önemli örneği olduğu için başarılı olmasına çok özen gösterildi, ama olamadı. Dönüşüm öncesinde, belediye tarafından Ayazma ve Tepeüstü'nde yaşayanlara dair bazı ön araştırmalar yapılmış ve oranın eğitim seviyesinin ve gelir düzeyinin düşüklüğü, yaşam biçimleri ortaya konmuş. Ama dönüşüm projesinde bu anket sonuçlarından yararlanılmadı, standart bir uygulama yapıldı. Gidip insanları Bezirganbahçe'deki gibi kimliksiz, kişiliksiz 15-16 katlı binalara yerleştirdiler. Kent binalardan ibaret değildir. Kent sokağıyla, çarşısıyla, yeşil alanıyla, karşılaşma imkanlarıyla canlı dinamik bir alandır. Kent bir anlamlar dünyasıdır.
Bezirganbahçe'ye Ayazma ve Tepeüstü'ndeki gecekondulardan gidenlerin yarısına yakını ayrıldı. Gecekonduları enkaz bedeliyle alındı, geri kalanı için borçlandılar. Bu bölgede işsizlik çok yüksek; bu süreçte yüzde 50'si işini kaybetti; çalışanların da ücretleri çok düşük. Bu borç ödem sürecinde genç yaşta eğitimi bırakıp işe başlayanlar oldu, kadınlar temizliğe gitmeye başladı. "Buralara uyamadık" diyorlar; daha önce soba yakıyordu şimdi doğalgaz kullanıcısı oldular. Site ve apartman aidatları ağır geliyor. Kısacacı bütün ailelere 15 yıl boyunca bıçak sırtı bir yaşam biçimi dayatıldı.
Büyük bir borç girdabı yani?
Nasıl Amerika'da "mortgage" krizi yaşandı, burada da benzer bir sürece gidiyoruz. İnsanlar, banka gibi koruyucu mekanizmaların olmadığı, gözünün yaşına bakmayan formel bir alanla karşı karşıya kalıyor. Ödeyemeyeceği ya da bir noktada tökezleyeceği bir borçlanma sürecine giriyor. Bir kısmı ödeme güçlüğü yaşandığında evi satıp borçları ödeyip çıkıyor, ya da banka eve el koyuyor, o satıyor. Bezirganbahçe'deki emlak büroları "borcuyla satılık ev" ilanlarıyla dolu; bu gerçekliğe gözümüzü kapatabilir miyiz?
Tekrar başa mı döndüler?
Yeniden 50'lere döndük, insanlar o dönemlerde nasıl evleri için yıllarca mücadele ettilerse şimdi aynı şekilde ikinci bir mücadele sürecine girdiler. Yeniden konut için borç ödemeye başladıkları ve tüm birikimlerini konutlarına aktardıkları bir döneme girdiler. Ve şimdi çalışma koşulları daha ağır, işsizlik daha fazla, ve konut için birikim yapabilme olanağı çok düşük. Dolayısıyla artık pahası daha ağır...
Bugün araştırma yaptığımız gecekondu alanlarında yaşayan kişilerin eğitim durumları, meslekleri, gelirleri incelendiğinde Türkiye ve İstanbul ortalamalarının çok altında değerler ortaya çıkıyor. Yani 50-60 yıldır bu kente tutunmaya çalışanların önemli bir bölümü imkanlarını çok da iyileştirememişler; çocuklarını yeterli düzeyde okutamamışlar; ailecek yaşam stratejileri üreterek günü birlik yaşamanın koşullarını oluşturabilmişler. Bugün kentsel dönüşüm süreci yıllar içinde yaptıkları bu mütevazı birikimleri de silip süpürecek gibi görünüyor.
"O simetriklik binalar temizlik hissi yaratıyor, ama..."
Peki illa ki bir dönüşüm gerekliyse bu nasıl olmalı?
Biz bu araştırmada dönüştürülmek istenen yerlerdeki insanların koşullarına baktık. Buralarda yaşayan insanlar kimlerdir, ekonomik güçleri nedir, seçenekleri var mıdır? Kentsel dönüşüm projesinin başarılı olabilmesi için uygulanan modelin yaşayanların yapabilirliğine, maddi koşullarına ve yaşam biçimlerine uygun olması lazım. Dolayısıyla dönüşümden etkilenecek olan insanların söz hakkının olması lazım. Siz bu kişilerin koşullarını, isteklerini ve yaşam biçimlerini göz ardı ederek başarılı bir proje üretemezsiniz.
Daha şimdiden hem binalarda hem de çevre düzenlemelerinde çok ciddi sorunlarla karşılaşılıyor. Üstelik ödeme gücünün olmadığı koşullarda bu sistemin sürdürülebilirliği de son derece kuşkulu. İnsanlar ödeme güçlüğü çektiğinde bu evleri elden çıkaracaklar ve bu konutlar alım gücü daha yüksek kişilere satılacak. Bugün ciddi bir yoksullaşma ve mülksüzleşme süreciyle karşı karşıyayız; sonuç olarak yine dar gelirli kesimlerin konut sorunu çözülmemiş olacak ve çok daha zor koşullarda yaşamaya mahkum olacaklar.
Konut sorunu dar gelirli kesimlerin sorunudur; mesele de zaten bunu çözebilmektir. Ve her zaman bunun mülk konut olması gerekmez. Ayrıca mevcut konut alanlarında sağlıklaştırma yaparak çok daha başarılı sonuçlar elde etmek de mümkün. Pek çok ülkede bu konuda çok ciddi çabalar var. Ödemelerde çok daha esnek sistemler geliştiriliyor ve bizdeki gibi tümüyle yıkıp yapmak başarılı politikalar olarak görülmüyor. Dolayısıyla, bu noktada bu gerçeklerle yüzleşebilen ve çözümsüzlük üretmeyen sosyal konut politikaların ihtiyaç olduğu çok açık.
Eğer senin modelin buna uymazsa, oradan bir başarı çıkarmak mümkün değil. Başarıymış gibi gözükür, "işte bakın bu kadar dar gelirli konut sahibi oldu" denir. Dışarıdan baktığınızda o binaların verdiği düzen duygusu herkesi susturuyor. O simetrik biçimde yan yana dizilmiş bloklar "temiz oldu, düzenli oldu" hissini oluşturuyor. (NV)